İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnsanlığın Dibe Vurmasına Az Kaldı

Prof. Dr. Şinasi Gündüz
Peki, neden Batı halkları mülteciler konusunda bu kadar duyarsız? “Altın kural “olarak adlandırılan ve yalnızca İslam’da değil, Hıristiyanlık ve Yahudilik de dâhil birçok dinde “kişinin kendisi için istediğini başkaları için de istemesi” şeklindeki ahlaki ilke Hıristiyan-Yahudi bir kültürel arka plana sahip olan Batılı vicdanları neden harekete geçirmiyor? Sanırım bunun cevabı, insanların tamamen vicdanlarını, merhametlerini ve empati duygularını kaybetmiş olmaları değil. Zira vicdan, merhamet ve empati, örneğin İslam toplumlarındaki gayrimüslim azınlık hakları söz konusu olduğunda hemen devreye giriyor… mülteciler arasındaki az sayıda gayrimüslimin Batı ülkelerine kabulünde de bir sorun görülmüyor. Dolayısıyla sorun; mültecilerin temsil etikleri kimlikte; İslam’da ve İslami değerlerde. Siyasetçisinden sıradan halkına, entelektüelinden din adamına kadar Batılılar, İslam’ı ve Müslümanları yaşam tarzlarına, değerlerine ve tesis ettikleri hegemonyaya karşı bir tehdit olarak değerlendiriyor. Dünya genelinde ve özelde İslam dünyasında olup bitenler, 1990’lı yıllardan beri Lewis ve Huntington gibi sosyal bilimciler marifetiyle literatürde yerini alan “medeniyetler çatışması” tezine dayalı bir Batı ve İslam dünyası karşıtlığı çerçevesine oturtuluyor. İslam’a ve Müslümanlara yönelik duygu ve düşünceler İslam ve Müslüman karşıtı korku ve kaygılardan besleniyor. (Yaşananlar, Elkaide’nin, İŞİD’in yaptıkları kaygıların pek de haksız olmadığını göstermiyor mu? HYETERT)

***
Her gün mülteci karşıtı yeni bir haber, önerilen yeni bir politika ya da yeni bir söylem… Birçok Batılı liderin mültecilere karşı Batı ülkelerinin sınırların kapatılmasını tartıştığı bir dönemde Çek Cumhuriyeti (yeni Çekya) Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, mülteci karşıtı politikada çıtayı bir adım daha yükseltti; mültecilerin sınır dışı edilmelerini, hatta bununla yetinilmeyip Yunanistan’ın ıssız adalarına ya da Kuzey Afrika’nın kuş uçmaz kervan geçmez boş arazilerine yerleştirilmeleri gerektiğini önerdi. Ona göre Ortadoğu’dan ve Kuzey Afrika’dan kalkıp gelen ve Batı toplumları için baş ağrısı olan mültecilerin ait oldukları kültür, yani Müslüman kültürü Avrupa toplumuyla tamamen uyumsuz; dolayısıyla bu göçmenler entegrasyon için iflah olmaz vakalar.
Mülteci ve Müslüman karşıtı bu dışlamacı ve önyargılı yaklaşımlar yalnızca Zeman’ın bu görüşleriyle sınırlı değil. Örneğin yine bugünlerde Macaristan’da yapılan bir referandumda halkın ezici bir çoğunluğu, yüzde 98’i mültecilere “hayır” dedi. Bu örnekleri artırmak mümkün…
Batılı liderlerin, göçmen ve Müslüman karşıtı söylemlerinin ve politikalarının gittikçe sertleştiğini görmek şaşırtıcı değil. Ancak asıl düşündürücü olan Macaristan örneğinde olduğu gibi Avrupa’daki halkın mülteciler ve Müslüman karşıtı tutumlarındaki artış.
Yaklaşık bir yıl önce cesedi Muğla sahillerine vuran Aylan bebek, ateş çemberine dönüşen ülkelerinden daha insanca bir yaşam ümidiyle her tehlikeyi göze alarak yola çıkan mülteciler için insanlık vicdanını harekete geçiren bir sembol olmuştu. Nitekim mültecilerin yaşadıkları dram karşısında üç maymunu oynayan Batı halklarının vicdanları da bu üzücü olay üzerine harekete geçmiş, siyasetçisinden sıradan halka kadar birçok Batılı, mültecilerle empati kurulması ve onlara kapıların kapanmaması çağrısı yapmıştı.
Ancak aradan geçen zaman, mültecilere yönelik tavır ve tutumlarda herhangi bir değişim olması bir tarafa, Macaristan referandumuna yansıdığı gibi mülteci karşıtı tutum ve tavırların daha da yerleştiğini ve sertleştiğini gösterdi.
Peki, neden Batı halkları mülteciler konusunda bu kadar duyarsız? “Altın kural “olarak adlandırılan ve yalnızca İslam’da değil, Hıristiyanlık ve Yahudilik de dâhil birçok dinde “kişinin kendisi için istediğini başkaları için de istemesi” şeklindeki ahlaki ilke Hıristiyan-Yahudi bir kültürel arka plana sahip olan Batılı vicdanları neden harekete geçirmiyor?
Sanırım bunun cevabı, insanların tamamen vicdanlarını, merhametlerini ve empati duygularını kaybetmiş olmaları değil. Zira vicdan, merhamet ve empati, örneğin İslam toplumlarındaki gayrimüslim azınlık hakları söz konusu olduğunda hemen devreye giriyor. Siyasetçisinden entelektüeline ve resmi erkânından STK’larına kadar Batı kamuoyu azınlık hakları konusunda İslam dünyasına ödevler veriyor. Hatta mülteciler arasındaki az sayıda gayrimüslimin Batı ülkelerine kabulünde de bir sorun görülmüyor. Dolayısıyla sorun; mültecilerin temsil etikleri kimlikte; İslam’da ve İslami değerlerde.
Siyasetçisinden sıradan halkına, entelektüelinden din adamına kadar Batılılar, İslam’ı ve Müslümanları yaşam tarzlarına, değerlerine ve tesis ettikleri hegemonyaya karşı bir tehdit olarak değerlendiriyor. Dünya genelinde ve özelde İslam dünyasında olup bitenler, 1990’lı yıllardan beri Lewis ve Huntington gibi sosyal bilimciler marifetiyle literatürde yerini alan “medeniyetler çatışması” tezine dayalı bir Batı ve İslam dünyası karşıtlığı çerçevesine oturtuluyor. İslam’a ve Müslümanlara yönelik duygu ve düşünceler İslam ve Müslüman karşıtı korku ve kaygılardan besleniyor.
Bu doğrultuda siyasal liderlerin ve medyanın da yönlendirmesiyle halk, mültecilerden gelen talebi kendi yaşam standartlarına bir tehdit olarak görüyor. Mültecilerin hem sahip oldukları refaha ortak olacaklarını hem de beraberlerinde getirdikleri kültürel değerleriyle, gelenek ve görenekleriyle kendi yaşam tarzları için bir tehdit olacaklarını düşünüyor. Dahası mültecilerin, geldikleri ülkelerindeki sorunlarını, çatışmalarını ve krizlerini kendi toplumlarına taşıyacaklarından endişe ediyor.
Ancak burada dikkate almadıkları husus; ülkelerinden ayrılan bu mültecilerin keyfe keder yollara düşmedikleri ve yaşanan bu fiili sorunun müsebbibinin birçok diğer bileşenle birlikte asıl olarak Batılılar’ın bizatihi kendileri olduğu hususu. Zira gerek Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerde Batılı güçlerin patronajlığında devam eden savaş ve yıkım gerekse Ortadoğu’da ve Afrika’da yine Batılı güçlerin kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda tesis ettikleri ve yönlendirdikleri sosyal, siyasal ve ekonomik fiili durumun yol açtığı sorunlar milyonlarca insanı evinden barkından ayrılıp yollara düşmeye sevk etmiştir.
Kesin olan bir şey var; o da her fırsatta dünyaya ve bu arada Türkiye’ye insan hakları dersi vermeye çalışan Avrupa’nın, çeşitli Batılı liderlerin ve halkların mülteciler konusunda hemen her gün medyaya yansıyan ayrımcı, tutucu ve despotik söylemleriyle ve tutumlarıyla gittikçe dibe vuruyor olması. Aslında bu, bir kıta olarak Avrupa’nın ya da daha genel bir ifadeyle Batı’nın değil insanlığın dibe vurması…

Yorumlar kapatıldı.