İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruhun şâd olsun Antranik amca

Yalçın Çetinkaya
Ondokuz veya yirmi yaşındaydım. O sıralar, yaz tatilinde, geçici olarak bir fabrikanın satınalma servisinde çalışıyorum. Fabrikanın sahibi bir Ermeni vatandaşımız idi ve fabrika personeli de ağırlıklı olarak Ermeni vatandaşlardan oluşuyordu. İki-üç aylık çalışma süresi içinde buradaki iş arkadaşım olan Ermeni vatandaşlarımızdan çok şey öğrendim. Hele yaşlı Ermeniler, sanki birer filozof gibiydiler.

Bu yaşlı, tecrübeli, görmüş geçirmiş Ermeni iş arkadaşlarım içinde beni en fazla etkileyen, kendisinden gerçekten çok şey öğrendiğim ve hatta hayata bakışımı değiştiren biri vardı ki onu asla unutmayacağım. Bu yaşlı Ermeni, Antranik amcaydı ve hatırladığım kadarıyla da eski bir papaz veya ermeni kilisesinde vazifeli idi. Üst düzey mûsikî bilgisi vardı, bir hanımefendiye âşık olup evlenince kilisedeki görevine son verildiğini hatırlıyorum Antranik amcanın. Derinlikli bir insandı. Söylediği her sözü düşünerek, ölçüp biçerek söyler, eski bir din adamı olmanın verdiği olgunluk ve vak’ar ile farkedilir ve karşısındaki kim olursa olsun onunla gayet düzeyli bir sohbet tutturur, sohbetini dinletmeyi de bilirdi.
Koca fabrikanın satınalma işleri benim üzerimde olduğu için Antranik amcayla birlikte fabrikanın kamyonetine atlar, fabrikanın Topkapı Maltepe’deki merkezinden yola koyulur ve Perşembe Pazarı’ndaki ofise giderdik. Ben sabahtan akşama kadar fabrikanın ihtiyaç duyduğu teknik malzemeleri dolaşıp satın alır, kamyonete yükleyip akşama doğru fabrikaya dönerdim. Fabrikadaki iki veya üç aylık çalışma sürem bu şekilde devam etti gitti.
Bir gün Antranik amcayla birlikte Topkapı’dan Perşembe Pazarı’na doğru giderken, kamyonetin radyosunu açtım. O esnada bir klasik Osmanlı mûsikî eseri çalınmaktaydı. Şarkının ismini üzerinden otuzbeş yıl geçtikten sonra hatırlamam elbette mümkün değil ama, Antranik amcayla bu şarkıdan dolayı aramızda geçen konuşmayı unutmam mümkün değil.
“Şu bizim mûsikîmiz ne kadar güzel, ne kadar etkileyici” dedim şarkıyı dinlerken. Antranik amca benim bu sözüme İstanbul Ermenisi aksanıyla, zarif bir İstanbul beyefendisi edâsıyla ve büyük bir olgunlukla öyle bir cevap verdi ki bu cevap hayatımın en büyük derslerinden biri olmuştur:
– Yalçın evlâdım, bu mûsikî nereden sizin oluyormuş söyle bakalım ?
– Türk mûsikîsi değil mi Antranik amca ? İstanbul’a ait. Osmanlı. Bizim tabii…
– Şöyle düşünsek evlâdım… Bir çeşme var… berrak ve lezzetli suyundan bütün mahalle dolduruyor, güzelce içip susuzluğunu ve diğer ihtiyaçlarını gideriyor”
– Babamın görev yaptığı köyde tam da öyle bir çeşme vardı Antranik amca. Köy meydanındaydı. Lezzetli mi lezzetli, içmeye doyamayacağın bir suyu vardı
– Hah işte öyle bir çeşme düşün. Bütün ahali gelip kovasını, testisini dolduruyor.
– Zaten siz çeşmeden söz edince benim de aklıma hemen o çeşme geldi
– Çeşmenin suyu aynı, kaynağı aynı ve yıllar boyunca aynı lezzetiyle akıp duruyor, orada yaşayan insanlar da o çeşmeden suyunu içiyor… Sen, ben, başka bir komşumuz… hep gelip o çeşmeden su dolduruyoruz. Fakat bir husus var. Çeşmenin suyu hepimiz için aynı lezzette akıyor ve hepimiz o lezzetli sudan içiyoruz öyle değil mi ? Öyle ! Çeşmenin suyu aynı, fakat bizim su testilerimiz farklı farklı. Meselâ senin testin toprak, benim testim cam, ötekinin testisi plastik. Hepimizin testisi farklı biçimlerde ve farklı renklerde. Ama su aynı. Neden aynı ? Çünkü aynı çeşmeden akıyor, aynı kaynaktan geliyor. Su aynı ama testilerimiz farklı. İşte bu senin “bizim” dediğin mûsikî de tıpkı bu çeşmenin lezzetli suyu gibidir evlâdım. Aynı kaynaktan gelen su gibidir. Ama bizim dillerimiz, dinlerimiz, yaşama biçimlerimiz farklı olduğu için, aynı kaynaktan gelen bu mûsikî suyunu kendi kabımıza koymuşuz. Kaynak aynı, su aynı… ama testilerimiz farklı. “Bizim” dediğin mûsikî aslında sadece sizin değil… bu İstanbul’da yaşayan herkesin… hatta çok daha geniş bir kültür coğrafyasının.
Antranik amcanın bu sözünü hiç unutmadım. Hatta “suyumuz aynı, testilerimiz farklı” diyen Hz. Mevlânâ ile aynı şeyi söylediğini farkettiğimde önemini daha iyi anladım. Ve Antranik amcanın bu sözleri benim mûsikîye, sadece mûsikîye değil, ama her şeye… bütün varlığa bakışımı değiştirdi.
Mûsikî cevheri de tıpkı çeşmenin suyu gibi Allah’tan değil mi ? Biz dünya üzerinde bu cevheri kendimize göre işliyoruz… tıpkı aynı çeşmenin suyunu kendi testimize doldurup içtiğimiz gibi.
Antranik amca hayatta mıdır bilmiyorum. Zaten yaşlıydı, aradan neredeyse otuzbeş yıl geçmiş, büyük bir ihtimalle kaynağın sahibine ulaşmıştır. Ulaştıysa, ruhu şâd olsun. Hayattaysa bu çeşmenin suyundan uzun yıllar içmeye devam etsin.
Yalçın Çetinkaya
Hakkında
  
1960 yılında Tekirdağ’da doğdu. Müziğe 11 yaşında başladı ve 12 yaşından itibaren, başta çocuk şarkıları olmak üzere çeşitli formlarda besteler yaptı. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nı bitirdi. M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslâm Felsefesi alanında yüksek lisans yaptı. 100. Yıl Üniversitesi Müzik Bölümü’nün kuruluşuna katkı sağladı ve bir süre araştırma görevlisi olarak çalıştı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Mûsikîsi alanında doktora yaptı. Beş yıl boyunca Cemal Reşit Rey Konser Salonu Genel Sanat Yönetmenliğini yürüten Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya, Haliç Üniversitesi Konservatuarı’nda öğretim üyesi ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olarak dersler verdi. ‘Memleket Meseleleri’ başlıklı röportajlarıyla, Yazarlar Birliği Röportaj Ödülü’ne lâyık görüldü. Reklâmcılık ve Manipülasyon, İhvân-ı Safâ’da Müzik Düşüncesi, Memleket Meseleleri ve Müzik Yazıları adlı yayınlanmış dört kitabı bulunuyor. Müzik Felsefesi, Müzik Sosyolojisi gibi alanlarda çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunan Çetinkaya, halen İTÜ Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yorumlar kapatıldı.