İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Talat Paşa: Ermeni Çocuklarını Yok Ediniz Ve Rapor Veriniz

İsmail Taylan Kaya
”Halep Valiliğine
Hükümetin, Cemiyetin(ittihat Terakki Cemiyeti) emriyle Türkiye’de yaşayan Ermenilerin hepsini tamamen ortadan kaldırmaya karar verdiği size ilk başta iletilmişti. Bu emre ve karara karşı çıkanlar, imparatorluğun resmi memuriyetinde kalamazlar. Alınan önlemler ne kadar özgün olursa olsun, Ermenilerin varlığına son verilmelidir ve ne yasa ya da cinsiyete, ne de vicdanı kaygılara itibar edilmemelidir.“
Dâhiliye Nazırı Talât
15 Eylül 1915

”HALEP VALİLİĞİNE
Orada sizin elinize teslim edilen Doğu vilayetleri Ermenilerini gizli yollarla ortadan kaldırınız.“
Dâhiliye Nazırı Talât
23 Kasım 1915
”HALEP VALİLİĞİNE
Savaş Bakanlığının emriyle bir araya toplanmış olan ve askeri yetkililer tarafından bakılan Ermeni çocuklarını toplayınız. Şüphe uyandırmamak için, sürgün Komitesi tarafından bakılacakları bahanesi ile gönderiniz. Yok, ediniz ve rapor veriniz.“[1]
Dâhiliye Nazırı Talât
Halep surlarının dibinde ölüm bir kurtuluşmuşçasına bekleniyordu. Bunları görmeden gömülenler şanslıydı “yaşayanlardan”. Ülkenin dört bir yanından Halep’e ulaşan kadınlar, çocuklar onlarca kez tecavüze uğramış ve yağmalanmışlardı. Harput’tan Halep’e sürüklenen Avedis, ölmemişti ama yaşamıyordu da. Komşularının neler yaptığını gördü. Erkekler zaten önceden toplanıp götürülmüşlerdi. Kadınlar ve çocuklar meçhul bir yolculuğa çıkarken, katillerinin yüzlerce yıllık komşuları olacağını düşünmemişlerdi. Daha yolculuğun başında Mezere’den çıkmış göle yaklaşırken saldırdı komşuları. Satırlarla, palalarla… Akın akın hücum ettiler kafilenin üzerine. Binlerce kadın ve çocuk ne olup bittiğini anlayamadan yağmalandılar, doğrandılar. Altın gümüş ne varsa toparladılar. Şüphelendikleri cesetleri yaktılar, salgın hastalık yüzünden değil ha, yuttukları altınları alabilmek için! Halep’e yolculuk böyle başladı işte. Kalabalığın yarısı o gölü geçemedi…
Halep surlarının dibinde açlıktan ölüyorlardı artık. Sokaklarda, yüklenmek üzere ceset arayan açık at arabaları geziyordu. Ağır ağır bir deri bir kemik kalmış kolların, bacakların aşağıya sarktığı arabaya takıldı gözleri Avedis’in. Bir işaret parmağı yere sürünüp kendince bir yol çiziyordu sanki. O yoldan yürümeli miydi? Takati kalmamıştı hepten. Kim bilir bir sonraki gece bu arabanın yolcularından biride o olacaktı. Olmadı. Gece güne kavuşmadan çoğu Arap askerlerden oluşan birlik, kılıçtan geçirmeye başladı onları. Son bir çabayla ayağa kalktı, yaslandı Halep’in surlarına… Yere düştüğünde gülümsüyordu. Babasını ve ağabeyini düşlüyordu sadece…
***
Ağustos 2014
Fatima, Rakka’da bir dehlizde nefes alıyordu sadece. Dehlizin erkekleri bir an için yalnız bırakmıyorlardı onu. Babasını düşündü. O gün Halep’te evlerinin basılmasını, sürüklenerek götürülüşünü… Halep surlarının dibindeydi Fatima’nın babası. Tepeden tırnağa siyah giyinmiş bir adam, arkalarını dönmelerini emretti. Çaresizce döndüler. Fatima’nın babası Abdurrahman boğazlanma seslerini duymaya başladı. Bir anda yüzünü döndü ölüme. Yüz yıl önce Avedis’in baktığı gibi baktı siyah peçenin gözlerine. Birkaç mermi ateş olup saplandı vücuduna. Tam da Avedis’in düştüğü yerde yığıldı, kaldı. Avedis o an seslendi toprağa: “Doymadın mı hala?”
[1] Aram Andonian’ın ‘’Naim Beyin Anıları’’ adlı kitabında Talat Paşanın çektiği telgrafla

Kızılbaş Dergisi Sayı 64 Ağustos 2016

Yorumlar kapatıldı.