İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Batının Türkiye Aleyhtarlığının Tarihi Kökeni

Dr. Oğuzhan Yanarışık / Akademik Perspektif Enstitüsü Başkanı
Ortalama bir Batılının bu kasıtlı yanlış bilgilendirme bombardımanının etkilerinden kurtulabilmesi oldukça zor. Türkiye’ye sempati ile bakanlar arasında bile, Türkiye hakkında seyrettiği, okuduğu veya dinlediği pek çok olumsuz yayının izlerini görmek mümkün. Tarihî kökenleri derinlere uzanan bu karalama kampanyasında, Osmanlı’ya karşı duyulan nefretin ciddi bir payı var. Nitekim özellikle pek çok tarihi çalışmanın da açıkça ortaya koyduğu üzere, İstanbul’un fethinden itibaren, Avrupa’daki kiliselerde Türklere karşı dinî ayinler düzenlenmeye başlandı. Osmanlı’nın sürekli zafer kazanıp Avrupa içlerine doğru ilerlemesiyle birlikte, Türklerin Hristiyanlığı yok edeceği korkusu bütün Avrupa’yı sardı. Kilise, bu duruma ilginç önlemler almaya çalıştı. Örneğin, Prag Başpiskoposu Türklerin Hristiyanlık üzerindeki galibiyetlerini ve yaklaşan tehlikeyi halka hatırlatması için, her Cuma saat dokuzda kilise çanlarının çalınması talimatını verdi. 16. yüzyılda yaşamış Viyana Piskoposu Fabri, vaazında cemaatini uyarıyordu: “Bu gökyüzü altında Türklerden daha merhametsiz ve daha gözü pek cani yoktur. Genç yaşlı veya kadın erkek ayrımı yapmadan, herkesi katlederler.” Sadece 16. yüzyılda bile, Avrupa’da Türk düşmanlığı ihtiva eden 2500 civarında kitap yazıldı. Böylece, “kana susamış Türk” imajı zihinlere iyice kazınmaya çalışıldı (Karlsson, 2006).

***
Batı ülkelerinde son dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına saldırma şeklinde zuhur eden bir Türkiye aleyhtarlığının yükselişine şahit oluyoruz. Türkiye hakkındaki yanlış ve çarpık bilgilendirme neticesinde ortaya çıkan yönlendirilmiş cehalet, bu aleyhtarlığın arkasında yatan en temel faktörlerin başında geliyor. Tarih çalışmalarından medya haberlerine, sinema filmlerinden düşünce kuruluşu raporlarına kadar uzanan pek çok farklı kaynak, bu bilgi çarpıtmasında önemli roller oynuyor. Ortalama bir Batılının bu kasıtlı yanlış bilgilendirme bombardımanının etkilerinden kurtulabilmesi oldukça zor. Türkiye’ye sempati ile bakanlar arasında bile, Türkiye hakkında seyrettiği, okuduğu veya dinlediği pek çok olumsuz yayının izlerini görmek mümkün.
Tarihî kökenleri derinlere uzanan bu karalama kampanyasında, Osmanlı’ya karşı duyulan nefretin ciddi bir payı var. Nitekim özellikle pek çok tarihi çalışmanın da açıkça ortaya koyduğu üzere, İstanbul’un fethinden itibaren, Avrupa’daki kiliselerde Türklere karşı dinî ayinler düzenlenmeye başlandı. Osmanlı’nın sürekli zafer kazanıp Avrupa içlerine doğru ilerlemesiyle birlikte, Türklerin Hristiyanlığı yok edeceği korkusu bütün Avrupa’yı sardı. Kilise, bu duruma ilginç önlemler almaya çalıştı. Örneğin, Prag Başpiskoposu Türklerin Hristiyanlık üzerindeki galibiyetlerini ve yaklaşan tehlikeyi halka hatırlatması için, her Cuma saat dokuzda kilise çanlarının çalınması talimatını verdi. 16. yüzyılda yaşamış Viyana Piskoposu Fabri, vaazında cemaatini uyarıyordu: “Bu gökyüzü altında Türklerden daha merhametsiz ve daha gözü pek cani yoktur. Genç yaşlı veya kadın erkek ayrımı yapmadan, herkesi katlederler.” Sadece 16. yüzyılda bile, Avrupa’da Türk düşmanlığı ihtiva eden 2500 civarında kitap yazıldı. Böylece, “kana susamış Türk” imajı zihinlere iyice kazınmaya çalışıldı (Karlsson, 2006).
Protestanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther’e göre, Türk istilası, papalık makamı ile kilisedeki yolsuzluk ve bozulma sebebiyle, Yaratıcının Hristiyanlara gönderdiği bir cezaydı. Türkler, Osmanlı ve İslamiyet hakkındaki bu tip negatif propagandalar, daha okul yıllarında başlıyordu. Mesela 1795’te yayınlanan bir ders kitabında, İslamiyet şöyle tanımlanıyordu: “Bugüne kadar bütün Türklerin günah çıkardığı kişi olan büyük düzenbaz Muhammed tarafından uydurulan bozuk din.” 1833’te Londra’da basılan bir coğrafya kitabında ise Türkler şu üç cümleyle tarif ediliyordu: “Türkler genelde uzun boylu, güçlü ve dirençlidirler. Tembel, gaddar ve cahil bir toplulukturlar. Sigara içmeyi severler.” (Karlsson, 2006: 6-7).
Osmanlı’nın muzaffer olduğu dönemlerde Avrupa’ya hâkim olan korku, sonradan gittikçe azalsa da Türklere karşı duyulan nefret hiçbir zaman yok olmadı. Hatta bağımsızlık kazanan Balkan ülkelerindeki Osmanlı’yı Avrupa’dan silme fikriyle birlikte, güçlenerek devam etti. Birinci Dünya Savaşı esnasında, özellikle İngiltere’nin propaganda faaliyetleri hız kazandı. Dönemin İngiliz Başbakanı Lloyd George, bu çalışmalarda izlenmesi gereken yolu şöyle tarif ediyordu: “Yaptığımız yayınlarda Türklerin yönetim kabiliyetinden yoksun olduğu, adaletsiz davrandığı ve en önemlisi katliam yaptığı fikrini işlemeliyiz. Tabii bunu zamana yayarak, kademeli bir şekilde yapmalıyız ki asıl amacımız anlaşılmasın” (Karlsson, 2006: 10). Nitekim sonradan İngiliz Propaganda Bakanlığı tarafından basılan ve asılsız Ermeni soykırım iddialarını dile getiren Mavi Kitap benzeri yayınlar, bu talimat çerçevesinde hazırlanacaktı.
Günümüzde Avrupa’da okunan tarih çalışmalarında da halen Osmanlı’ya ve Türkiye’ye karşı duyulan düşmanlık ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar meşhur Fransız tarihçi Fernand Braudel, Osmanlı’nın “Avrupa’da çok uzun süreden beri inkâr edilen gerçek ihtişamı, tarihçilerin yaptığı ilmi araştırmalar neticesinde şimdi daha iyi anlaşılmaktadır” dese de (Braudel, 1995: 69-92); Batı menşeli tarih çalışmalarında hâlâ Türkiye’ye yönelik olumsuz bir tutum hâkim. Bu durumu saygın tarihçi Halil İnalcık, kısa ve net bir şekilde izah ediyor: “Avrupa… Türkiye’yi sevmez. Tarihçileri Avrupa halkına hitap eden eserlerinde Türkiye’yi daima istilacı, geri, savaşçı gibi gayet kötü sıfatlarla anlatırlar” (İnalcık, 2011).
Bir diğer önemli tarihçi Yılmaz Öztuna, Batı tarih anlatımındaki bu Osmanlı ve Türkiye aleyhtarlığının kaynağını Osmanlı fütuhatına bağlıyor: “Osmanlı, Avrupa’nın Asya ve Afrika’yı ele geçirmesine 19. asra kadar karşı koyduktan başka, 1354’te çıktığı Gelibolu Yarımadası’ndan başlayarak, Avrupa kıtasının önemli ülkelerine el koydu. Osmanlı korkusunun bugün de Batı’da devam ettiğinin emareleri açıktır” (Öztuna, 2011). Bu tarih anlayışı, Osmanlı ile Türkiye’yi özdeşleştirmiş olan Batı kamuoyunun, günümüz Türkiye’siyle ilgili algılarını da önemli ölçüde şekillendirmektedir.
Avrupa’da Türklere ve Osmanlı’ya karşı duyulan kin ve nefretin izlerine, bütün dünyada sıklıkla başvurulan meşhur İngilizce sözlüklerde bile rastlamak mümkün. Örneğin, 1995 basımı Oxford English Reference Sözlüğünde “Türk” kelimesinin karşısında yazan iki manadan biri aynen şu: “gaddar, vahşi veya zaptedilemez kimse.” Random House İngilizce Sözlüğünde ise “Türk” kelimesine verilen mana, “vahşi, yabani veya zorba insan.” Merriam-Webster İngilizce sözlüğünde, sunulan manalardan biri şöyle: “zalim ve acımasız kişi.” Bir milletin isminin sözlüklerde bile böylesine aşağılayıcı bir üslupla tanımlanması, aslında durumun vahametini tek başına ortaya koyuyor.
Kaynakça
BRAUDEL, Fernand. A History of Civilizations, Harmondsworth: Penguin Books, 1995.
İNALCIK, Halil. NTV’de katıldığı televizyon mülakatı, 29 Mart 2011.
KARLSSON, Ingmar.  “The Turks as a Threat and Europe’s Other,” içinde Swedish Institute for European Policy Studies. Turkey Sweeden and the European Union: Experiences and Expectations, Stockholm, Nisan 2006.
ÖZTUNA, Yılmaz. “Batı’nın Bitmeyen Korkusu: Osmanlı,” Türkiye, 26 Kasım 2011.
YANARIŞIK, Oğuzhan.  Avrupa Ailesindeki Üvey Kardeş Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’ye Uygulanan Ayrımcı Muamelenin Analizi, İstanbul: Babıali Kültür – BKY, 2013.
YANARIŞIK, Oğuzhan. “Yükselen Irkçılık ve İslamofobi Gölgesinde Yaşayan Avrupa Türkleri: Almanya Örneği,” Yeni Türkiye, Sayı 54, Türk Dünyası II, Eylül-Ekim 2013.

Yorumlar kapatıldı.