İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nerede dinci terör varsa arkasından o devlet çıkıyor

Suudiler’in kolu öyle uzun ki Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimindeki rolleri dahi tartışılıyor. Dünyada dinci terör konuşulurken sistematik olarak atlanan bir etken var: Suudi Arabistan. Hem inanç olarak aşırıcılığı besleyen, hem de cihatçıları finanse eden Suudiler nedense dinci terörde sorgulanmıyor. Suudiler’in kolu öyle uzun ki, Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimindeki rolleri dahi tartışılıyor. Scott Shane imzasıyla The New York Times’da çıkan makalede Suudiler’in terör ve aşırılık konusunda pek de konuşulmayan rolü sorgulandı.

İşte Odatv’nin çevirisiyle o makale:
Hillary Clinton ve Donald Trump pek fazla kabul etmiyor olabilirler, fakat Suudi Arabistan belki de bir istisnaydı. Clinton, Suudi Arabistan’ın ”genç insanların aşırılıkçı bireyler haline getirildikleri dünya geneline yayılmış radikal okul ve camilere” verdiği destek için hayıflanıyor. Trump ise Suudileri ”dünyanın en büyük terör finansörü” olarak tanımlıyor.
 Müslüman ülkelere ilk defa Amerikalı diplomat atandığında dünya geneline yayılmış 80 Müslüman ülkeye düzenlenen ziyaretler sonucunda anlaşılmıştı ki, Suudilerin etkisi İslami geleneklerden gelen hoşgörüyü yok ediyor. Resmi bir yetkili olan Farah Pandith geçen sene yayınladığı yazısında diyor ki; ”Eğer Suudilerin her ne yapıyorlarsa buna bir son vermezler ise, eylemlerinin diplomatik, kültürel ve ekonomik sonuçları olmalıdır.”
 Herhangi bir TV kanalı ya da gazete köşe yazarının Suudi Arabistan’ı cihadçı şiddeti desteklemekle suçlamadıkları bir hafta dahi olmasa gerek. HBO’da, Bill Maher, Suudileri tanımlarken ‘ortaçağ’ takma adını kullanıyor. The Washington Post’ta yazan Fareed Zakaria ”Suudiler İslam dünyasında bir canavar yarattılar,” diyordu.
SUUDİLERİN İSLAM DÜNYASINA ETKİSİ
Şu fikir artık sıradan bir hal aldı: Suudi Arabistan’ın kendi topraklarının dışına yaymaya çalıştığı ve Vahabilik olarak bilinen katı, bağnaz, ataerkil, köktenci İslam anlayışı küresel aşırılıcığı besliyor ve terörizme katkıda bulunan asli unsurdur. İslam Devleti projesinde olduğu gibi Batı’yı şiddet çağrıları yaparak tehdit eden, doğrudan ya da bir ülkeden diğerine sıçrayan terör saldırılarını motive eden, eski bir tartışma olan Suudilerin İslam üzerindeki etkileri yeni bir boyut kazanıyor.
Eğer günümüzde dünya daha fazla bölünmüş, tehlikeli ve şiddet dolu bir yer haline gelmiş ise, bunun sebebi Müslüman dünyasının tarihsel kalbi olan ülkenin son elli yıldır kendi inancını petro-dolar desteği ile yaymaya çalışmasının birikiminin neticesi olabilir mi? Ya da Batılı dost diktatörlerin sıklıkla ve fazlasıyla destek verdikleri Suudi Arabistan, aşırılıkçılık ve terörizm konusunda pek çok karmaşık sebepler içerisinde kullanışlı bir günah keçisi haline mi getiriliyor? ABD’nin kendi davranışları da burada bir sebep değil mi?
HEM KUNDAKÇI HEM İTFAİYECİ
Bunlar oldukça tartışmalı sorular, kısmen çünkü Suudi devletinin tutarsız dürtüleri var.
Aşırılıkçı İslam krallığında, Suudiler ”hem kundakçı hem de itfaiyeci” görevi görüyorlar, Brookings Institution’da eğitmen olan William McCants böyle demişti. ”Bunlar İslam’ın oldukça zehirli bir formunu destekliyor, gerçek müminler ile geriye kalan Müslüman olmayan herkes arasında oldukça keskin bir çizgi çiziyorlar,” kendisi aynı zamanda Suudilerin şiddet yanlısı cihadçıları desteklemekte ideolojik yem kullandıklarını belirtiyor.
Fakat aynı zamanda, üç düzine akademisyenden, devlet yetkililerinden ve çeşitli ülkelerden İslam uzmanları ile yapılan görüşmelerin yeraldığı makalede McCant şu sözleri de ekliyor, ”Suudiler terör-karşıtı eylemlerimizde de müttefikimizdir.”
Suudi liderler Batı ile iyi ilişkiler kurmak istiyorlar ve cihadcı şiddetinin kendi yönetimlerini tehlikeye atan bir tehdit olarak görüyorlar, bilhassa şimdi İslam Devleti krallıklarında saldırılar başlatmışken -hükümetin verdiği rakamlara göre son sekiz ayda 25 saldırı gerçekleşmiş. Fakat aynı zamanda İran ile aralarında varolan düşmanlığı da sürdürüyor ve inançlar üzerine kurulu bir gericiliğe kendilerini adamış dini kurumlarına olan bağlılıklarını sürdürüyorlar. Bu çelişkili hedefler kafa karıştırıcı şekilde tutarsız davranışlar içerisinde tükeniyor.
HER ÜLKEYLE TEMAS
Birleşik Devletler hükümetine danışmanlık yapan Norveçli terör uzmanı Thomas Hegghammer diyor ki, Suudilerin kendi inanç anlayışlarını yayma gayelerinin en önemli etkisi belki de İslam’ın evrimsel sürecini yavaşlatıyor oluşudur, İslam’ın farklı ve küresel dünyaya olan doğal uyumunu engelliyorlar. ”20.yy’da eğer İslami bir reform yaşanmış olsaydı, Suudiler muhtemelen önüne geçmeye çalışırlardı.”
Suudilerin yaptıkları hayret vereci olan, içerisinde Müslüman toplum olan her ülkeyle kurdukları temas, İsveç’te bulunan Gothenburg Camii’nden Çad’da bulunan Kral Faysal Camii’ne kadar, Los Angeles’te bulunan Kral Fahad Camii’nden Kore’de bulunan Seul Merkez Camii’ne kadar. Suudi hükümeti tarafından destek sağlanmıştır; kraliyet ailesi tarafından diyelim; Suudi yardımseverliği neticesinde; ve Dünya Müslüman Birliği gibi Suudi destekli organizasyonların da dahil olduğu, Dünya Müslüman Gençlik Toplantısı ve Uluslararası İslami Yardım Organizasyonu’na ihtişamlı binalar donanım olarak, vaazlar ve eğitim ise yazılım olarak kullanılıyor.
PARANIN AKIŞI VE DİNE ETKİSİ
Yaygın olan görüşe bakılırsa, Suudi ideolojik dogması düzinelerce ülkede bulunan İslam geleneğini bozulmaya uğratıyor – bunun sonucunda yüzyılın yarısı boyunca tahminlere göre on milyarlarca dolar boyutundaki savurganca yapılan dini harcamaları daha da artmasına neden olmuştu. Bu sonuç pek çoğu Güney Asya’dan getirilen misafir işçiler ile daha da güçlenmiş, bu işçiler ülkelerine dönerlerken Suudi İslam anlayışını da yanlarında taşımışlardı. Pek çok ülkede olduğu gibi, Vahabilik sert bir dini yargılama anlayışına cesaret veren vaazlarda bulunuyor, zina yapanı taşlamak ve İslam’dan çıkanı idam etmek Mısır’da, Pakistan ve öteki ülkelerde büyük destek görüyor.
Fakat Suudi etkisinin tükenişi tam olarak nasıl oluyor da yerel şartlara bağlı görünüyor? Örneğin Afrika’nın bazı bölümlerinde ve Güneydoğu Asya’da, Suudilerin verdikleri eğitimler dini kültürü belirgin ölçüde muhafazakar bir çizgiye çekiyor, çoğunlukla görünür şekilde kadınların saçlarını kapatmaları, erkeklerin ise sakal uzatmaları yönünde kendisini gösteriyor. Avrupa’da bulunan Müslüman sığınmacı topluluklar arasında, görünüyor ki ne Suudi etkisi radikalleşmenin yegane sebebi, ne de en önemlisi. Pakistan ve Nijerya gibi bölünerek ortaya çıkmış ülkelerde, Suudi parasının akışı ve ideolojik etkileri dinin en öldürücü boyutunu getiriyor.
TERÖRİZMİN FİNANSÖRÜ
Pek çok ülkede bulunan küçük bir azınlık için, Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve yanısıra Şii, Sufi ve öteki geleneksel Müslümanların kötülenmesiyle gerçekleşen dışlayıcı Sünni İslam’ın Suudi varyasyonu, insanların el-Kaide, İslam Devleti ve öteki şiddet yanlısı cihadcı gruplar tarafından cezbedilmelerini kolaylaştırabilir. Suudi etkisini izleyen Washington merkezli Demokrasiyi Savunma Kuruluşu’nun üst düzey üyelerinden David Andrew Weinberg şöyle diyor; ”Ötekini insanlık dışı görmeye başlamanıza neden olacak bir etki altında kalırsanız -ve Allah’ın sözlerinin etkisinde- silah altına alındığınızda daha az hassas olmanıza neden olur.”
 Gösteriyor ki Suudi Arabistan’ın kendisi sadece Usame Bin Ladin’i desteklemekle kalmamış, 11 Eylül’ü gerçekleştiren 19 intihar eylemcisinden 15’ine de destek sağlamış, Irak’a 2003’ten sonra öteki hiç bir ülkeden olmadığı kadar fazla intihar bombacısı göndermiş, karşılaştırdığımızda İşid’e Suudi Arabistan’dan katılan 2500 kişi, Tunus dışında öteki tüm ülkelerin sayısının üzerindedir.
IŞİD DERS KİTABI SUUDİLERDEN
Türkiye’nin Diyanet Başkanı Mehmet Görmez, Ocak ayında Riyad’da Suudi din adamları ile gerçekleşen görüşmesinde, Suudi yetkililer trörizm suçlaması ile bir günde 47 kişiyi idam etmişler, bunların 45’i ise Suudi vatandaşıydı. ”Dedim ki: Bu insanlar sizin ülkenizde 10-15 yıl kadar İslam eğitimi alıyorlar. Acaba eğitim sisteminizde mi bir sorun var?” Görmez bir röportajda böyle diyordu. Aynı zamanda kendisi Vahabiliğin İslam inancının temelinde olan bilim ve öğrenmeye açık olmak, tolerans, çoğulculuk gibi konulara zarar verdiği hakkında tartışmış. ”İslam dünyasının yaklaşık olarak tamamında durumun böyle olması çok üzücü,” diyor Görmez.
IŞİD’in hüküm sürdükleri topraklarda bulunan okullarında öğrenciler eğitim vermek için Suudi Arabistan’da resmi olarak okullarda okutulan bir ders kitabını aynen alarak 2015’te kendi kitabı olarak basarak kullanmaya başlamaları Suudi yetkililer için ne büyük bir utanç kaynağı. Yakın Doğu Politikaları üzerine çalışan Washington Institute’te eğitmen olan Jacob Olidort’a göre; Müslüman alimleri tarafından yazılan 12 kitabın İslam Devleti tarafından yeniden basılmasının yanında, 18.yy’da Suudi İslam okulunun kurucusu Muhammed ibn And el-Wahhab tarafından yedi eser de aynı şekilde İslam Devleti tarafından tekrar basımları yapıldı. Mekke’de bulunan Büyük Camii’nin eski imamı, Şeyh Adil -el-Kalbani Ocak ayında televizyonda gerçekleşen bir röportajda malesef şöyle deklare ediyordu, ”İslam Devleti bizim kitaplarımızda yazdığımız fikirler ve prensiplerden ilham alıyorlar.”
Suudi uygulamalarındaki küçük detaylar sorunum büyümesine neden olabilir. Son 20 yılda krallık Kuran’ın İngilizce çevirisini yayınladı, ilk sure ya da ilk suresinde, parantez içerisinde Yahudilere ve Hristiyanlara Allah’ı kaynak göstererek verilen referanslarda şöyle yazıyor: ”Sizi kızdıranlar (Yahudiler gibi), ne de yoldan çıkanlar (Hristiyanlar gibi).” George Washington Üniversitesi’nin İslami çalışmalar bölümünden ve aynı zamanda yeni Kuran Çalışması adlı Kuran’ın İngilizce açıklamasının baş editörü Seyid Hüseyin Nasr diyor ki, ”bütünüyle sapıklık, İslam geleneğinde yeri yok.”
SUUDİ ETKİSİ ZARARLI
Aşırılıkçılara ve terörizme karşı çalışmalar yürüten pek çok Amerikalı yetkilinin çalışmaları Suudilerin meydana getirdikleri karanlık etkiye göre biçimleneniyor ve hatta ilişkileri hassaslaştırması nedeniyle, çalışmalarını tartışmaya açmakta oldukça gönülsüzler. Birleşik Devletler son yıllarda Suudilere terör karşıtı işbirliğine güveniyor – örnek vermek gerekirse, Suudilerin verdikleri bilgiler 2010 senesinde el-Kaide’nin iki Amerikan kargo uçağını patlatma planlarının engellenmesini sağladı – radikalleşme konusundaki nüfusunu dert etmenin önüne geçmiştir. Ve Amerikan Üniversitelerinin profesörlerine ve araştırma merkezlerine, oldukça elit kurumlara cömert Suudi fonları, eleştiri yapmaktan caydırdığı gibi Vahabi misyonerliğinin etkileri konusunda araştırma yapmak için cesaret kırıcı bir rol oynuyor, en azından Suudilerin küresel anlamda İslam üzerindeki etkileri hakkında bir kitap yazan Mr. McCants ve öteki eğitmenler böyle söylüyorlar.
Dışişleri Bakanlığı’nın dünya genelinde Müslüman topluluklara verdiği özel temsilde emekli bir Amerikalı resmi yetkili olan Ms. Pandith, bu konuda sesli şekilde konuşmaya başladı. 2009’dan 2014’e kadar bu hanımefendi 80 ülkedeki Müslümanları ziyaret etti ve karara vardı ki İslam üzerindeki Suudi etkisi evrensel olduğu kadar zararlı da. ”Ziyaret ettiğim her yerde, Vahabi etkisi sinsice pusuya yatmıştı,” kendisi The New York Times’a geçen sene böyle yazmıştı. Ayrıca diyor ki, Birleşik Devletler ”aşırılık yanlısı imamların eğitimlerini engellemeli, Suudi ders kitaplarını ve nefret söylemleri ile doldurdukları çevirileri reddetmeli, Suudilerin yöresel Müslüman inançlarını ve kültürlerini yıkarak yerlerine başka tür bir İslam getirmesine engel olunmalı.”
SUUDİLERİ SUÇLAYAMAMAK
Şimdilik İslam ve aşırılıkçılık üzerine çalışan alimlere ek olarak pek çok ülkede radikalleşme üzerine uzmanlaşmış kimseler, Suudi Arabistan’ın dışarıya taşıdığı baskın olan kavramı geri çevirerek mevcut aşırılıkçılık ve şiddet yanlısı cihadçılığın mesuliyetini üstlenmesini istiyorlar. Bunlar İslamcı terörizmin yükselişi ve yayılması konusunda farklı kaynakları işaret ediyorlar, buna Orta Doğu’da bulunan baskıcı seküler devletler de dahil, yöresel adaletsizlik ve bölünmeler, interneti törörist propaganda yapmak için kullanmak, ve Afganistan’daki Sovyet karşıtı savaştan Irak’ın işgaline kadar Müslüman dünyasına Amerikan karışması bu konuda etkili. 20.yy ideologları modern cihadçılar üzerinde en etkili kesim, Mısır’daki Seyyid Kutub ve Pakistan’da bulunan Abul Ala Maududi gibi, onları aşırı uçlara çekiyorlar, Batı karşıtı bakış açısı pek çok Suudi etkisi dışında. El-Kaide ve İslam Devleti Suudi yönetimini hor görüyorlar.
 Eski bir Suriye’nin Birleşik Devletler elçisi Robert S.Ford diyor ki, ”Amerikalılar suçlayacak birisini arıyorlar, bir kişi, politik bir parti ya da ülke, fakat bundan çok daha karmaşık bir konu var ortada. Suudileri suçlamak konusunda dikkatli davranıyorum.”
HOŞGÖRÜ YOK
Suudi dinsel inancının etkisi belki de zarar verici olabilir, ancak uzmanlar bu etkiyi yekpare değil çok parçalı olarak tanımlıyorlar. Resmi Suudi İslami eğitiminin önde gelen bir doktrini yöneticilere koşulsuz itaat olduğunu söylüyor – ancak bu ulusları yıkmayı hedefleyen talimatlara cesaret veriyor. Pek çok Suudi ve Suudi eğitimi almış din adamı dinginlik yanlısı, politik şiddetten uzak durmak için politikadan sakınan, yazıtların ve duaların anlamlarını kavramaya kendilerini adamış durumdalar.
Ve özellikle 2003’ten itibaren, el-Kaide saldırıları krallıktakilerin saldırgan bir tehditle karşı kaşıya olmalarını sağladı, Suudi Arabistan şiddet yanlısı vaazlar veren vaizleri azaltmak konusunda daha agresif bir tutum izlemeye başladı, terör örgütlerine sağladığı finansı kesti ve terörist planları engellemek için Batılı istihbarat birimleri ile işbirliğine başladı. 2004’ten 2012’ye kadar, 3500 imam aşırılıkçı görüşlerinden vazgeçmedikleri için işlerinden kovuldular, ve 20.000 imam yeniden eğitimlere gönderildilerse de, Birleşik Devletler Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu’nun şüpheci yaklaşımlarına bakacak olursak eğer, verilen hoşgörü eğitimi damlalıkla dağıtılıyor denecek kadar düşük ölçüde.
SUUDİ BAĞNAZLIĞININ KÖKENİ
Uzun süre Suudi Arabistan’da ikamet etmiş Amerikalı bir eğitmen – kendisi krallığa yapacağı potansiyel seyahatlerin engellenmemesi için ismi gizli kalma şartıyla bizimle konuştu – diyor ki, inandığı kadarıyla Suudilerin bu etkisi Amerikan konuşma kürsülerinde sıklıkla abartılmış bir biçimde ele alınıyor. Fakat kendi kanaatine göre bu durum iklim değişikliğine benziyor. Bir derecelik br değişim bile nihayetinde şiddetli bir küresel etkiye neden olabilir, aynı buzulların erimeleri ve canlıların soylarının tükenmesi gibi, yani Suudi eğitimi pek çok ülkede etkisini yitirmiş durumda.
Suudi misyonerliği gençler için dini çekim alanının merkezinin yerinin değişmesi ile bir sonuca erebilir diyor alim.
Neden Suudi Arabistan dünyanın geri kalanına iğrenç gelen bir ideolojiyi terk etmeyi bu denli zor buluyor? Suudi ikileminin anahtarı üçyüz sene öncesinde gerçekleşen bir ittifakın kökenlerine dayanıyor ve bu halen Suudi devletinin temelinde bulunuyor. 1744’te, Muhammed ibn el-Vahhab, reformist bir din adamı, Arap Yarımadası’nın sert çöl şartlarında güçlü bir kabile lideri olan Muhammed bin Saud’un korumasını kazanmaya çalışmıştı. İttifaktan her iki taraf da fayda sağlamıştı: Vahhab hareketi için askeri bir koruma elde etmiş, yedinci yüzyılda henüz peygamber Muhammed’in hayatta olduğu yıllarda, İslam’ın ilk dönemlerinde neyin değerli olduğuna dair Müslümanlar onun inandıklarına yönelsinler istemişti. (Kendisinin inancı Selefiliğin bir varyasyonuydu, İslam’ın muhafazakar okulu Selefiliği öğretiyordu, ya da mütedeyyin ataların sahip oldukları kusursuz yol ve inanca özeniyorlardı.) Karşılıklı olarak, Suud ailesi İslamcı bir din adamının desteğini kazanmıştı – güç kullanan bir bağnaz olarak bilinir, kadınların zina yaparlarsa taşlanarak öldürülmelerinde diretirdi.
VAHHABİLİĞE PETROL AŞISI
Vahhab’ın sahip olduğu İslam’ın detaylı varyasyonu, ilerleyen yüzyıllarda Suudi dininin etkisini tanımlayacak iki tarihsel kazadan ilkiydi. Vahablik olarak tanımlanan bu unsur geçmişte ”kabilesel bir çöl İslamı’ydı,” Washington’da bulunan Amerikan Üniversitesi, İslam araştırmaları başkanı Akbar Ahmet böyle diyor. Bu anlayış sert ve haşin bir ortamda şekillenmişti – yabancı düşmanı, son derece vahşi, türbelere ve mezarlıklara karşı, sanat ve müziğe karşı çıkan, ve Bağdat ya da Kaire gibi çeşitli ticaret kentlerinin kozmopolit İslam anlayışından büyük ölçüde farklı.
İkinci tarihi kaza 1938’de geldi, Amerikalı madenciler Suudi Arabistan’da yeraltında büyük ölçekli petrol yatakları buldular. Petrol geliri Arap-Amerikan Petrol Şirketi ya da Aramco tarafından yaratılmış, müthiş bir zenginlik getirmişti. Fakat aynı zamanda bükülmez bir sosyal ve ekonomik sistem baki kalmış, ve muhafazakar dini kurum aşırı büyük bir bütçeyi kendi haşin özelliklere sahip İslam anlayışını dışarıya taşımasına yardımcı olmuştu.
 ”Bir gün geliyor petrol buluyorsunuz ve tüm dünya size akın ediyor,” Profesör Ahmet böyle diyordu. ”Allah bu yolla size kendi İslam anlayışınızı tüm dünyaya yayma becerisi bahşediyor.”
DÜNYA DEĞİŞTİ ONLAR DEĞİŞMEDİ
1964’te, Kral Faysal tahta çıktığı zaman, İslam’ı yayma yükümlülüğünü de benimsemişti. Pek çok açıdan modernleştirici bir etki, Batı ile yakın bağlar içerisinde, buna rağmen Suudi cömertliğinin imgesi haline gelen Vahhabi doktrinini elden geçirmeye isteksiz davranmıştı. Sonraki kırk yılın ardından, sadece Müslüman olmayan çoğunluğun yaşadıkları ülkelere, Suudi Arabistan 1359 cami, 210 İslami merkez, 202 yüksekokul ve 2000 okul inşa etti. Suudi parası 16 ayrı Amerikan camiisine finans sağladı; dört tane de Kanada’da; ve Londra’da, Madrid, Brüksel ve Cenova, bu bilgi Ain el-Yakeen adlı resmi bir haftalık suudi raporunda veriliyor. Toplamda harcanan, imamların ve öğretmenlerin de dahil olmasıyla birlikte, milyarlarca Suudi riyali boyutunda, (dolara göre 1/4 oranında değerli bir para birimi), raporda bu bilgilere de yer verilmiş.
Suudi din eğitiminin özel bir yeri bulunmaktadır, çünkü Peygamber Muhammed’in doğduğu, İslam’ın iki kutsal kentinin, Mekke ve Medine’nin bulunduğu yerden gelmektedir. Asya ya da Afrika’da bulunan Müslüman ülkelere ya da Avrupa’da ya da Amerika’da bulunan Müslüman komünlere varan Suudi imamlar geleneksel Arap giysilerini giyiniyorlar, Kur’an’ın diliyle konuşuyorlardı -yanlarında cömertçe kullandıkları bir çek defteri bulunuyordu- ve bu onları otomatik olarak güvenilir yapıyordu.
20.yy ilerlerken ve farklı uluslardan insanlar ve inançlar rutin şekilde birbirlerine karışırken, Vahabiliğin öğretilerinin bağnaz, dışlayıcı doğası daha fazla bir biçimde kullanışsız kalıyordu. Fakat Suudi hükümeti inanç sistemlerini değiştirmeyi ve yumuşatmayı inanılmaz derecede güç bir iş olarak gördü, bilhassa 1979’dan sonra.
SUUDİLER VE ABD NASIL ÇALIŞTI
O yıl Tahran’da, İran devrimi radikal bir Şii hükümetine büyük bir güç sağlamıştı, bu sembolik anlamda Suudi Arabistan’a meydan okumaktı, hem de Sünni inancının liderine, küresel İslam’ın liderine karşı bir meydan okuma. İslam Cumhuriyeti’nin deklare edilmesi iki İslam kolu arasında bir rekabet ortamı yaratmış, İran karşıtı gayretlerini arttırmaları ve Vahabiliği tüm dünyaya yaymaları için için kamçılayıcı bir rol oynamıştı.
 Sonrasında şaşkına çeviren bir çarpışmayla, 500 Suudi aşırılıkçıdan oluşan bir grup Mekke’nin Büyük Camii’ni iki hafta boyunca işgal etmişlerdi, toplum içerisinde Suudi yetkililerin Batı’nın kuklası olduklarını dile getirmişler ve gerçek İslam’a ihanet etmekle suçlamışlardı. Asiler nihayetinde alaşağı edildiler, fakat isyana önderlik eden din adamları ancak hükümet vahabiliğin sınır dışına daha saldırgan bir şekilde taşınacağı sözünü verdikten sonra geri döndüler.
 Nihayet, yılın sonunda, Sovyetler Birliği Afganistan’ı istila etmiş ve ele geçirdikleri güç ile Komünist hükümeti desteklemişlerdi. Pek yakında mücahid hareketinin ya da İslam adına savaşan kutsal savaşçıların başkaldırısı ile yüzleşeceklerdi, bunlar on yıl sürecek bir savaşla işgalcileri yurtlarından atmak için dünyanın her yanından savaşçılar getirmişlerdi.
 1980’ler boyunca, Suudi Arabistan ve Amerika büyük Afgan savaşını sürdüren bu mücahidleri finanse etmek için birlikte çalışmışlardı, bu sayede dünya genelinde Müslümanlar için soylu bir silahlı cihad kavramını yeniden canlandırmışlardı. Başkan Ronald Reagan, sakallı bir grup ”Afgan Özgürlük Savaşçılarını” Oval Ofis’te mükemmel şekilde ağırlaşmış, o günlerde henüz bu kimselerin teolojik ve sosyal görüşlerinin ileride Taliban ile kucaklaşacağını öngörememekteydiler.
SİZİN İSLAM ANLAYŞINIZ BİZİM İÇ GÜVENLİK MESELEMİZ
Aslında, Birleşik Devletler ”cihad edebiyatı” projesine1986’dan 1992’ye kadar 50 milyon dolar harcamıştı -bastıkları kitaplar Afgan çocuklarını ve yetişkinlerini Ruslar gibi kafir gayrımüslimlere karşı şiddete yönelmeye cesaretlendirir nitelikte içeriklere sahiplerdi. Peştuca konuşanlar için ilkokul bir derecesinde basit bir dille yazılmış ders kitabında, örnek olarak, New York Üniversitesi’nde doçent bir profesör olan Dana Burde’ün makalesinde geçtiği üzere, ”Mücahid” ya da cihad savaşçılarının illüstratif çizimleri bulunuyordu. Altında ise şöyle diyor, ”Benim kardeşim bir Mücahid, Afgan Müslümanları mücahidlerdir. Kardeşimle birlikte cihad yapyıorum. Kafirlere karşı cihad yapmak bizim görevimiz.”
 11 Eylül saldırısından aylar sonra bir gün, Robert W.Jordan, uzun zamandır bu görevi sürdüren Birleşik Devletler’in Suudi Arabistan elçisiyken, Suudi Arabistan’ın Birleşik Devletler elçisi Prens Bandar Bin Sultan’dı. Prens bir camiyi işaret ederek şöyle demişti, ”Oradaki imamı henüz kovdum.” Söylediğine göre adam çok saldırgan vaazlar veriyormuş.
 Mr. Jordan ise, Teksaslı bir hukukçu, saldırıyı el-Kaide’nin gerçekleştirdiğini söyledikten sonra, aşırıcılığı yaymak konusundaki girişimlerine bir son vermeleri için Suudi hükümeti üzerinde baskıyı arttırmıştı. ”Onlara söyledim: ‘Okullarınızda öğrettiğiniz ve camilerinizde vaazlarını verdiğiniz İslam anlayışı artık sizin iç meseleniz olmaktan çıktı. Artık bizim ulusal güvenliğimizi etkiliyor,” diyordu.
SUUDİ DERS KİTAPLARINDA ŞİDDET
Sovyet karşıtı cihad hareketinin verdiği desteklenen haşin bir İslam inancına cesaret ve finans sağlayan yılların ardından, Birleşik Devletler gidişatı tersine çevirmişti – fakat bu tersine çevirme işlemi 1990’lardan sonra ve 11 Eylül saldırılarından sonra aşama aşama gerçekleşmişti. Fakat Suudi Arabistan’a uygulanan baskı konusunda Amerikalı yetkililer fazla sert değillerdi, Amerikanın Suudi petrolüne ve istihbarat konusunda işbirliğine ihtiyacı olduğunu düşünebilecek kadar zeki idiler. Suudi reformu ızdırap verici derecede yavaş adımlarla ilerliyordu.
 11 Eylül’den 12 yıl sonra, Amerikalıların Suudi eğitim sistemi hakkındaki sessiz şikayetlerinden yıllar sonra, bir Dışileri Bakanlığı yüklenicisi olan Uluslararası Din ve Diplomasi Merkezi, resmi Suudi ders kitabı üzerinde sürdürdükleri çalışmaları tamamlayabildiler. Bunlar ise, bağnazlık ve şiddet yanlısı kısımları budadıktan sonra bile geriye kalan materyalin itiraz edilebilir nitelikte olmaya devam ettiğini bildirdiler. Yetkililer 2013 çalışmasını asla yayınlamadılar, sebep Suudilerin kızmalarından korkuyor olmalarıydı. The New York Times bu belgeye bilgi edinme hakkı çerçevesinde ulaşabildi.
 Yedinci sınıftakilere verilen derste ”Allah’ın sözlerini yüceltmek için kafirlerle savaşmak” öğretiliyor, bu işin Allah’ın en sevdiği eylemlerden biri olduğu söyleniyordu, bulunan raporun düzinelerce pasajı kaygı verici nitelikteydi. Onuncu sınıf öğrencileri Müslümanların dinden çıkmaları durumunda üç gün boyunca hapsedilmeleri ve kararında ısrar edecek olursa ”kendi gerçek dinlerinden uzak tutmak için öldürülmeleri gerektiğini” öğreniyorlardı. Dördüncü sınıf öğrencileri Müslüman olmayanların ”İslam hakkındaki gerçeği bildiklerini ancak buna rağmen onu kabul etmediklerini, bu konuda Yahudilerin de kendilerine eşlik ettiklerini” okuyorlardı, ya da ”Hristiyanlar gibi, gerçeğin yerine cehaleti ve yanılsamaları tercih ettikleri” okutuluyordu.
 Hükümet tarafından basılmış ve dağıtılmıuş bazı kitaplar, bilim, modernleşme ve kadın hakları konularını düşmanca gösteriyor, bunu yaparken açıkça değil oldukça kurnazca bir şekilde yapıyordu –örneğin savunduğu, büyücülerin idam edilmeleri gerektiği ve Rotary Club ve Lions Club’ın tehlikelerine karşı dikkatli olmak gerektiğini söylemeleri gibi. (Onuncu sınıf ders kitabında bu gruplar Siyonist hareketin amaçlarına ulaşması için çalışıyor olarak tanımlanmışlardı.)
 Ders kitapları ya da öteki Suudi eğitim malzemeleri benzer içeriklere sahip, araştırmanın ortaya çıkardığına göre bunlar pek çok başka ülkeye de dağıtılmış. Ders kitapları reformu 2013’ten itibaren devam ediyor, ve Suudi yetkililer başka ülkelere gönderdikleri kitapları da değiştirmeyi denediklerini söylüyorlar.
SUUDİ İNANCI GELİNCE NELER OLDU
Fakat çalışmanın gösterdiği gibi, ders kitapları Suudilerin Vahabiliği küresel boyutta yaymak için sağladıkları cömert fonun sadece ufak bir bölümü. Çalışmaya göre, çoğu yerde, ”Suudiler tarafından fonlanan Vahabist fakülteler bağışların en büyük bölümünü oluşturuyor (Suudiler tarafından finanse edilen bir Vahabi okulunda eğitim almak), bir camiye Vahabi imam atadılar, ve sonunda uluslararası Vahabicilik üzerine kurulu eğitim sistemi tarafından kontrol altına alındılar.”
Bu ideolojik yol silindiri, Müslümanların farklı mezheplere ayrıldıkları ve yüzyıllar içerisinde birlikte yaşamaya uyum sağladıkları çeşitli yerleri düzleyip geçti. Seyid Şah, Pakistanlı bir gazeteci Birleşik Devletler’de doktora yapmakla meşgul, kendi kasabasındaki tahribi tanımlamış, her şey Suudi destekli bir seminere katılmak için Pakistanlı genç bir vaizin geldiği kasaba, Afganistan sınırına pek de uzak değildi.
Söylediğine göre kasaba halkı uzun zamandır birlikte yaşayan Müslüman inancına sahip insanlardı, ”Bizler Sünniyiz, fakat kültürümüz, geleneklerimiz Şia ve Barelvi ve Deobandi’nin bir karışımıydı.” Mr. Şah İslami mezheplerden söz ediyor.Ailesinin Barelvi türbesini ziyaret etmek istemiş ve Şia komşularının toplum içerisinde dini bir ritüeli yerine getirerek kendilerini kırbaçlamalarını izlemişlerdi. ”Biz bunu kendimize yapamazdık, ancak orada bulunan insanlara şekerlemeler ve su dağıttık.”
Söylediğine göre, yeni vaiz Barelvi ve Şia mezheplerinin inanca ters olduğunu belirtmiş, toplumu kendi içinde ayırmayı ve seneler boyunca aralarında sert tartışmalar çıkmasını sağlamıştı. 2010 yılında, Şah’ın söylediğine göre, ”her şey değişmişti.” O güne kadar saçlarını bir şal ile örten kadınlar Burka giyinir olmuşlardı. Militanlar seküler müzik albümlerinin satıldıkları dükkanlara saldırmaya başlamışlardı. İki defasında, teröristler kasabanın yerel ve meşhur türbesini patlayıcılarla yıkmaya çalışmışlardı.
 Şimdilerde, Mr. Şah diyor ki, aileler dahi ayrıldılar; kendi kuzeni demiş ki, ”sadece Suudi inancı makbuldür.” Söylediğine göre koca bir jenerasyonun esnemez ve bağışlaması olmayan bir iman anlayışı ile ”beyinleri yıkanmış.”
 ”O günler oldukça zordu,” diyor. ”Başlangıçta herkesin sorunu aynıydı ve ekonomik problemlrimiz vardı ancak kültürel olarak bozulmamıştık.”
 Sözlerine şöyle devam ediyor, ”Fakat şimdi her şey oldukça zor çünkü bazı insanlar Suudi kültürü bizim kültürümüz olsun istiyorlar, ötekiler ise onlara karşı.”
SUUDİLERİN ETKİSİ
Christine Fair, Pakistan’da bulunan Georgetown Üniversitesi’nde uzman, diyor ki Mr. Şah’ın açıklamaları inanılır boyutta. Fakat pek çok alimin inanç üzerindeki Suudiler’in yıkıcı etkisini tanımlaması gibi, Pakistan’da bulunan saldırganlığın yerel sebepleri bulunuyor. Suudi parası ve eğitimleri sorgulanamaz ”pozitif katalizör” görevi gördüğü sürece, Pakistan’ın mezhepçi sorunları ve şiddet yanlısı cihad anlayışı, ülkenin Hindistan’dan 1947 senesinde ayrılmasından itibaren ortaya çıkmış.
 ”Suudilerin etkisi olmadan Pakistan’ın İsviçre gibi bir yer olacağını düşünmek de ayrıca komik.”
 Tüm şüphelilerin arka planda küçük suç geçmişleri bulunuyor; İslam hakkındaki bilgileri dostları tarafından yüzelsel bir şekilde tanımlanmıştı; düzenli olarak camiye gitmiyorlardı. Gerçi İşid patlamalar için sorumluluk alıyor, Belçika’da yaşayan Kuzey Afrikalı göçmenlerin kızgınlık dolu davranışları ve internet ya da sosyal medya üzerinden bir kişi tarafından İŞİD’in propagandasına maruz kalmaları, saldırıların altındaki en etkili motivasyon kaynağı olarak görülüyor.
 Eğer orada bir Suudi bağlantısı vardıysa, büyük ölçüde dolaylı yoldandır, belki de bir jenerasyon ya da daha uzun süre önce sona ermiştir. Hind Fraihi, Fas kökenli bir Belçikalı gazeteci 2005’te Brüksel Molenbeek’te bulunan göçmen muhitlerinin dehlizlerinde bulunmuş, ve haklarında bir kitap yazmıştı, Suudiler tarafından eğitilmiş imamlar ile görüşmüş ve oralarda ”kendileri ve ötekiler arasındaki kutuplaştırmayı cesaretlendiren, cihadı yücelten” Suudi kaynaklı yazılı kaynaklara da ulaşmıştı.
 Ms. Fraihi diyor ki, son saldırganlar çeşitli faktörler ile motive olmuşlardı, ”ekonomik engeller, ırkçılık, bir jenerasyonun geleceğe dair umutlarının olmayışı,” gibi. Fakat Suudi eğitimi ”sadece kokteylin bir parçası” diyor.
 Onlarca yıl süren Suudi varlığı olmadan, İslam daha fazla ilerlemiş ve uysal olabilir, göçmenlerin yansıması’ Faslı kökleri Brüksel’de mi tutunmuş? Belçika’da büyümüş gençler İslam Devleti’nin şiddet yanlısı çağrılarına bütünüyle kayıtsız mı? Makul olarak fakat meseleyi ispat etmenin imkanı yok.
NE ZAMAN ŞİDDET KONSUU AÇILSA
Ya da bütünüyle farklı bir çevreyi de gözönüne almalı – dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi, Endonezya. Cakarta’daki Çatışmasının Politik Analizi Enstitüsü’nde yönetici olan Sidney Jones’a göre, Suudiler oraya cami, binalar, kitaplar ve öğretmenler için on yıllardır para gönderiyorlar.
1970’lerden itibaren Endonezya’da yaşamış ve sık aralıklarla ziyaret etmiş olan Jones, Suudi etkisini izah ederken, ”Bu fazla mesai daha muhafazakar ve daha tolerans yoksunu bir atmosfer oluşmasına katkıda bulunuyor,” diyor. (Genç bir çocuk olduğu yıllarda Endonezya’da yaşamış olan Obama da benzer bir soruna dikkat çekmişti.) Jones diyor ki, paranın özel Suudi bağışçılardan ve kuruluşlardan geldiğine inanıyormuş, amaç Endonezya’da Şia ve Ahmedi İslam mezhepleri karşısında bir kampanya oluşturmak ve Vahabi eğitimi ile bunları din dışı göstermek. Hatta Endonezya’da iyi bilinen yasadışı dini örgütlerin de Suudi eğitimi aldıklarını söylüyor.
Fakat ne vakit Ms. Jones 2002’den itibaren Endonezya’da terör suçlaması ile tutuklanan 1000 kişi üzerinde bir çalışma gerçekleştirdi, gördü ki bu kişilerin pek azı -tam olarak dört ya da beş tanesi- Vahabi ya da Selefi kurumlarla bağlantı içerisindeler. Konu ne zaman şiddete gelirse, çıkardığı sonuç, Suudi bağlantısı dikkati başka tarafa çekmek üzere ortaya atılan bir konuya dönüşüyor.
AMERİKAN GAZETELERİNİ TUTUYORLAR
Söylediğine göre aslında, Suudi ya da Yemenli din adamlarının rehberliğine başvuran Endonezyalı cihadçılar ve Endonezyalı Selefiler arasında derin bir uçurum bulunuyor. Cihadçılar davranışları konusunda Selefileri hatalı buluyorlar, Selefiler ise cihadçıları aşırılık yanlısı olarak tanımlıyorlar.
 On yıllar boyunca süren Suudi misyonerliğinin küresel neticeleri, krallığın içinde ve dışında şimdiye kadar olmadığı kadar iyi inceleniyor. Suudi liderler ders kitaplarını ve vaazları ele alarak ideolojik bir reform arayışındalar ve dışarı yaymaya çalıştıkları dini inancın kimi zaman geri tepebildiğini kabullenmiş haldeler. Ve krallık Batı’da sürdürdükleri saldırgan toplumsal ilişkiler kampanyasını da arttırmış durumdalar, Amerikan gazetecilerini tutarak haklarında çıkan eleştirel haberlere karşı yazılar yazdırıyorlar ve Suudi liderler için reformcu bir imaj oluşturmalarını sağlıyorlar.
 Fakat ne tuttukları gazeteciler, ne de müşterileri olan Araplar, Suudilerin inşa ettikleri İslam anlayışından kopamıyorlar, ve eski alışkanlıklar bazen çetin süprizlerin ortaya çıkmasına neden olabiliyorlar. Dikkat çeken bir din adamı olan Saad bin Nasır el-Shethri’e karma eğitimi kınayınca önceki Kral Abdullah tarafından görevinden alınmıştı. Kral Salman ise, geçtiğimiz yıl kendisine yeniden aynı görevi vermiş, o da görevinin başına geri dönünce İslam Devleti karşıtı elektirilerde bulunan koroya katılmıştı. Fakat Shethri’nin İslam Devleti’nin aleyhinde olmasının sebebi, değişimin zor olduğu intibasını yaratıyor. Kendisi diyor ki, ”Bu IŞİD’de olanlar Yahudiler ve Hristiyanlardan daha fazla kafirler.”
 Scott Shane – The New York Times
 Çeviri: Şıvan Okçuoğlu
 Odatv.com

Yorumlar kapatıldı.