İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gomidas-Kimsecik

Bedros Dağlıyan

Bir gece kapısı çalındığında, Gomidas Vartabed telaşlanmadı. Zaman zaman gelen arkadaşlarından alışkındı bu duruma. Her zamanki gibi çalışmakta olduğu piyanonun başında, sakince gelenleri bekledi… Zor bir dönemden geçiyoruz, diye düşündü. Nasıl da yorgunum oysa yapabileceklerimin çoğuna daha başlamadım bile… Çankırı’ya sürgün edildiği kararı yüzüne okuduğunda, şaşırmıştı. Tamam, İttihatçı yönetim bir takım Türkçülük üzerine çalışmalar yapmaya başlamış; Osmanlı’nın o çoğulcu, çeşitli halklardan oluşan yapısını etkilemeye başlamıştı. Oysa üç hafta önce düzenledikleri geceye katılıp, sesi ve müziğiyle katkı yapmış, övgüler almıştı.

“1915 den sadece üç hafta önceydi, diye sesli düşündü.” Genç Türkler hükümetinin Türk milliyetçiliği ve kimliğini tanıtmak üzere, bir grup Türk aydını, müzik, şiir ve konuşmalardan oluşan bir gece düzenlenmişti. Türkiye’nin görüntüsünü yükseltmek, kötü propagandayı önlemek, dosta düşmana zorba olmadıklarını anlatmak için yapılan programa istemese de  gitmek zorunda hissetmişti kendini… Bu kültür kutlamasına başka hiçbir Ermeni çağrılmadığını ancak gittiğinde anlayacaktı…
Teşrifatçı Hamdullah Suphi o gece şöyle konuşmuştu: “Bu Anadolu çocuğu, din adamı adanmışlığı ve çalışkanlığıyla Ermeni müziğini kanatlandırdı…  Zamanının çoğunu dağda, tepede ve en ücra köylerde halk şarkılarını toplayarak geçirdi. Gerçek şu ki Ermeni milleti, kültürel hayatımızın sınırıdır. Nereye giderseniz gidin, Anadolu’nun her köşesinde yaratıcı Ermeni zekâsı ve sanatı sizi selamlayıp ben buradayım diyecektir. Sultanların sarayına gidin mimarları mutlak Ermeni’dir… Kuyumculuktan, Tıp okuluna, bilimsel kitaplara kadar hepsi Ermenilerin eserleridir… Bunlar yüzyıllardır birlikte yaşadığımız insanlardır.”
O yüzden o gece kendini gelip alanlara direnmemiş, nasıl olsa hatalarının farkına varacaklardır, diye düşünmüştü…
Bu toplantıdan sadece üç hafta sonra 24 Nisan 1915’te Talat Paşa’nın emriyle milliyetçi olduklarından şüphe duyulan 200’den fazla lider özellikli Ermeni tutuklandı. Birkaç hafta sonra da büyük bölümü imha edilen 2345 lider daha… Hepsi de memleketini seven, çalışkan, dürüst insanlardı.
‘BİRİLERİ MUTLAKA BANA ŞAKA YAPIYOR’
Gomidas sessiz bir tevekkülle kendini almaya gelenlere teslim oldu. Kötü bir olayı aklına bile getirmeyen Gomidas bunu bir şaka olarak nitelendiriyordu. “Birileri mutlaka bana şaka yapıyor. Gideceğim sonra da kahkahayla gülecek ve omzuma vuracaklardır…” Lakin bu şaka o kadar uzun ve acılı olacaktı ki…
Sonra 7 Mayıs 1915’te Talat Paşa şifreli bir telgrafla içlerinde Gomidas’ın da olduğu sekiz kişinin İstanbul’a dönebileceklerini yazacaktı. Ne yazık ki yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan birçok Ermeni bir daha gökyüzünü göremeyecekti. 
Yol boyu tüm hayatını tekrar düşünmeye fırsatı olmuştu. 1869 yılında, yaz sıcaklarının yerini yavaş yavaş sonbahar rüzgârlarına bıraktığı 26 Eylül günü Kütahya’da doğmuştu.  Annesi ise onu doğurduktan bir kaç ay sonra Mart aylarında vefat etmişti. Gomidas, annesinin ölümünden ötürü kendini hep suçlu hissetmiş, zor zamanlarında hep annesinin hayaline sığınıp ona seslenmişti. Çocukken her yalnız kaldığında, her zorlukta gözleri, elleri hep annesini aramıştı; hep onun kokusunu aramıştı, ağaçlarda çiçeklerde… Ona Soğomon Soğomonyan adını verdiler. Daha Ermeni Kilisesi’nin merkezi Eçmiadzin’e gidip rahip olmasına ve bu vesileyle Gomidas adını almasına çok vardı.
Bursa’daki akrabalarının yanında ilkokula başladığı ilk yıl yitirdiği babasının yüzü ise yıllar geçtikçe zaman bulutları arasında görünmez olmuştu. Doğduğu kente dönüp de onu yapayalnız bırakan hayatın sırtına yüklediği acılara inat, sabah güneşinin aydınlattığı Anadolu ovalarında; ilahîler okuduğu kilisenin kutsal duvarları arasında güzel sesiyle şarkılar söyledi. Bu mahzun, güzel sesli, aydınlık yüzlü çocuğun sonraki durağı Eçmiadzin oldu. Tek kelime Ermenice bilmeden gidip rahiplik ve müzik eğitimi aldığı Eçmiadzin’de karar verdi hangi yolu izleyeceğine.
‘ESKİ KİLİSE KANTİKLERİNİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARDI’
Ermeni halk şarkıları, kilise müziği, çok sesli Batı geleneği üzerinde çalışarak geçti yıllar. Sonra hayat nehrinde izlediği yol onu Berlin’e çıkardı. Batı’yı, çok sesli müziği bu Alman kentinde daha iyi tanıdı. Birbirinden güzel besteler yaparken bir yandan da Anadolu ve Kafkasya köylerinde derlediği Ermenice, Kürtçe, Türkçe halk şarkıları üzerinde çalışıyor ve onları çok seslilikle yoğuruyordu. Halk ezgilerini Hampartsum (Limonciyan Hampartsum) notalarına, daha sonra da Avrupa’nın kullandığı notalara geçirecekti. Ayrıca kendi gayretiyle pagan zamanların Ermeni müzik geleneğini bu günlere aktaran ‘Haz’ nota tekniğini öğrenip geliştirerek, eski kilise kantiklerini gün yüzüne çıkarıp unutulmamalarını sağladı.
Avrupa müzik geleneğinin Bach’ın klasizminden Litz ve Chopin’in romantizmine nasıl evrildiğine dair çalışmalar içine girdi. Doksandan fazla koro kurup çok sesli müziğin temellerini attı. Düğün ve aşk, ninni ve dans müziklerinden oluşan Ağın Ezgilerini yayınladı. Önce Tiflis’e giderek Rimsky- Korsakoff’dan eğitim almış, Avrupai çok sesli müziği özümsemiş Magar Yegmalyan’dan ders alarak kendini daha da geliştirme fırsatı bulmuştu. Daha sonra da Berlin’de Avrupa müzik konservatuvarına kabul edildi.
Gomidas, Ermeni müziğine özellikle çok seslilik açısından yenilikler getirdi, şu an Ermeni kiliselerinde okunan ve “Badarak” tabir edilen çok sesli ayin müziklerinden birini besteledi. Eğer koşullar elverseydi ünlü şair Hovhannes Tumanyan’ın uzun şiiri Anuş’u opera olarak yeniden yaratacaktı; olmadı. Ermeni müziği hakkında bilgisi olanlar, “Bu operayı Armen Tigranyan bestelemişti. Librettosunu da Tumanyan’ın uzun şiirinden yola çıkarak yine Tigranyan yazmıştı” diyebilirler.
Evet, Ermeni müziğinin renklerini taşıyan ilk opera olan Anuş’u Tiflisli besteci Tigranyan besteledi. Ancak 1903’te, Tigranyan’dan çok önce Tumanyan’ın şiiri üzerinde çalışmaya başlayan Gomidas, eğer bazı aksiliklerle yolu kesilmeseydi bu operanın yaratıcısı olarak anılacaktı. Derler ki, Rahip Gomidas, şair Tumanyan’dan Anuş’un metninde bazı değişiklikler yapmasını istemiş ama o sırada çok meşgul olan şair bir türlü bestecinin istediği düzeltmeleri yapacak vakit bulamamış. Gerçi Gomidas yine de bu uzun şiir üzerinde çalışmış. Ancak zaman, acılar ve Gomidas’ın 1915’te aklını yitirmesi yüzünden bu çalışmaların büyük bir kısmı kaybolacaktı. Rahibin bu opera üzerindeki çalışmalarından birkaç şarkı kaldı geriye.
‘MÜZİĞİNİZİN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKÜYORUM’
Claude Debussy’nin, “Sizin müziğinizin önünde diz çöküyorum” dediği Gomidas, İstanbul’a geldiğinde 1910 yılını gösteriyordu takvimler. Kentte herkes o güleç yüzlü, mütevazı rahibi tanıyor, onun müziğini hayranlıkla dinliyordu. Sadece Ermeniler değil, Türkler de onun dehasının önünde saygıyla eğiliyordu. İstanbul’da büyük bir koro ‘Kusan’ kurdu Gomidas, yetiştirdiği koristlerle birlikte müziği farklı kentlere, ülkelere götürdü…
Gomidas’ın  bir daha dünyada hiçbir yerde kendini evinde hissetmemesine yol açan tehcir sırasında yaşadığı ve tanık olduğu olaylar olacaktır. Bilindiği gibi İstanbul’dan tehcire gönderilen aydınlardan çok az bir bölümü geriye dönebilmişti.
Gomidas’ın tehcirden dönüşüyle ilgili olarak farklı görüşler öne sürülmektedir. Bunlardan biri, rahip Gomidas’ın Halide Edip, Mehmet Emin (Yurdakul) gibi Osmanlı yönetimi üzerinde etkisi olabilecek aydınlar ve Türk Ocağı yöneticilerinin telkinleri sonucu serbest bırakıldığı yönündedir. Gomidas’ın bu aydınlarla ilişkisinin olduğu bilinmektedir. Ancak onun tehcirden dönebilmesinin, bu aydınların telkinlerinden ziyade Amerika’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki büyükelçisi (1913–1916) Henry Morgenthau’nun girişimleriyle mümkün olabildiği iddiası daha kuvvetli görünmektedir. Morgenthau da anılarında, isimlerini vermediği yedi Ermeni’yi tehcirden kurtardığını anlatmaktadır. Bir başka iddia da Şehzade Abdülmecid’in devreye girip Gomidas için özel bir af çıkarttığı yönündedir. Şehzade Abdülmecid’den devreye girmesini isteyen Dr. Vahram Torkomyan’ın eşiydi, zira Dr. Torkomyan Şehzade Abdülmecid’in özel doktoruydu ve Gomidas da şehzadenin eşinin müzik öğretmeniydi. Çankırı’da affedilerek dönmelerine izin verilenler arasında Gomidas’ın yanı sıra yedi kişi daha vardı: Bunlar Peder Garabet Kerovpyan, Dr. Vahram Torkomyan, Yervant Tolayan, Agop Nargileciyan, Zare Bardizbanyan, Püzant Keçyan  ve Rafael Karagözyan’dı. (Diran Lokmagözyan, “Gomidas’ın Hayatı ve Müziği”, Gomidas, Bu Toprağın Sesi içinde, 2010, s.39).
Halide Edip’in ve Türk Ocağı yöneticilerinin rahibin tehcirden dönüşündeki rolleri tartışmalıdır, ancak Gomidas’ın onlarla ilişkileri olduğu da kesindir. Halide Edip’in rahip Gomidas’dan sevgiyle söz ettiği satırlar bunun bir göstergesidir: “İnsan ve sanatçı olarak çok nadir karşılaşabileceğiniz bir değerdi. … Gomidas benim evime de gelir, saatlerce çalar, söylerdi.”
“ Bu ziyaretler Ermenilerle Türklerin birbirlerini boğazladıkları zaman dahi devam etti. İkimizin de içinde, bu vaziyet, birbirimize ifade edemediğimiz bir acı uyandırmıştı” (Aktaran İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest, 2010, s.130).
Halide Edip’in sözünü ettiği Kadırga’daki evidir ve rahip Gomidas da o evin müdavimleri arasındadır. Türk Ocağı’nda başka milletlerin eserlerini tanımanın Türk kültürünü geliştirmeye yarayacağı görüşü hâkim olunca Gomidas çalışmalarından örnekler sunmak üzere buraya davet edilmişti. Halide Edip, Gomidas’ı dinlemeye gelenler arasında, insancıl milliyetçilikten yana olan iki büyük şair, Mehmet Emin ve Yahya Kemal, bulunduğunu da yazmaktadır. Rahibi dinlemekten zevk alan Yusuf Akçura ise “Gomidas’ın şarkı ve müzik biçimindeki popüler kültürle Türklere büyük zarar verdiğine inanırdı” (Aktaran İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest, 2010, s.106). (Arsen Yarman Paros Gomidas’ın son evi)
Ancak bu toplantıdan sadece bir ay sonra hükümetin girişeceği tehcir politikası Hamdullah Suphi’nin söz ettiği Ermeni tasavvurunun yerini başka bir Ermeni tasavvuruna bıraktığını gösterecektir. Dönemin etkili aydınları arasındaki Türk Ocağı’nın yöneticilerinin Gomidas’ı tehcirden döndürebilmek için giriştikleri çabaların bir rivayetten ibaret olduğunu öne süren Diran Lokmagözyan, bu aydınların Gomidas İstanbul’a döndükten sonra da onunla hiç ilgilenmediklerini ileri sürer. Dolayısıyla Halide Edip’in Gomidas hakkında yazdıklarının gerçekliğinin şüpheli olduğuna dikkat çeker: “Gomidas’ın tevkif edildiği haberini alan öğrencilerinden biri -Gomidas’a gidip gelmesinden dolayı Mehmet Emin’i de yakından tanıyan biri- hemen Mehmet Emin’e telefon açıp durumu bildiriyor ve yardımını talep ediyor. Mehmet Emin, gayet soğuk bir şekilde, ‘Bu devletin işidir, biz karışmayız, sanırım ciddi bir şey değildir’, deyip telefonu kapatıyor. Mehmet Emin, Türk Ocağı’nın üst düzey isimlerinden, Türkçülük fikrinin baş mimarlarından, Mehmet Emin, istese kıyısından kenarından da olsa karışamaz mıydı? Gomidas’a bu denli yakın olan biri, ondan bu kadar faydalanmış biri, böyle mi cevaplandırırdı? … Mehmet Emin sık sık Gomidas’ı ziyaret ediyordu. Çok sıkı bir dostluk kurmuştu. Gomidas’a şiirlerini besteletiyordu. Hem de ne şiirler… Gomidas bunlara beste yazacaktı. Yazdı da. Üstelik yayınlandı bunlar. Gomidas’ın ilk Türkçe bestesi bir dergide basıldı. Tam da Gomidas’ın tehcire yollandığı zamanlar. Nasıl bir ironi artık düşünün…
Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı sırasında, bir Ermeni asker tarafından hayatı kurtarıldıktan sonra, yurdun dört bir yanına Ermenileri öven afişler astıktan bir yıl sonra hepsini yok etmek için canla başla çalıştığı gibi…
Dolayısıyla 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yükselen iyimserlik dalgası ve özgürlükçü siyasal söylemler sadece birkaç yıl sonra yerini başka söylemlere bırakacaktır. Artık imparatorluk Ermenilere yuva olmaktan çıkmıştır. Gomidas da bu hayal kırıklığının kurbanlarından biridir ve sadece evsiz kalmamış, bundan sonra artık bir ev fikrine de sahip olamayacaktı.
Gomidas kendi deyişiyle ‘Kimsecik’ ruhuna hücum eden acılardan kaçmanın yolunu deliliğe sığınmakta buldu. 1915’ten sonra beste yapmadı, şarkı söylemedi, koro yönetmedi. Suskunluğunu ölene dek sürdürdü ve onun gibi üstün yetenekli birçok Ermeni’nin kaybı sadece Ermeni Halkının kaybı değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğinin de kaybı olacaktı.1935’te, Paris’teki bir akıl hastanesinde Dünyaya son kez baktığında, gözleri özlemle yanarken “İNÇU” neden diye hıçkıracaktı…(Sayat Dağlıyan “Gomidas İnçu/Neden ” filmi)
Şimdi onun derleyerek yok olmaktan kurtardığı Ermenice, Kürtçe, Türkçe  halk şarkılarını dinliyorum. Rahip Gomidas’ı karlı dağların arasındaki bahçelerde, bir kayısı ağacının altında oturmuş şarkı söylerken hayal ediyorum. Acılarını ardında bırakmış, bize gülümsüyor…
Ve zaten duyabiliyordu
Sayısız tatlı melodilerini
Ermeni diyarının…
Baruyr Sevag
AH, GOMİDAS AH, KİMSECİK
Bahar bulutlarına uçan turna katarı
Ruhuma açılan hüznün kapısı
Yorgun kanatlarında gönül tözü şarkılar
Ah kimsecik
Aldığın nefesi çok görme Eylül gününe
Kırma! Güvercinin ak kanadını
Unutma! Annenin genç gülüşünü ve
Feryat eden sesini nar tanelerinin
Sarılma yalnızlığına
Kabullendiğin bu yas
Sonu değildir insanlığın
Ah, duyuyorum sesini Sasun’un yiğit çocuklarının
Dağların, yaylaların ve ırmakların
Ve notalardan düşen gözyaşlarının
Ah, ikinci yazın güneşi
Ah kimsecik
Masis’i biliyorum
Ve acıyan kalbini pare pare
Ah Gomidas
Sessizliğin başkenti
Susma!
Duyur sesini

Yorumlar kapatıldı.