İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yitik Kuşlar ”Masalı”

Bedros Dağlıyan
Film bu haliyle ben soykırımı değil de size bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı mutlu mesut köyler, kasabalar vardı ama şimdi yok. Nedeni belirsizce göç ettiler… Yalnız ortada filmin anlattığı bir göç hikâyesi de yok. Filmin sonunda Halep şehrindeki bir manastırda annelerin bir kısmı yoklamada buradayım diyen çocukları bekler. Mutlu sonla birleşirler. Ortada iki asker vardır sadece. Ne tek el silah ne de süngü… Bu hali Türk Devlet tezine hayli uygun gelişen bir filmmiş denilebilir. Yani öyle birdenbire çoluk çocuk aniden yok olmak; üstelik birkaç saat içinde olması çok inandırıcı gelmiyor. Filmin asıl güzelliği görselliğinde… Hayalinizde yaşattığınız bir Anadolu manzarası sizi geride bıraktığınız memleketinize götürecektir…

***
Hepimiz gerçeğin masal diye anlatıldığı hikâyelerle büyüdük. Bazen öyle olurdu ki o masalın büyüsüne kapılır giderdik. Kimi zamanda masalın en güzel yerinde yayamızın kollarında uyuya kalır; güzel zamanları rüyalarımıza katardık… Dedelerimizin ve yayalarımızın hazin hikâyeleri geçmişin o çileli mahzun yılları bizim körpe dimağlarımıza aktarılırken onları masalmış gibi dinlerdik. O masalların aslında koca bir halkın dramını, 1915’in o makûs yıllarını anlattığından nasıl da bihaberdik o zamanlar…
Dün bir filme gittim. Filmin adı “YİTİK KUŞLAR” Gece matinesinde kırk elli kişi kadar varız. Film saati olan 22.00 de salon karardı, ama film başlamadı. Tam yirmi beş dakika reklam izledik. Sanki katliam öncesine reklam almış sinema salonu… Yani her zamanki gibi sizi ciddiye almıyoruz diyorlar… Siz istediğiniz kadar Soykırım deyin, Büyük Felaket deyin; adına her ne derseniz deyin siz size ağlarsınız sadece…
Öyle de oldu; yine biz kendi halimize bakıp ağladık. Film, 1915’i iki çocuğun gözünden masal edasında anlatıyor. Yani bizim çocukluğumuzda anladığımız gibi… Çocuklar hep mutlu son isterler bilirsiniz… Değil mi ki çocukluğumuzda kötü bir olay olduğunda gözlerimizi kapatır, hiç olmamış gibi yapardık; öyle…
Anadolu’da Ermeni halkının yaşadığı isimsiz ama mutlu köylerden birinde geçiyor masal! Her zamanki gibi esnaf ve sanatkâr Ermeni erkekleri ve onların mutlu mesut aileleri hikâyenin başkahramanları…
Bizlerin aileleri de böyle değil miydi? Çocukluğumun Diyarbakır’ında neredeyse bütün esnaf ve sanatkârlar ya Ermeni ya da Süryani’ydi… Hele 1915’in Diyarbakır’ı geniş Ermeni ve Süryani nüfusuyla dikkat çekiyorken, İstanbul’dan sonra ekonomik olarak en iyi şehirlerden birisi değil miydi? Sonra ne oldu bir fermanla, bir telgrafla o masal kötü bir sonla bitti…
Neyse biz filme gelelim. Evin babası Marangoz Mihran askerde… Evde dede, yaya ve anne ile birlikte iki çocuk yaşıyor. Maryam ve Bedo ( Bedros)… İki çocuğun yaşantısı köy yerinde yaptıkları yaramazlıklar ve kendilerinin yarattığı adına saray dedikleri bir mağarada hayali oyunlar oynayarak geçiyor. Bir gün dere boyunda mavi gözlü uzun gagalı yaralı bir kuş buluyorlar. Böyle başlıyor bir prenses, bir şövalye ve Baçik adını verdikleri kuşun öyküsü…
Anneleri evde istemediğinden tahta bir kafesin içine koydukları yaralı kuşu iyileşene dek mağarada besliyorlar. Zadik Bayramı öncesi neşe içinde oruçlar açılırken şarap içerek dilekler tutarlar. Büyükler ocağımız sönmesin, ailemiz dağılmasın diye dilek tutarken Maryam ve Bedo birbirlerinden hiç ayrılmasınlar diye dilek tutarlar. Bayram sabahı evde silah olduğu gerekçesiyle dedeyi jandarmalar alıp götürür ve bir daha haber alamazlar. Tedirgin olan anne çocukları oyun için dışarıya bırakmaz. Çocuklarsa mağarada bıraktıkları Baçik’in yalnız kalıp üzülmesini istemediklerinden bir yolunu bulup sabah erkenden kuşlarını beslemeye giderler.
Geldiklerinde yayası ve annesi yoktur. Dahası tüm köy halkı sırra kadem basmıştır. Birkaç gün evde dönmelerini beklerler sonra da onları aramak için yola koyulurlar. Ne üzülürler ne de ağlarlar. İkisi de ölümü bilmiyorlardır. Gülerler, eğlenirler, kuşlarıyla konuşurlar; ikisi bir masalın kahramanlarıdırlar artık…
Film bu haliyle ben soykırımı değil de size bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı mutlu mesut köyler, kasabalar vardı ama şimdi yok. Nedeni belirsizce göç ettiler… Yalnız ortada filmin anlattığı bir göç hikâyesi de yok. Filmin sonunda Halep şehrindeki bir manastırda annelerin bir kısmı yoklamada buradayım diyen çocukları bekler. Mutlu sonla birleşirler. Ortada iki asker vardır sadece. Ne tek el silah ne de süngü… Bu hali Türk Devlet tezine hayli uygun gelişen bir filmmiş denilebilir. Yani öyle birdenbire çoluk çocuk aniden yok olmak; üstelik birkaç saat içinde olması çok inandırıcı gelmiyor.
Filmin asıl güzelliği görselliğinde… Hayalinizde yaşattığınız bir Anadolu manzarası sizi geride bıraktığınız memleketinize götürecektir. Buna bir de Gomidas’ın müziği eklendiğinde filmi izleyen Ermenileri ağlarken bulmanız kaçınılmaz olacaktır. Filmi izleyen tüm seyirciler susmuş, kaderlerine, yitirdikleri büyüklerinden çocukken dinledikleri o hazin aile geçmişlerine ağlıyorlardı.
Sonrası mutlu son! Sadece kadınların sağ kaldığı Halep’teki bir Kilisede annelerin çocuklarıyla kavuşmasıyla film sona erdi. Bu film Ermeni soykırımına naifçe çocukların gözünden masal tadında bakıyor. Tabi ki devletin ve milliyetçi muhafazakâr Türk bakış açısından ürkmekten olsa gerek hiç katliam görüntüsü, asker ya da ceset görmüyorsunuz. Ölüm, sahneden kaybolmakla anlaşılıyor sadece… Herkes bulut olup göğe ağıyor, sanki…
Film Ermenilere has bir takım anlamlar ve işaretlerle yol alıyor. Filmi bu haliyle Ermeniler dışında birilerinin anlaması zor gibi… Ocağın sönmemesi, arife gecesi kiliseden alınan mumun ateşi, arife günü oruç açılırken şarap eşliğinde paylaşılan dilekler ve özgür bırakılan Baçik’le aktarılan semboller filmi anlamanızı sağlıyor.
Ne yazık ki bizler böyle mutlu masal tadında hikâyelerle büyümedik. Büyüklerimizin gözlerinde hep acı ve gözyaşı vardı. Hep siyah giyen yayaların torunlarıydık biz… Öfke nöbetlerimizde elimizi tutup, ağzımızı kapatan ”Aman şimdi bizi götürecekler” diyen dedelerin, yayaların korkularını yüreğimizde çocuk gözlerimizle izleyerek büyüdük.
Filmin oyunculuklarını amatör oyuncular yapmış. Haliyle inandırıcılıktan uzak bir monolog ya da okul müsameresi gibi olmuş. Türkiye’de soykırım için yapılmış Sayat Dağlıyan’ın yirmi dakikalık kısa filminden sonra ikinci film ama bana göre hüsran… Keşke gerçek bir soykırım filmi yapılabilse diyorum ama nerede… Bir gün birisi cesaret ettiğinde ancak…
Bu filme gidin ve masalsı bir köy hikâyesini çocukların gözünden izleyin… Beklediğiniz, büyüklerden dinlediğiniz hiçbir hikâyeye uymayacakmış; ne gam… Türk Devlet usulü, üstelik Devlet desteği almış film bu kadar olur diyerek yine geçmişin yarasını bir kez daha kanatacaksınız.
FİLMİN KÜNYESİ:
Yapımcı : Ela Alyamaç, Aren Perdeci, Kudsi Alyamaç
Yönetmen : Aren Perdeci, Ela Alyamaç
Senarist : Aren Perdeci, Ela Alyamaç
Yitik Kuşlar’ın çocuk başrol oyuncuları Dila Uluca ve Heros Agopyan

Oyuncu kadrosu:Takuhi Bahar, Ahmet Uz, Arto Arsenyan,Sarkis Acemoğlu,Anahit Variş,Hovsep Karagözyan,Bercuhi Berberyan,Kirkor Dinçkayıkçı,Boğos Çalgıcıoğlu

http://direnisteyiz3.org/yitik-kuslar-masali-bedros-dagliyan/

Yorumlar kapatıldı.