İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarih faşizmi ve Almanya’nın depreşen Ermeni ilgisi

Yasin Aktay
101. yılda, yani bu yılda ise böylesine önemli bir hamlenin Almanya’da gelmesi tabiri caizse tam bir garabet örneği. Bir başka açıdan da Almanya’nın her şeye geç intibak edişinin bir örneği. Herkes bilir ki, Almanya’nın sanayileşmesi de, Aydınlanması da hatta sömürgeciliği de diğer Avrupa ülkelerine nazaran geç kalmıştır. Sanayileşme ve modernleşmedeki bu gecikmişliği felsefede idealizmiyle telafi etmeye çalıştığı söylenir o yüzden. Gecikerek ortaya koyduğu felsefi idealizm performansı çok ciddi felsefi eserler ve isimler ortaya koymaya yöneltmiştir. Ancak, Marx’ın “sefalet” diye nitelediği bu idealizmin 20. yüzyılın en büyük trajedilerinin yaşandığı 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Almanya’nın oynadığı birincil rolde ne kadar etkili olduğu da hep bahis konusu olmaya devam etmiştir. Bilhassa 2. Dünya Savaşı’nda soykırım patentini sahiplenecek kadar büyük bir vahşete imza atmış olan Almanya’nın bugün 101 yıl önceki hadiselerin sayfalarını açarak başka milletleri de soykırım suçlamasına ortak etme çalışmasını nasıl anlamalıyız? (??? HYETERT)

***
Alman Federal Meclisi bu hafta içinde, 2 Haziran’da, 1915 yılında Türkiye’de cereyan etmiş olan olayların “Türkiye’nin Ermenilere ve Hıristiyan azınlıklara” yaptığı bir soykırım olduğuna karar veren bir tasarıyı oylayacak.
Geçtiğimiz yıl 1915 olaylarının 100. yıldönümü olması dolayısıyla birçok ülkede bu türden akla ziyan, vicdandan yoksun tasarıların Ermeni lobilerinin etkisiyle gündeme gelmesini herkes bekliyordu. Türkiye de buna kendini fazlasıyla hazırlamış buna karşı da kendi tezleriyle, aynı etkide ve yaygınlıkta olmasa da, kampanyalarını yürütüyordu. Bir yüz 100. yıl beklentisi her iki tarafı harekete geçirmişti.
100. yılda Ermeni diasporasının veya lobilerinin faaliyetleri beklendiği kadar etki yapmadı. Bir iki ülke dışında bu kampanya kendileri açısından bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Obama bile yine ‘büyük trajedi’ deyiminden öte, konuya “soykırım” konseptiyle yaklaşmaya yanaşmadı.
101. yılda, yani bu yılda ise böylesine önemli bir hamlenin Almanya’da gelmesi tabiri caizse tam bir garabet örneği. Bir başka açıdan da Almanya’nın her şeye geç intibak edişinin bir örneği. Herkes bilir ki, Almanya’nın sanayileşmesi de, Aydınlanması da hatta sömürgeciliği de diğer Avrupa ülkelerine nazaran geç kalmıştır. Sanayileşme ve modernleşmedeki bu gecikmişliği felsefede idealizmiyle telafi etmeye çalıştığı söylenir o yüzden. Gecikerek ortaya koyduğu felsefi idealizm performansı çok ciddi felsefi eserler ve isimler ortaya koymaya yöneltmiştir.
Ancak, Marx’ın “sefalet” diye nitelediği bu idealizmin 20. yüzyılın en büyük trajedilerinin yaşandığı 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Almanya’nın oynadığı birincil rolde ne kadar etkili olduğu da hep bahis konusu olmaya devam etmiştir. Bilhassa 2. Dünya Savaşı’nda soykırım patentini sahiplenecek kadar büyük bir vahşete imza atmış olan Almanya’nın bugün 101 yıl önceki hadiselerin sayfalarını açarak başka milletleri de soykırım suçlamasına ortak etme çalışmasını nasıl anlamalıyız?
Almanya’nın soykırım dolayısıyla bugün Yahudiler üzerinden İsrail’e ödemek zorunda olduğu ve yükümlülükleri halen devam etmekte olan ağır bir tazminat var. Bugün Almanya’nın özellikle Ortadoğu siyaseti bu suçun bir cezası olarak tamamen İsrail ipoteği altındadır. Almanya’nın bu tazminat kapsamında üstlendiği mali yük bir yana, bugün İsrail’in Filistinlilere yaptığı hiçbir insanlık dışı muameleye ses bile çıkarmamaktadır. Bu da Almanya’yı en temel insani durumlar karşısında son derece pasif, hiçbir insani siyasete sıcak bakmayan soğuk bir ülke olarak resmetmektedir.
Aynı Almanya bugünün dünyasında, gözümüzün önünde cereyan etmekte olan Suriye’deki insanlık trajedisinden payına düşen insani sorumluluktan kaçmak için akla karayı seçmiş durumda. Suriye’den canını kurtarmak üzere Türkiye’ye sığınan mültecilerin kendi kapılarını çalmaması için tedbirler almakla meşgul. Bu mülteciler de olmasa, Suriye halkının tamamı kendi topraklarında Esad zulmü altında ölse, Almanya’nın kılını kıpırdatacağı yok.
Günümüzde yaşanmakta olan bir başka trajedi de Mısır’dadır. Orada bir gün içinde üç bin insanın bir meydanda öldürüldüğü Mısır tarihinin en kara, en kanlı ve en vahşi olaylarından biri cereyan etti. Almanya’nın parlamentosundan bu olayı kınayan, ülkesinin bu olayın failleriyle ilişkisini sorgulayan bir karar tasarısı da görmedik. Üstelik Almanya devlet olarak bu olayın faili Sisi’yle ilişkilerini hiçbir şey olmamış gibi devam ettiriyor.
Bugünün soykırımlarına bir dizi çıkar ilişkisi içinde kayıtsız kalan Almanya’nın 101 sene önce gerçekleşmiş bir olayda soykırım ve trajedi araması, oradan kendine insani sorumluluk rolü yazması ne kadar inandırıcı olabilir? Böyle bir politik ajitasyon, tarihe ne kadar ışık tutabilir veya bugün insanların birbirini daha iyi anlamasına, barış içinde beraber yaşamasına ve sorunlarının çözümüne ne faydası olabilir?
Oylanacak tasarının Almanya Federal Meclisi’nin web sitesinde yer alan metninde geçen, özellikle “1915 önce öldürülen Ermeniler ve diğer Hıristiyan azınlıkların soykırımının anılmasına” tabiri, Almanya’da insani meselelere nasıl bir ırkçı yaklaşım sergilendiğini kaygı verici bir biçimde göstermektedir. Üstelik önerge, Hristiyan Birlik (CDU/CSU), SPD ve Yeşiller partisi tarafından ortak olarak hazırlanmış.
Bu kafadan soykırımların bir daha olmaması için herhangi bir etik, ahlaki duyarlılık çıkabilir mi? Amacımız bir daha böyle şeyler olmaması içinse, bu tür önerilerin bugün yaşanmakta olan soykırımlara daha büyük bir kayıtsızlık besliyor olduğunu yukarıda verdiğimiz Filistin, Suriye ve Mısır örneklerinden daha iyi ne gösterebilir?
Böyle bir karar asla insani bir duyarlılıktan geliyor olamaz. Böyle bir karar tasarısının veya tarihe böyle bir bakışın bugün için insanlığa, barışa, çokkültürlülüğe, bir arada yaşama kültürüne herhangi bir olumlu katkı yapması düşünülemez.
Daha 1945 yılında Hiroşima’ya atılan atom bombasıyla 200 bin kişinin ölümüne yol açan ABD’nin bu olay dolayısıyla Japonlara bir özür borcu olup olmadığı sorulduğunda bile Obama’nın cevabı “bu işi tarihçilere bırakmak lazım” şeklinde olmuştu. Gayet pişkince bir cevap. 1915 ile 1945 şartları elbette ki karşılaştırılamaz. Gerçekten suçlu olduğu ve muhakemesinin mümkün olduğu bir tarihi tarihçilere, hukuki anlamda tam bir zaman aşımının gerçekleşmiş olduğu bir olayı parlamentolara ve siyasetçilerin hakemliklerine taşımak tam bir aymazlık örneği.
1915 gibi, gerçekten tarihçilerden başka hiç kimsenin bu saatte bir rol üstlenmesi mümkün olmayan bir tarihte olup bitenlerle ilgili bilgiyi bugün siyasi bir kararla tüketmek veya bitirmek tek kelimeyle tarih faşizmidir.
Tarih faşizmini bugün hangi siyasal şartların beslediği tabii ki apayrı bir tartıma konusudur. Onu da Tarihbozumu: Tarih Sosyolojisi isimli kitabımızda derince ve genişçe yapmaya çalıştık.

Yorumlar kapatıldı.