İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yarmayan’lar: Üç Kuşak Sanayici Bir Ermeni Ailesi

Gülay Dinçel
Türkiye’de üç kuşak boyunca sanayicilik yapan bir aile ya da sermaye grubu ile karşılaşmak oldukça güç. Bugünün büyük sanayi gruplarının tarihlerini Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar taşımak mümkün olsa bile sanayiye geçişleri ancak 1950’li, 60’lı yıllarda gerçekleşiyor. Önce ticari faaliyet, arkasından sınai faaliyet geliyor. Peki çok cılız da olsa Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayici bir kuşaktan söz etmek hiç mi mümkün değil? Bir kuşak olarak mümkün değil, ancak tekil imalatçılardan söz etmek mümkün. İmalatçı tanımlaması da daha çok zanaatkârlıkla sanayicilik arasında bir konumlanışa işaret ediyor. Bu imalatçılardan üç kuşak boyunca devam edebilen üstelik ölçek büyüterek bugünlere gelebilen çok az.

(Harutyun Yarmayan’ın doktor olan kardeşi Minas Yarmayan).


 Yarmayan ailesi bu nadir örneklerden biri. 1922 yılında dede Harutyun Yar-mayan’m Perşembe Pazarı’nda başladığı imalatçılığı önce oğul Mihran bir fabrikaya taşır, ardından da torun Arsen bu atölye irisi fabrikayı modern bir işletme haline getirir. 
1910 civarında, Tokat’ta. Harutyun Yarmayan il), Armenuhi Elmon Yarmayan (2), Terez Yarmayan (3), Armenuhi Elmon Yarmayan’ın yakınlarından Dedi Setanciyan (4).

Mihran Yarmayan önde en sağda, Harutyun Yarmayan’ın diğer çocuklarıyla birlikte.

TOKAT’TAN İSTANBUL’A,
TARIMDAN TİCARETE
Yarmayan ailesinin köklerini 19. yüzyıl başlarında Tokat’a ka­dar götürmek mümkün. 1954’teki Soyadı Kanunu’ndan sonra “Yar­man” şeklini alacak olan soyadla­rı “Yarmayan”ı da temel geçim faaliyetlerinden almışlar. “Yar­mayan” buğday yarmacısı de­mek; aile değirmencilikle uğraş­maktadır. Değirmencilik dışında bağcılık başta olmak üzere tarım da temel uğraşılardan biridir. Yarmayanlar 20. yüzyıl başların­da tüm faaliyetlerden elde ettiği gelirle yörenin “varlıklı”, “ileri gelen” aileleri arasında sayıl­maktadır. Arşak Alboyacıyan’ın Badmutyun Yevtogyo Hayots (“Tokat Ermenileri Tarihi”, Kahi­re, 1952) adlı kitabında, büyük dede Abraham Yarmayan’ın 1882 yılında Tokat’ta kilise yönetim kurulu üyesi, 1908 yılında ma­nastırın yönetim kurulu üyesi,
1914 mebus seçimlerinde ise müntehib-i sani olduğu bilgisi bulunmaktadır.
Ermeni Tehciri önce­sinde Yarmayanlar kalabalık bir ailedir. Çocuk ve torunlarla 20 kişiyi geçen aile Tokat’ta Sulu Sokak’taki büyük bir konakta yaşamaktadır. Yazları ise Malkayası’ndaki bağevlerinde geçirirler. Yarmayan ailesinin fert­leri eğitimlerini Tokat’ta bulu­nan Amerikan Koleji’nde alırlar. Her ne kadar ilk eğitimden iba­ret de olsa o dönemin koşulla­rında Batılı bir eğitimden geç­mek azımsanabilecek bir durum olmasa gerek. Harutyun Yarmayan’ın kardeşlerinden Minas Yarmayan daha da ötesi­ni gerçekleştirir, Beyrut’a gide­rek eğitimine devam eder. 1906 yılında Amerikan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Minas Yarmayan Ermeni Tehci­ri sırasında Erzincan Aziziye Hastanesi’nde askeri tabip ola­rak çalışmaktadır.
Harutyun ve Armenuhi Yarmayan, İstanbul, 1920. Yarmayanlar o sırada henüz Tokat’ta yaşıyorlar. Bir alacak tahsili için İstanbul’a gelindiğinde çekilmiş bir fotoğraf. Fotoğraftan kısa bir süre sonra İstanbul’a göç edecekler.
Harutyun Yarmayan 1882, Armenuhi Yarmayan ise 1886 doğumlu. Armenuhi Hanım, özgür ruhlu, modern bir kadındır. 1928 yılında bir yıl boyunca tüm Avrupa’yı tek başına dolaşır.
Doktor Mezburyan’ın Erme­ni Kökenli Doktorlar (1957, s. 243) adlı kitabında ve İstan­bul’da Ermenice olarak yayım­lananNor Gyank (Yeni Hayat) adlı gazetenin 1.2.1918 tarihli nüshasında yayımlanan “Şehit Verilen Ermeni Doktorlar” baş­lıklı yazıda Minas Yarmayan’ın Erzincan Aziziye Hastanesi’nde kolları hemşireler tarafından tutularak zorla ilaç zerk edil­mek suretiyle öldürüldüğü belirtilmektedir.
1915 tehcirinde aile Tokat’ı terk etmez; konakta saklanma kararı alır. İki istisnayla; birin­cisi yukarıda sözü edilen Erzin­can’da doktorluk yapan Minas Yarmayan, İkincisi üç çocuğu ve eşiyle Harutyun Yarmayan.
Konağın altında gizli bir sığınak bulunmaktadır. 6-7 aylık yiye­cek stoğu ile yaklaşık 17 kişi burada saklanır. Hepsi ölümle tanışır, kurtulan olmaz. Eşi ve çocuklarıyla beraber ormanda saklanan ve tanınmamak için kadın kıyafetiyle dolaşmak zo­runda kalan Harutyun Yarma­yan ise sağ kalmayı başarır.
Arşen Yarman’ın elinde Tokat’taki mülklerine ait, dedesinden kalma 80’i aşkın Osmanlı tapusu var.
1916 yılında Harutyun Yar­mayan ve ailesi Tokat’a geri dö­ner. Tehcir olayı büyük servet­lerin el değiştirmesine de yol açmıştır. Yarmayanlar mülkleri­nin büyük bölümünü geri alamasalar da başlangıçta otur­dukları konağı ve bağevini geri almayı başarırlar. Ancak bir sü­re sonra, dönemin yükselen isimlerinden, Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetici­lerinden muhtar Yoğurtçuoğlu, Harutyun Yarmayan’ın eşi Ar- menuhi Elmon Hanım’ı kaçırır. Ancak bağevi de Yoğurtçuoğ- lu’na terk edilerek büyükanne kurtarılır. Bu olayın da ardın­dan aile Tokat’ı terk eder ve 1920 yılında İstanbul’a gelir.
Arsen Yarman’ın elinde o dö­nemden kalma 80’i aşkın tapu var. Tokat’tan ayrılırken aile bu kadar mülkten de yoksun kal­mış olur. Ancak Arsen Yarman, ailenin İstanbul’a geldiğinde maddi anlamda çok sıkıntı çek­mediğini, bir miktar altının elde kalmış olduğunu söylüyor.
Mihran Yarmayan, 1926 yılında İstanbul’da. Mihran Bey o sırada 20’li yaşlarının başında bir delikanlı.
HURDA ALIM-SATIMINDAN
İMALATA
Harutyun Yarmayan İstan­bul’da oğlu Mihran’la birlikte hurdacılık yapmaya başlar. Bu­günkü Çırağan Oteli, eski Şeref Stadı’nın bulunduğu yerde İngilizlerden aldıkları malları sata­rak hurda ticareti yaparlar. 1924 kritik yıl olur; ticaretten imalata geçiş yılı. Hurdacılıktan imalata geçilir. Perşem­be Pazarı’nda demir mamul üretimine başlanır. Başlan­gıçta tek dükkân varken, zaman içinde 2-3 dük­kânları olur.
Buradaki üre­tim yapısını sanayi olarak nitelemek yan­lış olacaktır, usta-çırak iliş­kisine dayalı zanaatkârlığı biraz aşmış bir imalat yapısından söz et­mek daha doğrudur.
Baba Harutyun Yarmayan’ın da oğul Mihran Yarmayan’m da teknik ya da mühendislik eğitimi yok­tur. Ancak, sonraki yıllarda daha da artacak olan imalat tutkusu kanlarında vardır. Tokat’ta Ame­rikan Koleji bulunmasına ve ai­lenin bir bölümü burada okuma­sına rağmen, okul çağı savaş ve tehcir gibi olağanüstü durumlar içinde geçen Mihran Yarmayan doğru düzgün eğitim alamaz, o yıllarda henüz yabancı dil de bil­memektedir. Fransızcayı 45 ya­şından sonra öğrenir.
Yarmayan ailesi İstanbul’a ilk geldiğinde Harbiye’ye yerleşir. Uzun yıllar burada otururlar. Yazları ise Yakacık’ta kalırlar.
1920’li yıllar Cumhuriyetin kuruluş yılları, toplu iğneden çi­viye, basmadan kunduraya, şe­kerden çimentoya kadar her şe­ye çok büyük talep vardır. Bunla­rı üretmek de dışarıdan almak da çok güçtür. Nasıl üretilecek? Neyle alınacak? 1920’li yıllar bi­raz dışarıdan alarak, biraz da özel sektörün bir şeyler üretme­sini bekleyerek/destekleyerek geçer. 1930’lar değişen uluslara­rası konjonktürün de etkisiyle “devletçilik” yılları, yani devletin sanayiye el attığı yıllar olur. Os­manlı’dan devralman bir imalat sanayii var mıdır? İki savaş, hem maddi birikim olarak hem de bil­gi birikimi olarak ortada pek de bir şey bırakmaz. Bir süreklilik elbette var, sıfırdan başlandığını söylemek abartı olacaktır. Ancak ihtiyaçlarla var olan arasındaki açı çok geniştir.
Yarmayanların imalat serüveninde, cesaretleri kadar bu boşluk da çekici olur. Harut­yun Yarmayan ve oğlu Mihran Yar­mayan, nal, çivi, kazma, yaba, bel, tırmık, se­mer, eyerden sobaya, kova­dan baltaya, atlı çöp araba­sından arazöz üretimine 1920’lerin orta­sından 1930’ların sonlarına kadar önemli bir mesafe kaydederler. Bu tür demir mamullerin ya­nı sıra döküm-kaynak işlerinde de ustadırlar. İngiltere Kralı VIII. Edward’ın 1956 yılında İstanbul’u ziyareti sırasında Sir­keci Garı’nda hazırlanan “Hoş geldiniz” tabelası, Harutyun Yarmayan’ın üretimidir. 1938’de Ata­türk’ün ölümünün ardından Dolmabahçe Sarayı’nda naaşının konduğu katafalkın etrafına yer­leştirilen pirinç meşalelerin Mihran Yarmayan tarafından yapıl­mış olması ise aile için hâlâ bir övünç kaynağıdır.
1931 yılına gelindiğinde Mihran Bey hem babasının yanında çalışır, hem de başkalarıyla ortak ayrı bir işi vardır. 1931-43 arasın­da bu şekilde çalışır, ikinci Dün­ya Savaşı yıllarında ordu için etüv (buharla dezenfeksiyon ma­kinesi), sis bombası, hava defi lambası (projektör), istihkâm kazması üretirler.
Mihran Yarmayan ilk hava defi lambasını ürettikten sonra Perşembe Pazarı’ndaki işyerinin çatısında bir deneme yapar. Sansaryan Han’dan görülür. Ge­lip Mihran Bey’i apar topar gö­türürler. Düşmana işaret verdi­ği düşünülmüştür. Ordu’nun devreye girmesine rağmen iki günde zor çıkar.
ÇİVİ, KOVA, KAZMA DERKEN MAKİNE ÜRETİMİ

Etüv ise bu sürecin her an­lamda en kritik üretimi olur. Öncelikle etüv, işle ilgili bir dö­nüm noktasıdır, demir mamul­den makineye geçmiş olurlar. Diğer yandan etüv üretimi aile­nin başına gelecek olan bazı olumsuzlukların da başlangıcı­dır. Ailenin kanısına göre, Mihran Bey’in 1943’te Aşkale’deki çalışma kampına gönderilmesi­ne etnik kimliğinden daha çok etüv neden olmuştur.
Etüvün Almanya’dan ithal edildiği 1930’lu yıllarda Mihran Yarman fabrikalarında bir numu­ne üreterek etüvü askerlerin bit­lenmiş elbiselerinin temizlenme­sinde yaygın olarak kullanan Si­lahlı Kuvvetler yetkililerine götü­rür. Ürettiği malla ilgilenilmedi­ğini görünce Mihran Bey başka bir yönteme başvurmaya karar verir. Açılan etüv alım ihalesine, üretici firmanın Türkiye’de bir mümessilinin bulunmasına rağ­men, Mihran Bey, kendisini fir­manın Orta Şark mümessili ola­rak göstererek ve sahte teminat mektubu bularak katılır. Çok bü­yük fiyat kırarak ihaleyi kazanan Mihran Bey daha ileri gitmek is­temez, askeri yetkililere giderek “Ben yerli üretimin ispatı adına sahtekârlık yaptım, beni ne ya­parsanız yapın” der. Bu durumda ihale iptal edilir.
5-6 ay sonra ise yerli alıma gitme kararı verilir. Ancak Mih­ran Bey’in daha önce hazırlayıp verdiği dosya bulunamaz. Dolayı­sıyla Mihran Bey’e de ulaşılamaz. Bunun üzerine Genelkurmay, İs­tanbul Emniyet Müdürlüğünden Mihran Yarman’m bulunup Ankara’ya getirilmesini ister. Apar topar alınıp, ellerinden zincirle­nerek hayvan katarıyla Ankara’ya sevk edilen Mihran Bey, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktığını sanır. Mihran Bey ancak, daha önce etüv ihalesi sırasında mu­hatap olduğu paşanın karşısına çıkarılmak üzere at arabasıyla Genelkurmay’a girerken durumu anlayarak rahatlar. Paşa da Mihran Bey’in halini görünce “ne yaptınız adama?” diye sorar. Ma­ceralı biçimde de olsa ilk etüv si­parişi bu şekilde alınmış olur.
1939-42 arasında Ordu’ya başka şeylerin yanı sıra etüv de üretirler. Bu dönemde Yarma­yanlar neredeyse tamamen Or­du’ya üretim yapmaktadır. Sa­vaş yıllarında Yarmayanların iş­yerinde çalışıyor olmak bir nevi askerlik yapmak sayılmaktadır. Ordunun ihtiyaçlarını karşıla­mak için çalışmanın askerlik yapmakla eşdeğer tutulduğu, savaş dönemine özgü bu uygu­lamanın kapsamında Yarma­yanların işyeri de vardır.
Ancak 1942 yılma gelindiğinde dönemin İstanbul Defterdarı Faik Ökte, Mihran Bey’i çağırır ve “Yeni etüv ihalesi açılacak, ama sen katılmayacaksın” der. Mihran Bey’in nedenini sorması üzerine, kendisinin bir yakınının ihaleye katılacağını belirtir. Mih­ran Bey ise etüv işinden çekilme­yeceğini söyleyerek ayrılır.
Kısa bir süre sonra Var­lık Vergisi Kanunu çıkar. İstan­bul defterdarının başkanlığında kurulan komisyon Harutyun ve Mihran Yarman’a çok yüksek miktarlarda vergi yazar. Baba- oğuldan istenen toplam miktar 1 milyon TL’dir.
Bu kadar çok vergi istenme­sini etüv ihalesindeki çekişmeye bağlayan Mihran Bey bir hışımla Defterdarlığa giderek Ökte’nin gırtlağına sarılır, masanın camını yumruklayarak kırar. Ökte masanın arkasındaki zile basıp jandarma çağırır. Mihran Bey’i Moda’daki toplama merkezine götürürler. Üç gün tek başına kalır. Varlık Vergisini ödeyeme­diğinden ötürü ilk alınan insan olmuştur. Aşkale’ye ilk kafilede sevk edilir. Harutyun Yarman oğlunu bulamadan, Mihran Bey Aşkale’ye gitmiş olur. Arsen Yar­man, bu olayları anlatırken “Üzücü olan yanlardan biri, ver­gi miktarına ilişkin rakamın hiç­bir yerde doğru olarak bulunma­yışı ve babamın kafile 1, no 1 gö­türüldüğünün hiçbir yerde yazılmayışı” diyor.
Mihran Yarman, bir yıla yakın kaldığı Aşkale çalışma kampında Kop Dağı ile Aşkale arasında pos­ta görevi yapar. Yazın atla, kışın köpeklerin çektiği bir kızakla posta taşır. Arsen Bey’in babasın­dan duyduklarına göre, kampta insanlar genelde yol inşaatında çalıştırılmaktadır; özel bir zulüm yoktur. Savaşın seyri değiştikten sonra çalıştırmayı da bırakırlar, serbest bırakılana kadar boş bi­çimde bekletirler. Mihran Yarman’ı Aşkale’de en çok etkileyen şey, 1924 Anayasası’nı hazırla­yanlar arasında bulunan ve Türk Ocakları’nın İzmir şubesinde yö­neticilik yapmış olan 80 yaşının üzerindeki Gad Franko’nun da orada bulunmasıdır.
Varlık Vergisi ve Aşkale sür­günü Yarmayan ailesini maddi anlamda bitirir. Aşkale’den dön­dükten sonra 1945 yılında Mih­ran Yarman Ortaköy’de yeni bir yer kiralayıp her şeye sıfırdan başlar. Harutyun Yarman ise Varlık Vergisi’nden sonra çalışmayı bırakır. Hayata küsüp ölümüne kadar hiç konuşmaz. Ağzından günde en fazla 10 kelime çıkar.
MİHRAN YARMAN’IN
AŞKALE’DE YAZDIĞI ŞİİR
HATIRA
Aşkale yurdumda yok bizi anan
Kuleye benzeyen dağına bakan
Soluksuz kalıyor yokuşu çıkan
Kıymayın kardeşler bizimki de can.
Tanrıyla konuşmak isteyen aza
Bu dağı tırmanır düşe ve kalka
Burada yaşamak haza bir cefa
Dilerim Tanrıdan yalnız veda.
Ümidler kesilir azalır derman
Berbat’tır ederse böylece devam
Diyorlar cesur ol, kendine güven
Cefaya katlanır hayatı seven.
Eylülde hemence kesilir sıcak
Bu dağın rüzgârı buzdan bir bıçak
Diyorlar bu kış da karlı olacak
Gönlümüz ser-a-pa yeisle dolacak.
Günümüz zehirdir hicranlar derin
Acılar fanidir bugünlük barın
Göze hor görünen yağmurlu karın
Şafağı parlaktır doğacak yarın.
İstanbul dünyanın en güzel şehri
Beyoğlu bu şehrin en lâtif semti
Şimdilik anmıyor terk etti bizi
Hasreti yakıyor aylardan beri.
Bülbüller güllükte heceler aşkı
Mehtap ia nurlanır sulmetler gamlı
Rüyayı andıran geceler aşklı
Hatıra kalacak bu günler acı.
Kop Dağlı, 2.5.1943
1944 başında Ortaköy’de kira­lanan yerde Kızıl Çelik fabrikası, Baboyan isimli bir ortakla bera­ber kurulur. Bu fabrika daha sonra Demir Çelik fabrikası olur. Bu fabrikada seri biçimde arazöz, çöp kamyonu, su tankı, as­falt tankı gibi mamuller üretilir.
40’lar, 50’ler boyunca bu tür mamullerin yanı sıra ilk akarya­kıt tank ve tesisleri, ilk yerli as­falt tankı ve tesisleri, yükleme- boşaltma tesisleri de kurulur. 60’larda yükleme-boşaltma tesi­si yapımına başlarlar. Haydar­paşa’da, İzmir Alsancak’ta TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) silo­larına yükleme-boşaltma tesis­leri yapılır. Kazlıçeşme-Dolmabahçe gazhanelerinin komple bakımı yapılır.
MAKİNE ÜRETEN MAKİNEMihran Yarman’ın iş hayatı boyunca temel prensibi “yerli üretim”’dir. Her tür makinanın yapılabileceğini düşünmektedir. Yalnızca düşünmekle kalmaz, projeler hazırlar, modeller yapar, imal eder, dener. Mihran Bey’in hemen bütün işyerleri onun için büyük bir laboratuvardır; ticaret tutkusundan da öte bir tür “icat” tutkusu taşımaktadır. Sürekli ye­ni araştırmalar yapmanın, yeni makineler üretmenin peşinde ko­şar. 1940’lı yılların ortalarından 80’lere kadar yüzlerce makine üretirler. Bunların önemli bir kısmı sipariş üzerine bir defaya mahsus olmak üzere üretilmiştir. Tam anlamıyla 1989’dan sonra seri üretime geçilir; ki tek bir başlık olsa da -asfalt makinesi- hala 50 çeşit makine üretiyorlar. Örneğin 1967 yılında Press Cold Buzdolabı Fabrikası üretime ge­çerken, buzdolabı üretiminde kullanılan bir makineyi bu fabri­ka için Yarmanlar üretir. Ülkenin ekonomik durumuna, ihtiyaca, açılan ihalelerin çeşidine göre üretim yaparlar.
Mihran Yarman bu teknoloji tutkusunun sonucu olarak bir dizi patentin de sahibi olmuş­tur. 1950’lerde önden yanmalı soba, 60’larda piramit şeklinde yemleme-sulama-havalandırma-atık alma üniteleri otomatik olan bir tavukhane projesi pa­tentleri almıştır. Yarmanların sanayi faaliyetlerinin ilkleri de bulunmaktadır; ilk selektör üre­timi, ilk otomobil ve kamyon şa­sesi (BMC’ye) üretimi gibi.
1944-60 arası iş hayatı açısın­dan parlak yıllar olur. Ancak 1960’ta büyük bir darbe yerler. Çok büyük ve gizli bir NATO iha­lesinin demir imalat ihalesini ka­zanırlar. Bu sırada 27 Mayıs Dar­besi gerçekleşir ve imal ettiği mal elinde kaldığı için iş iptal edilir. Bu darbenin ardından ken­dilerini toplamaları 10 yılı bulur.
Fabrika 1956 yılma kadar Ortaköy’dedir, 1956’dan itibaren bugünkü yerine Topkapı’ya taşı­nır. 1944 yılından itibaren kriz dönemleri dışında fabrikada çalı­şan sayısı 150’nin altına düşmez.
Ailenin üçüncü kuşak tem­silcisi Arsen Yarman, 1967 yılın­da İtalya’da Padova Üniversitesi’nde mühendislik eğitimine başlar. Ancak 1971 yılında işte kendisine duyulan ihtiyaçtan ötürü beşinci sınıfta okulu bıra­kıp döner. Arsen Bey’in ilk işle­rinden biri işletme organizasyo­nu yapmak olur. Kendi ifadesiy­le o güne kadar “büyük bir atöl­ye” olarak yönetilmiş fabrika artık “modern bir işletme” ola­rak yönetilmeye başlar.
Arsen Bey de dedesi ve ba­bası gibi birtakım ilklere imza atmıştır. Boğaziçi Köprüsü’nün yapımında kullanılan Türki­ye’nin ilk öngerilimli beton kalı­bı (300 tonluk) Yarmayanlar ta­rafından üretilmiştir.
Arsen Yarman, sanayi mace­ralarını şöyle özetliyor:
“1960’lara kadar römorktan asfalt tankına ‘ölü makina’ üret­tik, 60’lardan sonra ‘canlı maki­na’ üretmeye başladık. 80’lere kadar ‘bilgi+beceri’ ayakta kal­mayı sağlıyordu. Ancak artık güçlü bir sermaye birikimi olma­dan ayakta kalmak imkânsız.”
80’ler Yarman ailesinin iş hayatı açısından en zor yıllar olur. Özal yıllarının, sınai üreti­mi bir bütün olarak tehdit eden ekonomi politikaları, Yarmanları da oldukça fazla etkiler. Yıllar boyunca tüm darboğazlara kar­şın yapmadıklarını 1989 yılında yapmak zorunda kalırlar, küçü­lürler. Şu anda sadece asfalt makineleri üreten işyerinde yaklaşık 25 kişi çalışıyor.
Kaynak: Toplumsal Tarih Eylül 1999, sayı: 69 

Harutyun ve Mihran Yarman’a 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi kanunuyla çok yüksek miktarlarda vergi tahakkuk ettirilir.
Harutyun Yarmayan’a ait olan kısmı baba-oğul bütün varlıklarını ortaya koyarak öderlerse de Mihran Yarmayan’ın kaderine Aşkale çalışma kampı düşer.

Aile, Varlık Vergisi makbuzlarını hâlâ muhafaza ediyor. Defterdarı Faik Ökte tarafından yazılan Varlık Vergisi Faciası adlı kitapta Yarmayan ailesine ilişkin yer alan bilgi. Kitaba göre Mihran Yarman Aşkale’ye 1. kafilenin 20. ismi olarak gidiyor. Mihran Yarman’a tebliğ edilen Varlık Vergisi 200 bin TL, ödediği kısım 2.970 TL. 

Yorumlar kapatıldı.