İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ulus-Devlet Dünyaya Huzur Getirdi mi?

H. Hümeyra Şahin
Toplumlar bir yanda homojenleşerek ulus bilinci ile siyasal örgütlenmelerini gerçekleştirdiler ama aynı zamanda küresel bir hareket alanında rekabet odaklı bir diyaloğa girdiler. Bu küresel arena, zaman içinde devletlerin kendi ekonomilerini kendi kontrollerinden çıkaran, para politikalarını belirleyen bir uluslararası sistem dayattı. Bu organizasyon içinde ulus devlet ölçeğini aşan ve tek başına ulus devletlerin üstesinden gelemeyeceği ekonomik, siyasal, sosyal ve çevresel birçok yeni sorun ortaya çıktı. Tüm bu çelişkilerine rağmen dünyada henüz ulus-ötesi bir siyasal tasarım yok. Fakat ulus-devletlerin milliyetçiliği aşıp ırkçılığa yanaşan boyutları ve kapitalist rekabetin doğurduğu ahlak sorunları dünyada yeni bir siyasal, ekonomik ve toplumsal sisteme olan ihtiyacı ortaya koyuyor. Aksi halde şu an çoğu etnik ve dini sebeplerle yerlerinden edilen 50 milyon göçmenin dünyada insanca yaşayabilmesi çok zor görünüyor.

***
Türkiye’nin güneydoğu sınırında ve Ortadoğu’da dinmeyen sorunlar var. Dünyanın neresine bakarsanız bakın etnik çatışmalar görülüyor. Küresel güçler bu etnik ayrışmalar üzerinden böl-yönet politikasıyla dünyanın belli bölgelerini yönetme mücadelesi içinde. Ulus-devlet meşruiyeti adı altında etnik milliyetçilik körükleniyor. Bu döngü 19.yy’dan beri dünyada huzursuzlukların kaynağı oldu.
20 yy.’a girerken, dünyada 20 civarında siyasal güç vardı. Bugün 250’yi aştı ama bu ulus-devletlerin ne kadarı kendi topraklarında muktedir, orası tartışılır. Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin birbirine çok benzeyen bayraklarına bakınca, hepsinin tek bir İngiliz tasarımcının elinden çıkmış olduğu görülür.
Ulus-devletin ortaya çıkışını sağlayan şartlar, coğrafi keşiflere dayanır. Coğrafi keşiflerle elde edilen yeni kaynaklar, burjuvazinin daha çok kazanma iştahı ile daha çok üretip, daha çok tüketme döngüsünü ortaya çıkardı. Ve elbette üretilen malın güvenli biçimde yeni pazarlara açılması gerekiyordu. Bu nedenle, yeni bir siyasal zemine ihtiyaç duyuldu. Zira kendi mülkünün siyaseten de patronu olan baronlar, lortlar, feodal beyler ve kralların etkin olduğu bir siyasal yapılanma içinde böylesi bir serbest piyasa ekonomisi yürütmek mümkün değildi. Ekonomik üretim ve pazarlamanın güven içinde yapılabilmesi için, yeni devlet yapılanması askeri bir güce de dayandırıldı. Gelişiminde kapitalizmin belirleyici olduğu, yapı ve işleyişinde burjuvazinin etkin olduğu, askeri güce dayanan ulus-devletlerin kuruluş süreci, dünyanın her yerinde farklı şekillerde gerçekleşti. Kıta Avrupa’sında devrimci bir şekilde kısa sürede gerçekleşirken, diğer ülkelerde zamana yayılarak gelişti. Burjuvazisi olmayan toplumlarda ise, ‘hayali cemaatler/uluslar’ üretildi.
‘Ortak dil, ortak kader ve ortak bir soy’ bu yeni siyasal ve ekonomik sistemin belli coğrafi sınırlar içinde duygusal alanını oluşturdu. Marşlar, vatanseverlik metinleri, yeni haritalar ve müzeler gibi bu duyguyu besleyecek kurumsal aygıtlar ulus-devletin psikolojik zeminini oluşturdu.
Yeni ekonomik kaynakların yeni pazarlara ulaşma süreci bir yandan da küreselleşme olgusunu beraberinde getirdi. Her ne kadar küreselleşme kavramını 90’lı yıllardan beri kullansak da, aslında bu kavramın tarihi 17.yy’a kadar gidiyor. Bu yönüyle ulus devlet, bir paradoksla hayatımıza yerleşti. Toplumlar bir yanda homojenleşerek ulus bilinci ile siyasal örgütlenmelerini gerçekleştirdiler ama aynı zamanda küresel bir hareket alanında rekabet odaklı bir diyaloğa girdiler. Bu küresel arena, zaman içinde devletlerin kendi ekonomilerini kendi kontrollerinden çıkaran, para politikalarını belirleyen bir uluslararası sistem dayattı. Bu organizasyon içinde ulus devlet ölçegˆini as¸an ve tek başına ulus devletlerin üstesinden gelemeyecegˆi ekonomik, siyasal, sosyal ve çevresel birçok yeni sorun ortaya çıktı. Tüm bu çelişkilerine rağmen dünyada henüz ulus-ötesi bir siyasal tasarım yok. Fakat ulus-devletlerin milliyetçiliği aşıp ırkçılığa yanaşan boyutları ve kapitalist rekabetin doğurduğu ahlak sorunları dünyada yeni bir siyasal, ekonomik ve toplumsal sisteme olan ihtiyacı ortaya koyuyor. Aksi halde şu an çoğu etnik ve dini sebeplerle yerlerinden edilen 50 milyon göçmenin dünyada insanca yaşayabilmesi çok zor görünüyor.

Yorumlar kapatıldı.