İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yine Bir 24 Nisan Ertesi

Verda Özer / vozer@hurriyet.com.tr
Türkiye aslında unutmadı. Unuttuğunu sandı. Ve bilinçaltına gömmeye çalıştığı o travma, bulduğu her fırsatta karşısına dikildi. Şimdi ise hatırlamayı seçiyor. Ve Ermenilerle ortak travmasını, yine onlarla birlikte hatırlıyor. Zaten bu yüzden bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, iki gün önce yine Osmanlı Ermenileri için taziyede bulundu, yine “ortak acımız” dedi. Ancak bu hatırlama her ne kadar kıymetli olsa da, artık yeterli değil. Şimdi 2014’te başlayan bu “yüzleşme” sürecini ileriye taşımak gerekiyor. Türkiye nasıl Ermenilerin acılarını paylaştıysa, onlardan özür dilemesi de içine girdiğimiz bu yeni dönemin gereği. Diyaspora dahil ülke dışına sürülen tüm Ermenilerin torunlarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı önerilmesi de keza aynı şekilde. İki ülkenin sınırlarının açılması ise artık elzem.

****
Geçtiğimiz yıl 1915’in 100. yıldönümüydü. Ve geçtiğimiz yıl bugünlerde, herkes ve herşey soykırım tartışmasına kilitlenmişti.
Ondan önceki yıl ise bambaşka bir ortam hakimdi. 23 Nisan 2014’te, o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 1915’te ölen Ermeniler için dokuz dilde taziye mesajı yayınlamıştı. Torunlarına başsağlığı dilemişti. Bu, Türkiye tarihinde bir ilkti.
O zaman da yazdığım gibi, böylelikle o yıl Türkiye ilk kez Ermenilerin yaşadıkları acıları inkar etmedi, kabullendi. İlk kez bu konuda insan odaklı ve vicdanıyla konuştu, ‘ortak tarih’, ‘ortak acı’ dedi.
İlk kez 3. tarafları aradan kaldırdı, Ermenilere doğrudan hitap etti. Ve ilk kez, Ermenilerle ortak bir geleceğe vurgu yaptı.
Yani o gün, hakim olan paradigma değişti.
TAZİYE MESAJI ÖNCESİ
Türkiye’yi “gayrimüslim-sizleştirme” politikası 1915 sonrasında, Cumhuriyet döneminde de devam etti. Nüfus mübadeleleri, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Hrant Dink’in katline göz yumulması… Hepsi bunun tezahürleriydi. Evvelki yıla kadar Ermeni katliamlarının görmezden gelinmesi da bu anlayışı yaşattı.
23 Nisan 2014 ise, resmi yüzleşmeyi başlattı. Ve bu aslında uzun bir sürecin sadece bir faslı. 2006’da düzenlenen “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” konferansı ve 2008’de 30 bin kişinin imzaladığı “Ermenilerden Özür Diliyorum” bildirisi ilk kırılmalardı.
6 Eylül 2008’de o zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Türkiye-Ermenistan maçını izlemek üzere Erivan’a gitmesi ve akabinde 10 Ekim 2009’da iki ülkenin imzaladığı protokoller ise, asıl mihenk taşlarıydı.
ERMENİLER HATIRLADI, TÜRKLER “UNUTTU”
Erdoğan’ın o taziye mesajının hemen ardından, Emekli Büyükelçi ve Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu üyesi Özdem Sanberk’le görüşmüştüm. O da bu tarihi değişimi vurgulamıştı.
Sanberk, travmayla baş etmenin iki yöntemi olduğunu söylemişti: Hatırlamak ya da unutmak. Ona göre, Ermeniler yaşadıkları acıları hep hatırladılar. Ve kimliklerini bu hatırlama üzerine inşa ettiler.
Zaten Erivan’a gittiğinizde, havaalanından başlayarak tüm şehri kuşatmış olan “1915’i unutma” afişleriyle bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ve onlar için geçmiş, bugün ve geleceğin 1915’te donup kaldığını görüyorsunuz.
*
Sanberk’e göre Türkiye ise unutmayı seçti. Ve resmi Türk kimliğini Türkiye’nin geçmişi değil, geleceği üzerine inşa etti. Geçmişteki travmalarının yerine, “Türkiye Cumhuriyeti” perspektifini yerleştirdi.
Ancak bana kalırsa bu yöntem başarılı olmadı. Çünkü Türkiye aslında unutmadı. Unuttuğunu sandı. Ve bilinçaltına gömmeye çalıştığı o travma, bulduğu her fırsatta karşısına dikildi.
Şimdi ise hatırlamayı seçiyor. Ve Ermenilerle ortak travmasını, yine onlarla birlikte hatırlıyor.
Zaten bu yüzden bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, iki gün önce yine Osmanlı Ermenileri için taziyede bulundu, yine “ortak acımız” dedi.
BUNDAN SONRASI
Ancak bu hatırlama her ne kadar kıymetli olsa da, artık yeterli değil. Şimdi 2014’te başlayan bu “yüzleşme” sürecini ileriye taşımak gerekiyor.
Türkiye nasıl Ermenilerin acılarını paylaştıysa, onlardan özür dilemesi de içine girdiğimiz bu yeni dönemin gereği. Diyaspora dahil ülke dışına sürülen tüm Ermenilerin torunlarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı önerilmesi de keza aynı şekilde. İki ülkenin sınırlarının açılması ise artık elzem.
*
Sadece devletin geçmişiyle yüzleşmesi ise yeterli değil. Bizler de travmalarla yüzleşmeliyiz. Çünkü bu mesele herşeyden önce bir insanlık meselesi.
Geçtiğimiz yıl bugün, hem babasını hem teyzesini Asala’ya kurban vermiş Emin Mahir Balcıoğlu’yla görüşmüştüm. Emin Bey tüm yaşadıklarına rağmen, kendisini nefretten tamamen arındırmış. Dahası Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu üyesi olarak iki halk arasında diyalog kurmaya çalışıyor.
“Mühim olan, nefretten uzak duralım. Birbirimize yakınlaşmaya çalışalım. Acıları paylaşmak önemli. Bunu başarmak gerekiyor. Yoksa çok kötü olur dünya tarihi” sözleri, kimsenin kimseden nefret etmeye hakkı olmadığını anlatıyor.
Artık bizler, iki halk için de nefretten ve geçmişin bu yükünden kurtulma, özgürleşme vakti.

Yorumlar kapatıldı.