İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Barış kazansın’

Shohreh Aghdashloo, “The Promise”ın prömiyeri sonrası sadece Kerem Akça’ya konuştu. Hollywood’da “Sisler Evi”yle çıkış yapan Shohreh Aghdashloo, kısa sürede yüzünü herkesin tanıdığı bir oyuncuya dönüştü. 1915 Ermeni olaylarını anlatan geniş ölçekli “The Promise”ta Ermeni ana karakter Michael’ın annesini canlandırıyor. Sinemasal açıdan yerlerde sürünen eserin dünya galası geçen hafta 41. Toronto Film Festivali’nde yapıldı. Deneyimli oyuncuyla Toronto’da içinden Haluk Bilginer ve Fatih Akın geçen bir söyleşi gerçekleştirdik.

1977’de Abbas Kiarostami’nin “The Report”ı (“Gozaresh”) ile sinemaya giren Shohreh Aghdashloo 1979’da İran İslam Devrimi sebebiyle İngiltere’ye göç etti. 1987’de Los Angeles’a giden oyuncu, orada tiyatrocu kocasının sahnelediği Farsça tiyatro oyunlarında rol aldı. 1990’da TV piyasasına giriş yaptı. 2003’de “Sisler Evi”nde (“House of Sand and Fog”) yan rolde boy gösterip Oscar’a aday olmasıyla yolu açıldı.
Bugüne değin de “Göl Evi” (“The Lake House”, 2006), “Hz. Meryem’in Öyküsü” (“The Nativity Story”, 2006), “X: Men: The Last Stand” (2006), “Soraya’yı Taşlamak” (“The Stoning of Soraya M.”, 2007) ve “Star Trek Beyond” (2016) gibi önemli filmlerde rol aldı. Röportajdaki samimiyetiyle dikkat çeken oyuncu bütün etnik kökenlere ve milletlere barış dilerken, Fatih Akın ve Haluk Bilginer’e övgü düzmeyi de ihmal etmedi.
‘YAN KOMŞUNUN KIZIYDIM’
Merhaba ben Türkiye’den…
Bizimle olduğun için çok teşekkür ederiz. Entelektüel insanlarız. Gerçekle kalırız. Işıkla kal. İncili öğrendiğimde duygusallaşmayı fırsata çevirdim ve araştırma yaptım. ‘Gospel of John’a denk geldim. Işıkla kal, karanlığa kayma asla!
Genelde en azından meselesiyle çarpan siyasi filmlerde oynuyorsunuz. Çeşitlilik ve etnik köken açısından ABD’de iş bulma durumu nasıl bugünlerde?
Bu konuda bir yükseliş var. Herkes, bireylerden ziyade toplu olarak hareket ediyor. İlk geldiğimde ‘yan komşunun kızı’ olarak görülüyordum. Tiyatro salonu açtım, Farsça tiyatro yaptım. Ama arka planları ve etnik kökenleri farklı olanların önü yavaş yavaş açıldı. Jackie Chan, Bruce Lee ile başlamıştı belki de bu. Her şey oyuncunun ülkedeki aktörlüğünde koptu. Tepeden tırnağa global olmalısınız. Bu da böyle bir mesele… Yeni Zelanda, Avustralya, İran, Türkiye derken hayat sanatı, sanat hayatı taklit ediyor.
Nasıl sonuçları var?
28 ülkeden aktörler var yeni yaptığım TV dizisinde. Birleşmiş Milletler gibi…
‘ERMENİ KARAKTERİ OYNAYACAK OYUNCU BULMAK ZOR’
1915 Ermeni olaylarını bilmeyenler için bu filmin değeri ne?
Çocuklarımızla özgür bir dünyada yaşıyoruz. Hepsi herkes için. Sevdiğim sarı bir oyuncak bebek vardı. Kuzenim aldı, ağlamaktan canım çıktı. Önemli olan onunla ilgilenmek. Bu dünyada başka insanlara da saygı duymalısınız. İç Savaş’ta da bencil karakterler var. Evet, ama önemli olan bir daha olmamasını beklersiniz. Filmle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Siyasi açıdan tartışmalı. Ama ilk takıldığım nokta şu oldu: Karakterlerin Türkçe ve Ermenice konuşmasını beklerdim.
Ama 2. Dünya Savaşı’yla ilgili önemli İngilizce filmler çekildi. Özellikle de Yahudi soykırımı ile ilgili… Marlon Brando ve diğerleri…
“Schindler’in Listesi”nde bile ana dil kullanılabiliyordu. Burada sıkıntı Türkçe’nin komik bir şekilde aralara serpiştirilmesi. Türkçe diyaloglar post-prodüksiyon döneminde ‘arka plan sesi’ olarak yerleştirilmiş. Bu yapaylık da ister istemez önde aksiyon akarken fazlasıyla kitsch ve rahatsız edici duruyor.
Aman Tanrım! İlginç.
Çok gülünçtü. İngilizce önde konuşuluyor, ama arkadakilerin, Türk askerlerin seslerinin sonradan eklendiği ve ağızlarına uymadığı belli oluyor.
Farsça filmlerde de aynı problemi yaşıyoruz. ‘Yallah yallah’ diyorlar önden, sonra her şeyi ondan ibaret zannediyorlar.
Fatih Akın’ın “The Cut”ında da oyuncu bulamama sıkıntısı sebebiyle Tahar Rahim oynamış ve proje İngilizce çekilmişti.
Elbette Ermeni karakteri oynayacak oyuncu bulmak zor.
O kabul edilebilir. Ama buradaki ses kullanımı çok gülünç!
Çok önemli bir arkadaşım var. Hiçbiri yapmak istemiyor. Çok saygıya değer bir oyuncu, ilk teklif ona gitti.
Haluk Bilginer?
Söyleyemem.
Almanca, Türkçe, Farsça fark etmez, hepsi sorun.
Benim düşmanlarım İran’a karşı olduğumu düşündü. Ama önemli olan adaletsizliklerin üzerine gitmek. Ben de derinlikli filmlerde veya dizilerde oynamaya çalışıp dünyada özellikli bir yere sahip olmak istiyorum.

“Soraya’yı Taşlamak” ve “Hz. Meryem’in Öyküsü”nü de düşününce siyaset tarihinin bambaşka dönemlerinden çıkan çok farklı rollerde boy gösteriyorsunuz.
Evet, hain olduğum için beni bağışla!
‘FATİH AKIN’LA ÇALIŞMALIYIM!’
Kariyerinize dönersek Hollywood’da son 15 senede çok etkili bir sahne kimliği geliştirdiniz. Karizmanız ve akılda kalıcı ses tonunuz ile yan rollerin aranan ismine dönüştünüz. Bunun sırrı “Sisler Evi”nde mi saklı?
Evet kesinlikle. Ama öncesinde söylemem gereken bir şey var: Fatih Akın’la çalışmalıyım. Ona selamımı ilet. En sevdiğim film “Duvara Karşı”…
Bu film için Vadim Perelman mı aradı?
Seçmelere katıldım. Bir İranlı oyuncu arıyorlardı. İran televizyon ve radyolarında böyle bir oyuncu aradıklarını söylediler. 300 kişi gitti. Hiçbiri oyuncu değildi. Kast direktörünü Beverly Hills ve Westwood’a göndermişlerdi. Oradaki en sevilen İranlı oyuncuyu sordular. Benim ismimi vermişler. ‘Shohreh, Shohreh’ demişler. Ama isim değişiyor. Çok güzel, güneşli bir günde beni aradılar ve ‘Soraya Abadaslı’ ile görüşmek istediklerini söylediler. ‘Benim adım başka dedim’, ‘olsun fark etmez gel bizimle’ diye cevap verdiler.
‘Soraya’ karakterinin geleceğini mi gördüler yoksa?
Kesinlikle. DreamWorks, “Sisler Evi” ile ilgileniyordu. Kitabı okudum. Okurken sesler çıkardım. Bir gün bu kitaptan film çekerlerse ve bana bu rolü veremezlerse haksızlık yapmış olurlar dedim kocama. Demokrasi yok dedim. Kocam ‘politik bir hayvan’ olduğumu söyledi. Sonra seçmeyi çektiler ve DVD’ye koydular.

Sonrasında 2014 yılında Haluk Bilginer ile “Rosewater”da oynadınız. Orada da bana göre filmin en iyi tarafları Bernal’ın anne-babasını canlandıran Bilginer ve sizdiniz.
Çok teşekkür ederim. Haluk’la çalışmaktan mutluluk duydum. Fazlasıyla Türk oyuncu ile çalıştım. Yoğun bir konsantrasyon, odaklanma ile role sarılıyorlar. Kendilerini adıyorlar. Numan da var.
Numan Acar, “The Promise”de de rol aldı. “Rosewater”da da vardı. Haluk Bilginer’le bir anınız var mı?
Sabah akşam, her saat politika konuşuyorduk, hepsi unutuluyor. Carcar gevezelik, ne zaman birbirimizi bulsak… Bir oyun yapmaya karar verdik. İstanbul’da küçük bir tiyatrosu var. Çok nazik bir adam, inanılmaz. Fazlasıyla sakin bir ruhu var. Onunla çalışmaktan çok mutlu oldum.
‘BENİ OYUNCULUK OKULUNA KIAROSTAMI SOKTU’
Sinema kariyerinize Abbas Kiarostami ile başladınız. 1977’deki filminde başroldeydiniz. Çok erken öldü. O dönemden ne hatırlıyorsunuz?
Evet… Çok trajik… Dünyada başka bir yerde olsaydı, daha güvenli olabilirdi. Belki de başka türlü bilemiyorum… Ama onunla çalışmak müthişti. Adeta oyunculuk okuluna soktu beni. 19 yaşında tiyatroya başlamıştım, 22’de onunla çalıştım. Bariz bir şekilde tiyatroda nasıl çalışacağımı biliyordum. Kameranın önüne ‘kendin ol ve diyalogları söyle, başka bir şey yapmana, yeni bir şey katmana gerek yok. Sadece karaktere odaklan’ dedi. Ben de hala yapıyorum bunu…
Kiarostami’nin filmlerinde oynamayı ABD’ye gelmeye tercih eder miydiniz?
Yani belki de. Sorunuz ‘devrim olmasaydı, bunu yapar mıydım?’ mı? Tehdit edilmeseydim ve filmlerin üretimi sürseydi, ‘niye ülkenizi terk edersiniz?’ gibi bir soru geliyor akla. Mecburiyet elbette…
Neyse barış içinde kalalım.
İranlı, Türk, Ermeni hepimiz… Barış kazansın…

KEREM AKÇA / ÖZEL RÖPORTAJ

Yorumlar kapatıldı.