İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Batı bizi bölmek mi istiyor?

Merve Şebnem Oruç
Son yılların 100 puan değerindeki en kritik sorusu bu: Batı bizi bölmeye mi çalışıyor, bizi bölmek mi istiyor? Yaşadığımız iç gerilimlerden, Orta Doğu’daki iç savaşlardan ve bölgesel çatışmalardan yola çıkıp sorduğumuz bu soruya verilen ‘Evet’ cevabı, sıklıkla ‘komplo teorisi’ ithamlarıyla karşı karşıya kalıyor… Batı bizi gerçekten bölmek istiyor ve bunu söylemekten çekinmiyor. Üstelik bunu Orta Doğu’ya barış gelecek iddiasıyla yapıyor, ama aslında bizi ve dünyanın geri kalanını çok daha korkunç bir girdabın içine sürüklüyor. Esas çözüm Avrupa’nın hatalarından da anlaşılabileceği üzere birlikte ve beraberlikte, ama zaten istenmeyen yegane şey ve tüm bunların oluş sebebi, Orta Doğu ve İslam dünyasında birlik ve beraberlik; bu gerçek artık çıplak gözle görülebiliyor.

***
 
Son yılların 100 puan değerindeki en kritik sorusu bu: Batı bizi bölmeye mi çalışıyor, bizi bölmek mi istiyor? Yaşadığımız iç gerilimlerden, Orta Doğu’daki iç savaşlardan ve bölgesel çatışmalardan yola çıkıp sorduğumuz bu soruya verilen ‘Evet’ cevabı, sıklıkla ‘komplo teorisi’ ithamlarıyla karşı karşıya kalıyor. Nedeniyse, cevaba ulaşma yönteminin bilgiye değil de sezgiye dayanıyor olması. Sezgiyi hafife almayanlardanım lakin doğruya doğru, ortaya atılan tezin altını bilgiyle, sezginin satır aralarını veriyle doldurmak icap ediyor. Bu nedenle kafamızı yerden kaldırıp dışarıya daha çok bakmamız gerek, çünkü gerçek
orada bir yerlerde duruyor.
Batı’nın bizi, yani Türkiye’yi ve Orta Doğu’yu bölmeyi istediği fikrinin kabul görmesinin nedeni, coğrafyanın bugünüyle yüz yıl öncesinin büyük benzerlikler göstermesi. Osmanlı’nın yıkılışına giden süreç, Sykes-Picot, cetvellerle çizilen haritalar eskimemiş travmalarımız olarak bugün yaşadıklarımızla bütünleşiyor. Ancak Batılı tarihçiler, politika yapıcılar ve siyaset bilimciler kendi dedeleri tarafından yapılan dizaynı dile getirmekten titizlikle kaçınıyor. Batılı medya organlarında ara sıra dolaşıma sokulan parçalanmış yeni Orta Doğu haritaları da infial uyandırıyor. Bu yüzden son yıllarda yeni bir bölünme modeli öngörülüyor ve bu son 2-3 yıldır gayet açıktan dile getiriliyor. Avrupa’nın 17. yy’da yaşadığı 30 Yıl Savaşları Orta Doğu’nun bugününe örnek gösterilerek sonunda imzalanan Vestfalya Barış Anlaşmaları Orta Doğu’nun kurtuluşu olarak öneriliyor.
Örneğin ABD’nin dış politikasını şekillendiren önemli isimlerden Zbigniew Brzezinski, bu öneriyi getirenlerden biri. Brzezinski, Foreign Policy’den David Rothkoph’a 2014’te verdiği bir röportajda, Orta Doğu’da yükselen dini özdeşleşmenin siyasi hareketliliğin temel motifi olduğunu söyleyerek bu durumun 30 Yıl Savaşları’na benzediğine vurgu yapıyor ve çözümün Vestfalya benzeri bir bölünmede olduğunu söylüyor.
Eski CIA Direktörü ve ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da 2014 yılında USA Today’e verdiği röportajda aynı benzetmede bulunarak ABD yönetiminin liderlik testinin sonucunun buna bağlı olduğunu dile getiriyor.
Aynı görüşleri farklı cümle dizilişleriyle dile getiren çok sayıda Batılı siyaset yorumcusundan biri olan Pulitzer ödüllü yazar Jack Miles, yine 2014’te Huffington Post’ta yayınlanan ‘Orta Doğu savaşı nasıl bitecek? Hıristiyan tarihi bir ipucu sağlayabilir’ başlıklı yazısında “Vestfalya Barışı 1648’de Avrupa’nın haritasını yeniden çizdi. Orta Doğu’da barış da aynısını yapabilir” diyor.
Ama en somut teklif ABD Dış Politikasını yarım asırdır şekillendiren az sayıda kişiden birinden, Henry Kissinger’dan geliyor. Kissinger yine 2014’te yazdığı ‘Dünya Düzeni’ adlı kitabın uzunca bir bölümünü bu konuya ayırıyor ve “Avrupa’da da 30 Yıl Savaşları’ boyunca çeşitli Hıristiyan grupların yıllarca birbirini öldürdüklerini, ama sonunda birlikte yaşamak zorunda anladıklarını” söylüyor; “birlikte ama ayrı…” Kissinger, Orta Doğu için çözümün Vestfalya tipi bir barışta olduğunu belirterek bozulan ‘Dünya Düzeni’ni restore etme görevini ihale ettiği ABD’ye bunu yapma sorumluluğunu yüklüyor.
Evet, 1648’de imzalan bir dizi anlaşmayla gelen Vestfalya Barışı sonucunda Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu yenilmiş, kazanansa egemenlik/özerklik ve sekülarizm olmuştu. Vestfalya aynı zamanda ulus-devlet sisteminin de doğduğu yerdi; buna ek olarak, bugünkü mevcut dünya düzeninin ve uluslararası hukukun normlarının çerçevesi de Vestfalya’da benimsenen prensiplere göre inşa edilmişti. Hadi diyelim ki, Sykes-Picot ifadesini kullanmadan bölünmeyi kabul ettik ve zaten parçalanmış olan coğrafya, Vestfalya Barışı türü bir anlaşmayla bir kez daha parçalandı; peki Orta Doğu’ya gerçekten barış gelecek mi?
Bunun cevabı “Vestfalya’dan sonra Avrupa’ya barış gelmiş miydi?” sorusunda saklı. Vestfalya’yı müteakip Dokuz Yıl Savaşı gibi bölgesel pek çok savaşı müteakip Napolyon Savaşları, onun devamında yine onlarca savaş ve ayaklanma çıkacak, toprak kavgaları ve milliyetçilik artacak, ve bunlar tarihin o güne kadarki en korkunç savaşına, 1. Dünya Savaşı’na giden kapıyı açacaktı. Avrupa’da diyalog ve entegrasyon arayışı, yükselen nasyonalizme ilaç olarak düşünülecek lakin gecikecek ve 2. Dünya Savaşı yaşanacaktı. Ancak yıllar sonra kurulabilen Avrupa Demir ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve günümüzdeki Avrupa Birliği’nin temellerini oluşturacak; yani ancak birlik ve beraberlik tahsis edildikten sonra Avrupa’ya barış gelecekti. Bugün AB’nin dağılmasından duyulan endişenin arkasında yatan da eski korkunç günlere geri dönme düşüncesinden başka bir şey değil aslında.
Batı’nın önde gelen isimlerinin ağız birliği etmişçesine 2014’te benzer önerilerde bulunmaları dikkat çekici; zira 2014 sonu Aralık ayında IŞİD Kobani’yi kuşatmıştı. Ve böylece PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Batı nezdinde IŞİD’le mücadele kapsamında meşrulaştırılması, Suriye’nin ve bunun devamında bölgenin bölünme senaryolarının görünürleşmesi süreci başlamıştı. Geçen hafta Cerablus’a indirilen Fırat Kalkanı’yla beraber Ankara’nın, Suriye’nin bütünlüğüne sık sık vurgu yapmasının ardında da bu gerçek var.
Batı bizi gerçekten bölmek istiyor ve bunu söylemekten çekinmiyor. Üstelik bunu Orta Doğu’ya barış gelecek iddiasıyla yapıyor, ama aslında bizi ve dünyanın geri kalanını çok daha korkunç bir girdabın içine sürüklüyor. Esas çözüm Avrupa’nın hatalarından da anlaşılabileceği üzere birlikte ve beraberlikte, ama zaten istenmeyen yegane şey ve tüm bunların oluş sebebi, Orta Doğu ve İslam dünyasında birlik ve beraberlik; bu gerçek artık çıplak gözle görülebiliyor.
Merve Şebnem Oruç
1980 yılında Kırklareli, Lüleburgaz’da doğdu. Mimarlık, fizik ve felsefe okudu. Uzun süre yazılım ve elektronik ticaret sektöründe çalıştı. Uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilik, genel müdürlük ve danışmanlık yaptı. Ticaret, gümrük ve ihracat üzerine çok sayıda web tabanlı projeye imza attı. Reklam sektöründe çalıştı ve metin yazarlığı yaptı. Günümüzde online medya sektöründe yöneticilik ve yazarlık yapmaktadır.

Yorumlar kapatıldı.