İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Alman Parlamentosu koyu taassubun esiri

Alman Federal Meclisi’nin Lepsius’un kitap ve yayınlarını bugün hâlâ sözde Ermeni soykırımı iddiasını kanıtlayan temel kaynak olarak göstermesi, Alman yasama organının koyu bir taassubun ve Türkiye’ye karşı derin bir tutsağı olduğunu gösteriyor… II. Dünya Savaşı sonrasında Alman siyasetçileri ustalıklı bir manevrayla Yahudi soykırımının tüm sorumluğunu Nazilere yıkarak Alman milletini sorumluluktan uzak tutmaya da, bu iğrenç suçun ağır yükünü Alman kolektif hafızasından silemediler. Suçluluk algısı, Alman toplumunda güncelliğini yitirmeyen utanç duygusuna ve derin psikolojik etkilere yol açmıştı. İşte bu nedenle, Avrupa bütünleşme sürecinde tarihi bir rol oynamak ve dünya politikasında ekonomik gücüyle orantılı bir güç merkezine dönüşmek isteyen Almanya, suçunu paylaşacak tarihi ortaklık aramakta ve vicdanını temizlemek için Ermeni soykırımını desteleyerek Türk milletinin tarihini haksız ve asılsız iddialarla kirletmeye çalışmaktadır.(Sağcı gazeteler aşırı sağcıları bile aratıyor. Şimdi çamur Almanlara atılacak.  HYETERT)

Esasında, Almanya’nın, “Almanları aklama, Türkleri suçlama” politikası bir hayli gerilere, I. Dünya Savaşı’na gitmektedir. Daha savaş sürecinde Batılı ülkelerde yerleşik bir kanı olan, Osmanlı Hükümeti’nin tehcir kararını Alman Genel Kurmayı’nın desteği ile aldığı ve uyguladığı yolundaki iddialar, savaş sonrasında alenen tartışılmaya başlanmıştı. Nitekim, Almanya’nın Ermeni tehcir ve kırımının baş mimarı olduğu, 1914-1916 yıllarında İstanbul’da görevli olan ABD Büyükelçisi Morgenthau tarafından iddia edilmişti. Morgenthau anılarında, tehcirin Türklere Almanlar tarafından önerildiğini Alman Amirali Usedom’un kendisine bizzat söylediğini yazmıştı. Amerikalı tarihçi ve misyoner H. A. Gibbons da, Ermenilerin “yok edilmesinden” Almanları sorumlu tutuyordu.
PROTESTAN DİN ADAMI LEPSİUS’UN SAHTEKARLIĞI
Savaştan yenik çıkmış olmanın ezikliği altındaki Alman Hükümeti, bu suçlamaların yarattığı psikolojik baskıya karşı durabilmek, tehcir ve uygulamasında hiçbir sorumluluğu olmadığını belirtmek ve sorumluluğun sırf Osmanlılara ait olduğunu ortaya koymak amacıyla, Alman Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde bulunan sadece işine gelen bazı belgeleri yayımlatma yoluna gitti. Bu hassas  görev koyu bir Ermeni dostu olarak tanınan Protestan Papazı Lepsius’e verildi. Lepsius, bu görevi icabı yazdığı “Deutschlandund Armenien 1914-1918” başlıklı kitabında, Alman Hükümeti’nin Ermenilerin durumunu iyileştirmek için her türlü çabayı sarf ettiğini ve Ermeni kırımı konusunda tamamen masum olduğunu kanıtlamaya çalıştı.
İngiliz tarihçi UlrichTrumpener, “Germany andthe Ottoman^Empire, 1914-1918” adlı eserinde, Lepsius’ün  sahtekârlığının, yayınladığı arşiv belgelerini Osmanlı Devleti’ni suçlayacak ve Almanları aklayacak şekilde seçmesinden çok daha öteye gittiğini açıklamış ve Lepsius’un yayınladığı orijinal belgelerdeki bazı önemli pasajları,  ya değiştirdiğini, ya da sildiğini vurgulamıştır. Fritz T. Epstein adlı Alman tarihçisi de Lepsius’un kitabındaki orijinal belgelerin tahrif edildiğini doğrulamış; bir diğer Alman tarihçi, Wolfgang Gustda, Lepsius’un yaptığının, “Almanya’yı aklamak, Türkiye’yi suçlamak, Dışişleri Bakanlığı’nın  belge ihtiyacını  karşılamak  ve Ermenilerin itimadını kazanmak” şeklinde dört cepheli bir yapıya  benzediğini açıklamıştır.
LEPSİUS: TÜRK YİYİCİSİ YARATIK
Alman araştırmacı-yazar Hans Barth’ın “Türke, Wehre Dich” (Türk Kendini Savun) adlı kitabında, “Türkenfresser” (Türk yiyicisi yaratık) adıyla tanımladığı Lepsius hakkında yaptığı şu değerlendirme, Lepsius’un kitap ve yayınlarının güvenilecek bir tarihi kaynak olamayacağını ortaya koyuyor:
“Lepsius, Almanya’da uzun bir mücadele ve çalışmadan sonra Türkler aleyhine bir kamuoyu oluşturmakta başarılı olmuştur. Hatta bugün bile birçok araştırmacı onun roman özelliği taşıyan yayınlarından faydalanmaktadır. (…) Bir defa Lepsius birinci asırlardan kalma kopkoyu haçlı düşüncelere sahip bir papazdır. Bu haçlılık ruhu ve düşüncesini her fırsatta hem de açıkça ortaya çıkarıp işlemektedir. (…) Lepsius bütün Türk olanlara karşı, vahşi, körü körüne acımasız bir kin sergilemekte… katliamın politik, ahlaki ve sosyal sebeplerini tamamen örtbas etmekte ve keyfi sahte vahşet olayları sunmaktadır.”
Belirttiğimiz bu hususlar, Lepsius’un, amansız bir Türk düşmanı olduğunu, 1915 olaylarını Müslüman-Hıristiyan çatışması perspektifinden değerlendirdiğini ve Almanya’yı temize çıkarma amacıyla tahrif edilmiş belgelere dayanan kitabının propaganda vasıtası olduğunu kanıtlamaktadır.
FEDERAL MECLİS KOYU TAASSUBUN VE TÜRKİYE’YE KARŞI DERİN BİR ÖNYARGININ ETKİSİ ALTINDA
Buna rağmen, Alman Federal Meclisi’nin Lepsius’un kitap ve yayınlarını bugün hâlâ sözde Ermeni soykırımı iddiasını kanıtlayan temel kaynak olarak göstermesi, Alman yasama organının koyu bir taassubun ve Türkiye’ye karşı derin bir önyargının tutsağı olduğunu gösteriyor.
Nitekim, 2005 yılında Federal Meclis tarafından kabul edilen ve Osmanlı Hükümeti’ni dolaylı olarak soykırımla suçlayan  karar, Protestan ilahiyatçısı Profesör Herman Gotz tarafından Lepsius’un kitabındaki iddialara dayanılarak kaleme alınmıştı.
2 Haziranda görüşülecek karar tasarısı Federal Meclis’teki Parti grupları tarafından gizlilik içinde hazırlanmakta olduğundan, şu anda elde bir metin yoktur. Ancak, ortaya çıkacak metnin, iktidar partilerinin 2015’te, Yeşillerin ise 2016’da Meclis’e sunmuş oldukları tasarılardan derleneceği anlaşılmaktadır. Her iki tasarının gerekçesinde, Lepsius’un, 1915 Temmuz/Ağustos aylarında İstanbul’da yürüttüğü araştırmalar sonucunda Ermenilerin durumu hakkında yazmış olduğu fakat o dönemde askeri sansür nedeniyle Almanya’da yasaklanmış olan raporuna atıfta bulunulmaktadır.
Lepsius’ün, Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni azınlığına karşı bir toplu kıyım tasarlayıp uyguladığını iddia ettiği bu rapor, savaş sona erince “Dr. Johannes Lepsius’ün Ermeni Katliamı Hakkındaki Gizli Raporu” adıyla Paris’te yayımlanmıştır.
FEDERAL MECLİS’İN SOYKIRIM İDDİASI AMERİKAN  MİSYONERLERİN UYDURUK RAPORLARINA DAYANIYOR
Bu rapora dayanarak Türkleri soykırımla  suçlayan Alman parlamenterlerin gözden kaçırdıkları husus, Lepsius’un sözkonusu raporunu nasıl hazırlamış olduğudur. Bu konuda, Amerikalı tarihçi Profesör HeathLowry’nin “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsünün Perde Arkası” adlı eserinde ayrıntılı bilgiler vardır. İstanbul’da bir ay kalan ve Anadolu’ya gitmeyen Lepsius  31 Temmuz 1915’te Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’yu ziyaret ederek, “Osmanlı vahşetine” ilişkin bilgi talebinde bulunmuştur. Morgenthau muhatabına, konsolosların ve Amerikalı Protestan misyonerlerin uyduruk ve düzmece iddialara  dayalı raporlarını vermiştir. Lepsius de, bu bilgilere dayanarak sonradan Paris’te kitap halinde yayımlanan raporunu yazmıştır. Profesör Lowry’nin araştırmaları, Morgenthau’nunLepsius’e verdiği bilgileri, aynı zamanda “İngiliz Savaş Propaganda Bürosu” tarafından 1916’da yayımlanan Mavi Kitap’ın editörü konumundaki ViscountBryce’a da verdiğini göstermektedir. Yani, bugün artık tam bir savaş propaganda malzemesi olduğu ortaya çıkan Mavi Kitap ile Lepsius’un savaş sonrası Paris’te kitap olarak yayımlanan raporu ve Büyükelçi Morgenthau’nun anılarının dayandığı bilgilerin kaynağı aynıdır.
Dr. Şükrü M. Elekdağ / ALMAN PARLAMENTOSU TÜRKİYE’Yİ SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMIYLA SUÇLAMAYA HAZIRLANIYOR 2 (Em. Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, 22-23. Dönem CHP MV.)
YARIN: Almanya’ya yakışan ortak komisyona katkı
Her yerde Türk var!
Bu 3 ülkenin ilginç benzerlikleri var. Dünyada en fazla nüfusa sahip olan 1.3 milyarlık bir kitlenin yaşadığı Çin, kendi ülkesinden yurtdışına sayısal olarak en fazla göçmen yollayan ülke konumundadır. Şu anda 55 milyon Çinli göçmen başta ABD olmak üzere; dünyanın her yerinde yaşıyorlar bu da genel nüfuslarının % 3’ ünü oluşturuyor.
İkinci ülke Hindistan; Hindistan 1.1 milyarlık nüfusunun 35 milyonunu özellikle Güney Afrika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde yaşatıyor, onlarda da oran % 3.
Gelelim Türkiye’ye; Türkiye’nin ilginç yapısı göçmenlikle gelişen bir ülke olması. Orta Asya’dan göç ederek bugün Türkiye-Macaristan ve Finlandiya’ya kadar giden Türk boyları, Osmanlı’nın fethettiği birçok ülkeye gitmiş, orada da yaşamış ve o ülkeden de insanlar Türkiye’ye gelmişti. Cumhuriyet tarihine baktığımız zaman 1961’de Ankara Anlaşması ile yurtdışına göçmen göndermeye başlayan Türkiye, bugün 78 milyonluk nüfusa sahip, bunun yanında 6 milyon 800 bin kişilik bir Türk kitlesi de, özellikle 1961’ de başlayarak Dünya’nın birçok ülkesinde yaşayan kitleleri oluşturuyor.
Nüfusun % 9’u
Bu da genel olarak nüfusumuzun % 9’unu oluşturuyor. Böylece dünyada nüfusuna göre en fazla göçmeni kendi sınırları dışında yaşatan ülke ne Çin ne Hindistan’dır, bu ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin bu deneyimi takriben 55 yıllık bir sürece yayılır. En büyük kitleyi 3 milyon 100 bini Almanya’da olmak üzere, 5 milyon 400 bin kişi ile AB sınırları içinde yaşatan Türkiye’nin takriben 1.4 milyonluk bir kitleyi de başta; ABD, Kanada, Avustralya, Norveç, İsviçre, Arap ülkeleri ve Rusya gibi başka ülkelerde yaşatmaktadır.
Sayısal olaya geldiğimiz zaman; Türklerin AB’de yaşayan kitlesi Eurostat’ın sayılarına göre ortaya çıkarılmakta ve yanılma payı çok az olmaktadır. Buna karşılık diğer 1 milyon 400 bin kişilik kitle ise, tam anlamıyla ortaya çıkarılması güç olan fakat takriben doğru olan bir sayıdır.
Çifte vatandaş
Dış ülkelerde yaşayan Türk kökenli göçmenlerin birçoğu yaşadıkları ülkenin vatandaşlığını almış bulunmaktadır. Yalnız Almanya’ da 3 milyon 100 bin Türkün takriben 1 milyon 200 bini Alman vatandaşlığına geçmiş bulunmaktadırlar.
AB sınırları içindeki kitlenin 2.7 milyonu, takriben yarısı içinde yaşadıkları ülkenin vatandaşlığını almış insanlardan oluşmaktadır. Bu kitlelerin Türkiye’ye çok büyük katkıları vardır.  Geçtiğimiz dönemlerde Türkiye döviz açığı verdiği zaman işçi dövizleriyle bu açıklar kapatılır ve cari açığı azaltan bir kitle durumunda olunurdu. Şimdi dünyanın neresinde olursanız olun bir Türk görme şansına sahisiniz. Son olarak Fenerbahçe basketbol takımının Euro lig final maçlarında 16 bin kişilik basketbol sayısının 10 bininin Türklerden oluşması spor alanındaki dayanışmayı göstermektedir.
Bunun dışında Türk kitlesi arasında başarılı sporcular, sanatçılar, iş adamları, avukatlar ve doktorlar çıkmaktadırlar. Eskiden katıldığımız Eurovision yarışmasında Türkiye’nin başarılı sonuçlar almasının en büyük nedenlerinden biri de bu ülkelerde oylamaya katılan Türk kökenli göçmenlerin verdikleri oylardan oluşmaktaydı. Avrupa ve Amerika’nın birçok yerinde başarılı bir şekilde yaşamını sürdüren insanlar, bu ülkelerin politikalarında da yavaş yavaş bir denge unsuru oluşturmuş bulunmaktadırlar.
İşveren Türkler
TAVAK Vakfı’ nın son tespitlerine göre; yalnız AB sınırları içinde 150 bine yakın Türk kökenli göçmenin kurduğu firmalar bulunmakta ve bunların yıllık ciroları 50 milyar Euro sınırına yaklaşırken, yatırımları da takriben 18 milyar Euro sınırına erişmiş bulunmaktadırlar. Bu firmalar da takriben 800 bine yakın insan işçi olarak çalışmaktadır. Göçmenlerin kendi ülkelerine katkıları sayılmayacak kadar fazladır. Aynı zamanda içinde yaşadıkları ülkelerde bu zenginlikten büyük ölçüde yararlanmaktadırlar. Türkiye için bu büyük zenginlik, ülkemizin göçmenlik konusunda dünyada ilk sırayı almış olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Nüfusun oranına göre % 9’luk bir kitlenin yurt dışında yaşaması demek Türkiye’nin bugünkü 78 milyon olarak ön gördüğümüz nüfusa, bir 7 milyonluk daha katkının olduğu ve esas nüfusumuzun 85 milyona yaklaştığını ortaya
çıkarmaktadır.
Türkiye ülkeye gelen 2 milyon 800 bin Suriyeli mülteciye tam anlamıyla sahip çıkarken, yurt dışında yaşayan Türklere de hamilik yapması, bunların sorunlarıyla da ilgilenmeleri şarttır.
– Bu bilgiler Faruk Şen’ in Pozitif Yayınları’nın Her yerde Türk var, Dünyada Türk Olgusu kitabının özetidir.
Prof. Dr. Faruk Şen
1948’de Ankara’da doğan Faruk Şen, Almanya’nın WWU Münster Üniversitesi’nde işletme ekonomisi okuduktan sonra aynı üniversitede doktora yaptı. Faruk Şen, 1985’te Bonn’da Türkiye Araştırmalar Merkezi’ni kurdu. 1991’de Essen Üniversitesi’nde profesör oldu. 2008’in sonuna kadar Türkiye Araştırmalar Merkezi’ni yöneten Şen 2009’da Türkiye – Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı’nın kurucusu olarak çalışmalarına devam etti. TAVAK Vakfı’nın yönetim kurulu başkanlığını sürdüren Faruk Şen, REMA kuruluşunun da sahibi.

Yorumlar kapatıldı.