İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tomas ÇERME: Misyonerler: Avrupa Uygarlığının Dünya Geneline Yönelen Taarruzu

Avrupa coğrafyasında yeşeren kapitalizmin başka coğrafyalara doğru genişlemesi ve başka ekonomik olmak üzere her türlü ilişkisini ihraç edilişi süresince misyonerler askerlerin ordularıyla, siyasilerin diplomasinin incelikleriyle, tüccarların ticari filolarıyla yaptıklarına benzer bir rol yüklenmişler, onlar da sivil topluma çıkarma yapmışlardır.

Misyoner Perspektifi
Misyonerler ciddi bir teoloji eğitiminden geçirilerek bölgeye yollanıyorlardı. Genellikle kırsal kökenli yoksul ailelerden geliyorlardı. Eğitimleri sırasında gidecekleri bölgeye, yönelecekleri cemaate göre bir dil eğitiminden geçmekteydiler. Bölgeye geldikleri ilk yıllarda buna bir de özel dersler eklendiğinde bölgenin konuşulan bir kaç dilini mükemmel öğrenmiş oluyorlardı. Özellikle çeviri işlerinde yoğunlaşanların bildikleri dil sayısı daha fazlaydı. Misyonerlerin kendilerini algılamaları incelendiğinde şu da dikkat çekmektedir: kendi eylemleriyle Anadolu’da gezen havariler ve azizler arasında bir benzerlik ilişkisi kurmuşlardır. Örneğin, Antep’e giden misyoner Doktor Smith taşlanarak kentten çıkarıldığında durumu Aziz Stepanosin’kine benzetiliyordu (Danacıoğlu, 1993; 205). Batı Anadolu’da gezerken genellikle Aziz Pavlos’a ve daima eğer varsa gidilen yerlerde önceden oralarda çalışmış diğer havariler atıfta bulunuluyor böylece onların takipçileri oldukları, onlardan bir misyon devraldıkları ima ediliyordu.
Türkiye ve Türkiye’yi çevreleyen Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar son iki yüz yıldır Protestan misyonerler kuruluşlarının ilgi odağıdır. Söz konusu bölgede Katolik misyonerlik  faaliyetlerinin başlangıcı çok daha eskidir misyonerlik kuruluşlarının bölgede duydukları bu ilginin dini, tarihi, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel sebepleri vardır.
Misyonerlerin yaşamlarını kişisel hayat ve acıları ötesinde misyonlarına nasıl adanmış oldukları konusunda Dr. Asahel Grant eylemleri oldukça tipik bir örnek teşkil ediyor Dr. Grant 1839’da Nasturi patriği Mar Şemun’la görüşmek üzere Urmiye istasyonundan ayrıldığında eşi öleli sadece bir kaç hafta, ikiz kızları doğalı ise bir kaç ay olmuştu ( Guest, 2001, 151). Yolculuğa bebekleri istasyondaki diğer misyonerlere emanet ederek başlamıştı. 1840’taki ikinci yolculuğuna çıktığındaysa ikiz kızları öldüğünde iki büyük acı daha yaşamıştı. Dr. Grant Amerikan komisyonuna şahsen rapor vermek için Boston’a gitmek üzere bir kez daha Urmiye’den ayrıldı, Van  üzerinden Hakkâri dağlarına ulaştığı bu yolculuğunda yanında Hanry adlı dört yaşında oğlu da vardı. Oğlunu kucaklayarak çoğu zaman karda onunla beraber uyuyarak bu yorulmakk nedir bilmez misyonere bir zamanlar Heraclius’un lejyonlarının geçtiği yol boyunca dağlardan geldiği yolu takip ederek bir haftada Zap nehrinin yukarı kısımlarına ulaştı (Guest, 2001, 151).
İngiliz arkeololog  Austen Layard 1839’larda doğuya seyahat etti 1845’te mezopotamyada kazı çalışmalarına girişti. Çok geçmeden aynı bilim dalında meslektaşlarının pek azının sahip olduğu bir yetenek gösterdi: yalnız bir arkeolog değil aynı zamanda  yaptığıı işleri parlak bir biçimde betimleyebilen kusursuz bir yazar olduğunu kanıtladı.  Başlıca eseri Ninove ve kalıntıları bir de Babil’deki ilk maceralardır. Nasturilerin ve Keldanilerin, Yakubi Süryanilerin Asur kökenli olduklarını ve son derece zor durumlarını Batı dünyasına ilk ileten kişi Austen Henry Layard’dır. Amerikalı ve İngiliz misyonerlerin  beraber hareket ettikleri anlaşılmaktadır.
Osmanlı  Anadolu’sunda Anglo-Sakson (Protestan) Misyoner Faaliyetleri (1816 – 1856)
N asturilere, Asurilere, Yakubi Süryanilere Yönelik Faaliyetler
CMS’nin Sowett’i Doğu Akdeniz dünyasına Anglo-Sakson misyoner faaliyetlerini başlatmak üzere yolladığında bilgi toplamasını istediği doğu Hıristiyanları arasında Yakubi Süryaniler de vardı (Danacıoğlu, 1993; 159). Ancak gerek coğrafi uzaklık gerekse Malta merkezli dalgalar halinde yayılan Proteston misyonerleri Rumlar, Maruniler. Kiptiler ve kısmen Ermeniler araştırma gezilerinin konusu olabiliyor, Asuri/ Süryaniler ise ulaşılması güç coğrafi koşullar içindeki uzak bir  Hıristiyan topluluk olarak biliniyordu. Asurî/Süryaniler hakkındaki bilgisizlik zaman zaman yanlış bilgilenmelerin de nedeni olabiliyordu.  Yakın tarihli bir çalışına (Danacıoğlu, 1993; 159-160) Smith  ve Dwight’in gezileri ve yayınladıkları kitaba kadar, Gibbon’un meşhur Roma imparatorluğu’nun Gerileyip ve Çöküşü’ndeki bir bölüm dışında, İngiltere’de Nasturiler hakkında hemen hemen hiç bir çalışmanın mevcut olmadığını belirtmektedir.
Asurî topluluk deyimiyle Doğu (Nasturi) ve Batı (Yakubi/Süryani) Nasturilerden  koparak oluşan Keldaniler kastedilmektedir. Örneğin H. D. Leeves 12 Mayıs 1822 tarihli Odessa’dan merkeze yolladığı mektupta Mr. Barker’in dikkatini dört İncil in Kürtçe’ye çevrilmesine çektiğini, Kürtçe’nin Kürtlerden başka Nasturi, Keldaııi, Yakubi/Süryanilerin çoğu tarafından da kullanıldığını, çevirinin bu açıdan önemli olduğunu yazar (Danacıoğlu, 1993; 159). Asuri/Süryani topluluklar yer yer Kürtçe veya Arapça konuşsalar da asıl olarak Süryanicenin bozulmuş, Kürtçe, Arapça, Farsça, Ermenice girmiş ağızlarını konuşmaktaydılar. Misyonerler Nasturi Keldani din adamlarıyla tanışıp tartışmış Hıristiyanlığın belli başlı tartışmalı konularıyla (vaftiz, haç çıkarma tarzı ve şarap ayini-ruhban kurtuluşunun nasıl olacağı) kutsal kitapların, ruhbanın durumu, batıl inançlar, halkın sosyal ve eğitsel durumu, nüfus dağılımı hakkında bilgi toplamışlardı. Smith ve Dwight, genel merkeze Nasturilerle ilgili olarak şu saptamaları göndermişlerdir: Urmiye Nasturilerine özellikle dikkatinizi çekeriz… Bunların diğer mezhepler karşısındaki hoşgörüleri, Aşai Rabbani’ye herkesi almaları ve günah çıkarmayı tümüyle reddedişleri gibi özelliklerinin zihnimizde Nasturilere yönelik bir misyonun diğer kiliselerde olduğundan çok daha az engellerle karşılaşacağına dair güçlü bir düşünce yarattığını size iletmek isteriz (Danacıoğlu, 1993; 161).
Smith ve Dwight’in diğer saptamaları, Nasturi ve Keldanilerin konuştukları Süryanice ağzında bir Kitab-ı Mukaddese, sahip olmadıklarıydı Eldeki yazmalar kıt ve eksikti. Estrengelo alfabesine benzer bir alfabeyle yazılan Nasturilerin kullandığı Doğu Süryani lehçesinde hiç bir basılı eser bulunmamaktaydı. Doğu Süryanilerinin bir misyon alanı olarak saptandığı 1830’larda Nasturiler, kuzey batı İran ve güney doğu Türkiye arasında iki ayrı grup halinde yaşıyorlardı. Bunlardan birincisi Urmiye (Rizaiye) gölü, Urmiye kenti ve civarı ova köylerinde yaşayan Nasturilerdi. İkincisi ise Hakkâri ve Cilo dağlarında yaşayan dağ Nasturileriydi. Patrikhane Timur’un zulmünden sonra Hakkâri dağlarında Kokhannes’e taşınmış ve Nasturiler çoktan Ortadoğu tarihindeki önemli rollerini terk etmişlerdi. Nasturi köyü Samalava’da Nasturi piskoposunun elindeki Kitab-ı Mukaddes parçasını çalınır korkusuyla her gece evine taşıdığını aktarmaktadırlar (Danacıoğlu, 1993; 161). XII. yüzyıla kadar yaygın bir biçimde kullanılan Süryanice harf karakterleriyle Asurî/Süryani cemaatlere yönelik olarak 1820’lerde dini kitap basımına girişilmiş ancak yapılan çeviriler Süryanice dilinde olmuştur. Ovada genellikle Müslüman toprak sahiplerinin topraklarını işletiyorlardı. Melik adı verilen aşiret reisleriyle ruhbanları tarafından yönetiliyorlardı. Dağ Nasturilerinin durumu daha farklıydı. Gene melik adı verilen aşiret reisleri ve patrikleri tarafından yönetilseler de bağımsız veya yarı bağımsız bir şekilde aşiretler halinde yaşıyorlar, sembolik olarak bölgelerinde yaşadıkları Kürt emirlerine bağlı göziiküyorlardı. Meliklik, aşiret üyeleri tarafından kayd- ı hayat koşuluyla seçilmiş olmaya dayansa da pratiklik belli ailelerin tekelinde bulunuyordu. Patriğin otoritesi ise aslında bir dini otoriteden ibaret de değildi. Rich’e göre, bir din adamından çok bir aşiret şefine benzemekteydi (Danacıoğlu, 1993; 49).
Midyat (CebelTar) Turabdin bölgesinde Hıristiyan toplulukları araştıran Claudius James Rich’den, İstanbul İngiliz elçiliği şapel din görevlisi Lindsay’a gönderilen 17 kasım 1815 tarihli rapor, Nasturi ve Yakubi/Süryani ruhbanla ilgili şunları aktarmaktadır (Danacıoğlu, 1993; 49): “Nasturilerin patriği kuzey Kürdistan dağlarındaki Kokhannes’de ikamet eder. Vasalları üzerinde ölüm veya yaşamlarına karar verme yetkisi vardır. Bir dini mezhebin başı olmaktan ziyade savaşçı bir kabilenin şefine benzer; kendisiyle yalnızca aşiret reisi ve mızrak ve tüfek kullanıcısı olarak övünür. Süryani Yakubilerin barbarlığı ve cehaleti inanılmayacak ölçülerde; Tur-abdin dağlık bölgelerindeki bir piskopos tüfek kullanmada cemaatinin en namlı eşkıyası kadar usta, tüfeğini hep yanında taşıyor, ayindeyken bile kilisenin kapısındaki bir kavgada etkin bir rol almak için kutsal görevini sıklıkla kestiği biliniyor.
Patriklik de bir ailenin elindeydi ve genellikle amcadan yeğene devrediliyordu. Aynı durum Keldani patriği ve bölge piskoposları için de geçerliydi. Smith ve Dwight, gezilerinde Hakkâri bölgesi Nasturilerinin 50 bin, Urmiye bölgesindekileri 20 bin kadar olduklarını tahmin ederken, Urmiye istasyonun kurucusu Misyoner Perkins Hakkâri bölgesindekileri 110 bin, Urmiyedekileri 30 bin tahmin ediyordu (Kocabaşoğlu, 1989; 162).
Patriklerin evlenmeleri yasaktı bu nedenle patriklik otomatik olarak amcadan yeğene geçiyordu. Patriklerin doğdukları andan itibaren süt ürünleri ve yumurta dışında herhangi bir hayvani gıda almaları da yasaktı. Misyonerler kiliselerinde resim ve heykel bulunmayan, Meryem’e tapınmayı reddeden bu Hıristiyan topluluğa Doğunun Protestanları adını verdiler. Nasturilere yönelik faaliyetlerinde misyonerler bölgenin koşullarını dikkate alarak tıbbi çalışma başlatma kararı aldı. Tıbbi yardım misyonerlerin gözünde diğer çalışmaları açan bir kapı olarak yarı-uygar ve cahil insanlara ulaşabilmenin en uygun silahıydı. Alman tıbbi yardım kararı doğrultusunda Urmiye merkezine Perkins’ten sonra Pittspiel Tıp Fakültesi mezunu Asahel Grant Doktor- Misyoner olarak atanmıştı. Grant mesleği nedeniyle bölgedeki herkesin sevgisini olmasa da saygısını kazanmış, Türkler, Kürtler ve İranlılarla farklı etnik köken ve inançlardan insanlarla ilişki hatta dostluklar kurmayı başarmıştır. Bu dostluklar kendisine, ileride değineceğimiz Hakkâri dağlarındaki faaliyetlerin kapısını açacaktır. Mar Yohanna Perkins ailesiyle birlikte 1842’de Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Bir yıl kaldıktan sonra gene aynı aileyle 1843’de geri döndü. Misyonerlerin daha 1835’de evlerinde başlattıkları eğitim faaliyetindeki öğrencileri arasında 2 piskopos, 3 rahip, 4 diyokos bulunmaktaydı. Misyoner evlerindeki eğitim faaliyeti kısa sürede yaygınlaşmıştır.
Misyon burada kısa sürede bir yatılı kız okulu ve bir erkek okulu ile Urmiye Gölü civarında misyonerler gözetiminde veya onların eğittikleri kişilerce kurulan (toplam 100 erkek, 150 kız öğrencisiyle) 73 tane okula dönüşmüştü. Protestan misyonerlerin Urmiye merkezinde ilk giriştikleri şey şüphesiz halkın anlayabileceği dilde kutsal kitap basımıydı. Smith ve Dwight’m saptadıkları gibi konuşulan Asurî/Süryani diyalektinde hiçbir basılı eserin olmaması hatta yazım kurallarının (alfabesi ve gramerinin bile) oluşturulmamış olması bunu zaten bir zorunluluk olarak misyonerlerin önüne çıkarıyordu. Ricter’e göre, Nasturilerin kullandıkları dil Aramca’nın pür bir diyaleği ve antik Süryanice dil ailesinin yaşayan tek diliydi (Danacıoğlu, 1993; 164-165).
Bölgedeki basım faaliyetleri dilin kurallarının oluşturulmasıyla birlikte gelişti. Misyonerler bu konuda Avrupa’daki oryantalistlerden yararlandılar. Misyonerler yazmaları buluyor, Avrupa’ya yolluyor gerekli incelemeler orada yapılıyordu. İlk Nasturice imla kitabı ve modern Süryanice ilk Kitap-î Mukaddes misyoner Perkins tarafından hazırlandı. Urmiye merkezinde 1839’da bir matbaa kuruldu 1839-1873 yılları arasında bu matbaada basılan kitapların toplam sayısı 110 bin cilde ulaşmıştı (Danacıoğlu, 1993; 166).
Dağ Nasturileri’ne Yönelik Misyon
Nasturiler, Türkiye ve Iran arasında iki ayrı topluluk olarak yaşıyorlardı. Bağımsız Nasturiler görünüşte Osmanlı teb’ası olsalar da, yaşadıkları bölgelerde ne bir Osmanlı memuruna ne de İmparatorluğun iktidarının herhangi bir belirtisine rastlanıyordu. Hakkâri (Dağ Nasturileri) geçimsel olarak Hakkâri Kürt Emiri’ne (o dönemde Nurullah Bey’e) bağlılardı ve melikleri yönetiminde altı aşiret halinde örgütlenmişlerdi. Bunlar: Baz, Diz, Tkhoma, aşağı Tiyari, yukarı Tiyari ve Jilu Aşiretleriydi (Bulut, 1992; 193).
Misyonerlerin kitlesel eğitiminde ilk yöntem, hem halkla mevcut ilişkilerini kullanmak ve de bu kiliseyi parçalama amacıyla gelmediklerini göstermek için önce mümkün olduğunca yerli din adamlarını kullanmak olur, sonra okullardan kız ve erkek öğrenciler mezun oldukça kurulan köy okullarındaki eğitimci kadroları bunlara devredilir. Eğitim parasız olduğu gibi bursludur, alt sınıflardaki öğrencilere 6 pens üst sınıftakilere 1 şilin ödenmektedir (Danacıoğlu, 1993; 165).
Richter, Perkins’in 1837’de Missionary Heraldda yayınlanan çevirisini 10 yılda yaptığını belirtmektedir (Danacıoğlu, 1993; 166). Matbaasını 1837 gibi erken bir tarihte kurmayı planlamıştı, fakat gönderilen matbaanın yol koşullarına dayanmayıp parçalanması nedeniyle 1839’da bir basım makinası sökülerek bölgeye getirildi ve orda monte edildi. Hakkâri bölgesi Nasturi Urumiye İstasyonu kurulduğu günlerden itibaren misyonun ilgi alanına girmişti. Bu özellikle Nasturi Patrikhanesi’nin merkezinin burada olması nedeniyle patriğe ulaşıldığında ve etki altına alındığında tüm Nasturilere ulaşılabileceğinin düşünülmüş olması nedeniyleydi. İki misyoner, Grant ve Homes Temmuz 1839’da Diyarbakır’da buluştu. İki misyoner Mardin üzerinden Kokhannes’e gitmek üzere Diyarbakır paşasının verdiği 30 silahlı askerin korumasında yola çıktılar (Danacıoğlıı, 1993; 170). Temmuz 1839’da Haziran sonlarındaki Nizip yenilgisinin haberleri bölgeye ulaşmış ve yer yer Kürt ayaklanmaları görülmeye başlanmıştı. Misyonerler Mardin’e geldiklerinde kentin ayaklananların eline geçtiğini gördüler. Hem Dr Grant’ın sağlık sorunları ve hem de güvenlik nedeni ile yaklaşık iki ay Mardin yakınlarındaki Der Zafaran Manastırı’nda kaldılar daha sonra Homes İstanbul’a dönerken, Grant tek başına yolculuğa devam etti. 1839 sonbaharında Kohhannes’te patriğin bir ay misafiri oldu. Patrik ona kendileri için okullar açılmasını önerdi ve Katolik propagandasından dem vurdu.
Grant’in Kokhannes’te olduğu sırada Hakkâri emiri Nurullah’ı iyileştirmesi (Danacıoğlu, 1993; 170) daha sonraki yıllarda Grant’ın emirin özel doktoru olmasına ve bölgede rahatlıkla ayaklanmalar sırasında bile seyahat etmesine ve misyonerlik faaliyetlerine girişmesine fırsat verdi. Grant patrikliğe 1840 sonbaharında ikinci bir ziyaret yaptı ve bu ziyaretin ardından ABD’ye yaptığı yolculuk ve oradaki görüşmelerden sonra Hakkari bölgesi Nasturilerine yönelik yeni bir misyon kurma karart aldı. Misyon 1841 yılında bağımsız Nasturi misyonu adıyla kuruldu ve misyona Abel Hinsdale ve ThomasLaurie eşleriyle birlikte atandılar (Bulut, 1992; 200). Hakkâri bölgesindeki faaliyetleri sürdürmede ulaşım kolaylığı sağlıyacağı düşüncesiyle bölgede ikinci istasyon Musul’da kuruldu. Misyonun amacı Hakkâri bölgesinde dini ve eğitim etkinliklerinin sistemli bir şekilde sürdürülebileceği bir istasyonla işe başlamaktı.
1812 yılında İmadiye-Cizre bölgesindeki Kürt ayaklanmasında Cizre Botan emiri Bedirhan ve İmadiye Emiri İsmail’in ayaklanmaları sırasında Osmanlı taraftarı bir  tutum sergileyen Patrik Mar Şemun’u cezalandırma amacıyla Hakkâri Emiri Nurullah 1842 yılında Kokhannes’deki Patrikhane’ye saldırdı, yağmaladı ve Patrikhane’yi yaktı. Patrik Mar Şemun Tiyari bölgesindeki Nastur köyü Asheta’ya kaçtı. Bruinessen Nasturilerin Avrupa desteği nedeniyle kendilerini güçlü hissedip geleneksel toprak vergisini Kürt toprak sahiplerine vermeyi reddetmeleri sonucu bazı çatışmaların çıktığını belirtir (Danacıoğlu, 1993; 171-172).
Patrikhane’ye yapılan bu saldırı bölge Nasturilerinin statüsünü tamamiyle değiştirdi. 1843 tarihli rapora göre Nasturiler bağımsızlıklarını yitirerek Nurullah Bey’in tam egemenliği altına girdiler (Guest, 2001; 163). Misyonun adı bu nedenle bu tarihte Dağ Nasturileri Misyonu olarak değiştirildi. 1842 ayaklanması sonucu Nasturiler arasında bir istasyon kurmak üzere yollanan yeni misyonerler, Musul istasyonunda kaldılar. Nurullah Bey’den gezi için izin alan Dr. Grant bölgeye gitti, Asheta’da iki hafta kaldı, köyün yakınlarındaki bir tepeyi misyon istasyonun kuruluşu için belirledi ve inşaatı başlattı (Danacıoğlu, 1993; 173). Şüphesiz Grant’ın gelişen olaylar karşısında hâlâ bir misyon merkezi açılmasında ısrar etmesi Nurullah Bey’le kurduğu özel ilişkiye güvenmesi nedeniyleydi. Nitekim kendisi bu konuda Nurullah Bey’le açıkçı görüştüğünü ve onayını aldığını ifade eder. Halbuki Mar Şemun üzerine yeni bu saldırı düzenlemeyi planlayan İsmail, Bedirhan ve Nurullah beyler misyon evinin kale olarak kullanılmak üzere yapıldığından şüphelendiler. Hakkâri’de pek de bilinmeyen bir şey olan pencerelerin kaçma yerleri olarak kullanılacağını düşünmüşlerdi.
Bu okul binasıyla ilgili bölgedeki söylentiler şöyle aktarılıyor: İnşaat haberi bir anda yayılmış, Kürt halk arasında Avrupalıların Kürdistan’da Hıristiyanlığı yaymak amacıyla saray yaptırdıkları söylentisi duyulmuştur. Bu söylentiye halkın dini fanatizmini körükleyen pek çok Müslüman din adamı sahip çıkmıştır.
İnşaatla ilgili haberler İstanbul’a da ulaşmaya başlamıştı (Bulut, 1992; 197). İmparatorluğun diğer bölgelerinde de görülen benzeri ruhsatsız kilise tamirlerinin Müslümanların şikâyetlerine neden olduğu hatırlatılıyor böylece benzeri bir durumun Grant’in inşaati içinde söz konusu olduğunu ima ediliyordu. Bu soruşturmalar sonucunda ortaya çıkan Bab-ı Ali iradesi ise “… Bu tarafta duyulmaksızın, binanın yıktırılması ve Grant’ın havaliden uzaklaştırılması” (Danacıoğlu, 1993; 174) yolunda olmuştu. Amerikan konsolosu Mr. Brown Bab-ı Aliye çağırıldı ve Osmanlı yönetiminin bu dağlarda okul açılmasını istemediği kendisine bildirildi. Sözkonusu bu girişim anlaşıldığı üzere Nasturi-Kürt ilişkilerinin daha da gerginleşmesine neden olmuştur.
Osmanlı reformlarının çok önemli bir yönü de, Avrupalı güçlerin Hıristiyanlar için daha iyi koruma ve daha çok haklar verilmesi doğrultusundaki talepleriydi. Ayrıca Avrupalı ve Amerikalı misyonerlerin Hıristiyan toplulukları içerisinde daha özgürce çalışabilmelerine olanak tanınıyordu. Hem Kürtler hem de Hıristiyanlar bu misyonerlere, Hıristiyan güçleri yerleşik Hıristiyanlar lehine Müslüman üstünlüğüne karşı bir tehdit yaratacak daha fazla siyasi ve olası askeri müdahalelerin öncüleri gözüyle bakıyordu. Bazı misyonerler hem hastane hem de kilise görevini görecek bir tür kale yapınca Kürtleri iyiden iyiye tahrik etmeye başladılar. Kürtler için idari reformlar ve misyonerlerin çalışmaları Avrupalıların Müslümanları bastırma stratejilerinin iki farklı görüntüsüydü. Gerçekten de veriler Amerikan misyonerlerinin bölgedeki kabulünün özellikle patrik ve kilise hiyerarşisi tarafından statülerinin iyileştirileceği, Kürtlere karşı korunabilecekleri ve hatta onların egemenliğinden çıkabilecekleri yolundaki umutla ilintili gözükmektedir. Amerikan Episkopol kilisesi misyoneri H. Soutgate Musul’da İngiliz konsolosluğunun açıldığı, göndere İngiliz bayrağının çekildiği 1841 Haziran günü Hıristiyan halkın duygularını şöyle anlatıyor: “Hıristiyanlar, haç havada dalgalandığında merak ve hayranlık duygularıyla doldular… Bu sırada ortaya çıkan manzaradan dolayı Müslümanlar paşaya gidip yakındaki caminin hilali üzerinde bir haçın dalgalanıyor olduğundan yakınıyorlardı” (Danacıoğlu, 1993; 175).
Tüm bu gelişme ve gerginlikler sonucu bölgedeki Kürt beylerinin 1843 yılında Hakkari Nasturilerine karşı başlattıkları genel saldırı bölge Nasturilerinin kitleler halinde öldürülmelerine, sağ kalanlann esir edilmeleri ve kurtulanların da Musul’a kaçmalarına yol açtı. Kürt saldırısından iki hafta önce bölgede olan Dr. Grant saldırı planını yapan Bedirhan ve Nurullah beylerle görüşmüş, hatta saldırı planları yanında konuşulmuştu (Danacıoğlu, 1993; 177). Ancak Dr. Grant, sadece Tiyari’deki misyoner mülkü ve ona sığınanlara dokunulmayacağına dair güvence aldı. Musul’a kesif Nasturi göçü Kentte 1843-1844 kışında tifüs salgını başlattı ve Dr. Grant bu salgın sırasında Nisan 1844’te öldü. Dr. Grant’ın ölümüyle Hakkâri dağlarındaki misyonu sona erdi.
1844 yılında Nasturi misyonunu Doğu ve Batı Nasturi misyonları olarak ikiye ayırma ve Musul ile Urmiye merkezlerinden ayrı ayrı yönetme kararı alınmıştır.Hakkâri bölgesinde çalışacağı düşünülen misyonerler aktardığımız olaylar sonucunda Musul istasyonuna kaydırıldı. Hakkâri bölgesinde çalışmaların mümkün olduğunca yerli yardımcılarla sürdürülmesi, misyonerlerin bölge hakkında düzenli raporlar oluşturmaları, böylece faaliyette destek olmaları kararı alındı. Ancak Musul istasyonu kayda değer hiç bir gelişmenin olmaması sonucu kapatıldı. Faaliyetleri 1850’ye kadar sadece Urmiye istasyonuyla sınırlı kaldı. 1849 yılında Urmiye istasyonunun başındaki Justin Perkins Musul, Mardin ve Diyarbakır’a uzanan bir araştırma gezisinden sonra ABCFM Merkezi’ne Musul, Mardin ve Diyarbakır’ı içine alan bir bölgede Asurî Misyonu’nun kurulmasını önerdi. Misyon 1850’de kuruldu 1850 ile 1852 yıllan arasında Musul’a gönderilen üç misyoner, Dwight, Marsh Frederic Williams ve Doktor Lobdell ağırlıklı olarak Yakubi Süryanileri hedef alan bir çalışma sürdürdüler.
Misyonerler Musul’a geldiklerinde 1840’ların başlarında bölgede çalışan misyonerlerinin faaliyetleri sonucu Protestanlığa eğimli 60 kişilik bir cemaat bulmuşlardı. Musul istasyonuyla bağlantılı olarak 1851’de Diyarbakır, 1858’de Mardin ve Bitlis istasyonları açıldı 1859 yılına gelindiğinde Misyon, 2 misyoner doktor, 5 misyoner, 5 kadın misyoner, 10 yerli vaiz ve 11 yerli yardımcısıyla 4 istasyon, 8 şubede faaliyetlerini sürdürüyordu 1860 yılında Türkiye Misyonunun yeniden düzenlenmesiyle bu misyon (Bitlis, Mardin, Diyarbakır) Doğu Türkiye Misyonu’na dahil edildi. ABCFM Asuri/ Süryani misyonu 1870’de Board of Foreign Missions of Presbyterian Church in the United States’e devrederek bu alandan tamamiyle çekildi.
1871 ’den beri Rev Alpheus Andrus’un başkanlık ettiği Mardin’deki Amerikan Kurulu misyonu arada bir Musul’daki küçük Protestan cemaati ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlerin ardından kurul kış ayları için orada kalmak üzere bir misyoneri görevlendirildi. Bu misyonerlerden ilki alan Chicagolu Rev Caleb Gates bir alan çalışmasını yürüttü.
Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşayan Ermeni ve diğer Hıristiyanlara yapılan muamelenin uluslararası bir sorun olarak görülmesi karara bağlandı. Hıristiyan topluluklarını izlemek, misyonerleri korumak ve birbirlerini kollamak için Asya eyaletlerinde açılan konsolosluk ile konsolos yardımcılıklarının sayısı hızla çoğaldı. Ressam’m Hürmüz’de ölümünden sonra Musul’daki Britanya konsolos yardımcılığı görevini Levant konsolosluk hizmetinde çalışan maaşlı görevliler yürütüyordu. Bu görevliler doğrudan Bağdat konsolosluğuna bağlıydılar.
1869’da açılan Süveyş kanalı Avrupa ile Hindistan arasında hızlı araçların kullanıldığı bir geçidi sağlamıştı. Birkaç yıl önce Osmanlı İmparatorluğumdaki telgraf hatları Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar genişletilmişti. Dolayısıyla burayı Hindistan’a kablolu  bir sistemle bağlıyordu ve hecin devesiyle yapılan posta işlerinden daha hızlı ve güvenli bir hizmet sunuyordu.
Mardin’deki Amerikan Misyoner erkek okulunun 1887-88 ders yılındaki 48 öğrencisinden 37’si Protestan Ermeni, 5’i Yakubi Süryani, 1’i Gregoryan Ermeni, 5’i de Katolik Ermeni’ydi. Aynı okulda 1885-86 ders yılında bir Müslüman öğrenci de vardı 1886 yılında ise önemli bir devlet memurunun kızı okulda öğrenim görüyordu. Bu örnekler 1880’li yılların ortalarından itibaren Müslüman çocukların da bu “gâvur” okullarına gönderilmeye başladığını gösteriyor. Bununla birlikte XIX. yüzyılda Müslüman çocuklarının Amerikan okullarında okuması son derece istisnai idi. Mardin’de Ermeni Protestanların iki erkek ve bir de kız mektepleri vardı. Her üçü de Amerikan misyonuna aitti. Tedrisat programı çok yüklüydü. Türk ve Müslüman çocukların Amerikan okullarına rağbet etmeye başlaması II. Meşrutiyetken sonra ve Cumhuriyet dönemindedir. Maraş ve Mardin gibi kentlerde orta dereceli okullar bile kuruldu. İngilizce, Türkçe ve Ermenice derslere ağırlık verildi. Eğitim süresi üç ya da dört yıl olan okullarda staj çalışmalarına büyük önem verilirdi (Kocabaşoğlu, 1989: 171).
Kaynaklar
ANDERSON, Rev. Rufus (1872-73), History of the Missions of the American Board of  Commissioners for Foreign Missions to the Oriental Churches, 2 c., Boston.
BINDER, Henri (1887), Au Kurdistan, en Mesçopotamie et en Perse, Paris.
BULUT, Faik (1992), Dar Üçgende Üç İsyan, İstanbul, Belge Yayınları.
 DANACIOGLU, H. Esra (1993), OsmanltıAnadolusunda Anglo-Sakson (Protestan) misyona faaliyetleri (1816-1856), doktora tezi, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi.
ERCAN, Prof. Dr. Yavuz (2001), OsmanltıYönetiminde Gayrimüslümler, Ankara.
 FLETCHER, Rev. J. P. (1850), Notes from Nineveh And Travels in Mesçopotamia, . Assyria And Syria, 2 c., Londra.
Grant Asahel the Encylopaedia of Missions Nastorians 1891.
GUEST, John S. (2001), Yezidilerin Tarihi, çev. İbrahim Bingöl, İstanbul.
KOCABAŞOĞLU, Uygur (1989), Anadolu’daki Amerika, Osmanlı İmparatorluğu ‘ndaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul.
LAYARD, Austen Henry (1849), Ninevah and its Remains, 2 c., Londra.
MOLTKE, Feld Mareşal H. Von (1969), Türkiye Mektupları, çev. Hayrullah Örs, İstanbul.
PERKINS, Rev. Justin (1843), A Residence of Eight Years in Persia among the Nestorian Christians, Andover Mogs.
SARAFIAN, A. Kevork (1930), History of Education in Armenia, Los Angeles.
Özet:
Osmanlı güney doğu Anadolu’sundaki Hıristiyan misyonerlik faaliyeti bölge insanının dini yapısı olduğu kadar, kültürel, siyasal ve ekonomik yapısını da etkilemiş ve bölge halkları, özellikle Kürtler ve Nasturiler arasında sorunlar yaratmıştır.
Anahtar sözcükler: Misyonerlik, Osmanlı Güney Doğu Anadolu’su, Nasturiler, Kürtler.
Abstract:
The Christian missionary activities not only affected the religious, cultural, political, social and economic lives of the people living in Ottoman south east Anatolia but also created problems among the peoples living there such as Nasturians and Kurds.
Keywords: Christian missionary, Ottoman south east Anatolia, Nasturians, Kurds.

Kebikeç yıl 2005, sayı 19 sayfa 55-64’den ayrıbasım

http://mamasyria.blogspot.co.at/2016/06/tomas-cerme-misyonerler-avrupa.html

Yorumlar kapatıldı.