İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

1915-22 yılları arasında New York Times gazetesinde yayınlanan haberlerin derlemesi.

Çeviren Ayşe Günaysu
BÖLÜM I | BÖLÜM II  BÖLÜM III | BÖLÜM IV | BÖLUM V
TÜRKİYE SAVAŞ LİDERLERİNİ MAHKUM ETTİ
Askeri Mahkeme Enver Paşa, Talat Bey ve Cemal Paşa’ya ölüm cezası verdi.
ÜÇÜ DE KAÇTI
Cavit Bey ile Musa Kazım, savaşta oynadıkları rol nedeniyle 15 yıl kürek cezası aldılar.

http://www.imprescriptible.fr/archives/usa/images/nyt-logo.jpg 
13 Temmuz 1919
Konstantinopolis, 11 Temmuz – Savaş sırasında Türk hükümetinin yöneticileri olan Enver Paşa, Talat Bey ve Cemal Paşa, savaş sırasında Türk hükümetinin davranışı konusunda soruşturma yürüten bir Türk askeri mahkemesi  tarafından ölüm cezasına çarptırıldılar.
Enver ile Jön Türk hükümetinde yönetici konumunda olan iki çalışma arkadaşı birkaç ay önce Türkiye’den kaçmışlardı. Nerede oldukları halen bilinmemektedir.
Eski Maliye Nazırı Cavit bey ile eski Şeyhülislam Musa Kazım Bey on beş yıl kürek cezasına çarptırıldılar.
Askeri  Mahkeme eski Meclis Başkanı Rifat Bey ile eski Posta ve Telgraf Bakanı Haşim Bey için beraat kararı verdi.
__________
İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau ile yine İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Louis Mallet’in telgrafları, kitapları, makaleleri ve yaptıkları röportajlar, Veziri Azam Damat Ferit Paşa’nın emriyle Harbiye Nazırı Abuk Ahmet Paşa tarafından kurulan askeri mahkemmenin cezalandırdığı Jön Türk liderlerinin işlediği suçları hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymuştu.
[Mahkemenin kararı], Türk halkını savaşa katılma ve Ermeni, Rum ve Süryanilere uygulanan zulüm ve tehcir suçundan aklamak için yeni rejimin yetkilileri tarafından  yürütülen kovuşturmaların ulaştığı zirveyi temsil ediyor. [Sürecin] fiiliyattaki zirvesini ise eski İaşe Nazırı ve Diyarbekir Valisi Kemal Bey’in 12 Nisan’da İstanbul, Beyazıt Meydanı’nda asılması oluşturdu.
Bu kez [idam] cezaları, aynı şekilde hızla infaz edilemeyecek. Enver, Talat ve Cemal, Sultan VI Mehmet’in Ekim ayının son günlerinde kişisel elçilerini İngiliz Amirali Caltprop’a göndererek Türkiye’nin teslim olduğunu bildirmesinden birkaç gün önce Almanya’ya kaçtılar. Hazine defterlerinde yaptığı “tahrifat” ve finansal reform programının Müttefikler Arası [Tahkik] Komisyonu tarafından kabul görmediği anlaşılınca Cavit Bey de Mart ayında [yurtdışına] kaçtı.
Talat Bey savaş yıllarının büyük bir bölümünde Sadrazam ve Dahiliye Nazırı, Enver Harbiye Nazırı, Cemal ise, donanmayı Alman Amirali’nin komutası altına verdiği Bahriye Nazırlığının ardından  Suriye Genel Komutanlığına getirilmiştir.
Hararetli bir Alman yandaşı olan Enver, General von der Goltz’un öğrencisiydi. Goltz, 1910 – 1912 yılları arasında Türk ordusunun eğitimini üstlenmiş, ancak verdiği eğitim 1912’de ordunun Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar karşısında yenilgiye uğramasını engelleyememişti.  İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın 20 Kasım 1914 tarihli raporunda Sir Louis Mallet, Enver’in yükselişinin ve Almanya’nın hakimiyetinin aynı yılın Temmuz ayının son haftasında ortaya çıktığını yazmıştır. Bir yıl sonra Gelibolu harekatının en yoğun günlerinde bir röportaj sırasında Enver, yüzü kızarmadan, Türkiye’nin gelecek sonbahar aylarında kuzeyden girişilecek bir Alman operasyonu ile kurtarılacağını söylemişti. Söz konusu operasyon ancak Bulgaristan’ın Merkez İmparatorluklarına katılması üzerine gerçekleşecekti. Büyükelçi’nin yaptığı röportajlarda yalnızca Enver değil, Talat ve Cemal de sorun çıkarmaları nedeniyle Ermeni katliamlarının bir gereklilik olduğunu belirtmişlerdir. 
Suriye Genel Komutanı olan Cemal, Beyrut Reform Birliği’ne karşı yapılan katliamlarda önemli rol oynamıştı. İlk başta Birliğin programına sempati ile yaklaştığı görüntüsünü vermiş, ancak sonra  Birlik üyelerinin listesini ele geçirdiğinde onlara ihanet etmişti. Talat’ın özel görevlisi olarak Cemal. Ermenistan’da Kürtleri Ermenilere yönelik katliamlara teşvik etmişti.
Maliye Nazırlığına 17 Mart’ta Tevfik bey getirildikten sonra bile Cavit Bey Hazine’nin çevresinden ayrılmadı. Defterlerini kanıt olarak göstererek Almanya’yı oyuna getirdiğini ve müttefik güçler ve onu destekleyen devletlerin Türkiye’ye 500.000.000 dolar değerinde altın borç vermesi karşılığında, kendisinin onlara 850.000.000 dolar değerinde Alman hisselerini vereceğini, bu hisseleri, savaştan galip çıkan devletler olarak 350.000.000 dolar kârla kolaylıkla bozdurabilecelerini bildirdi. Müttefikler bu teklifi reddettiler ve uzmanlar söz konusu defterler üzerinde denetime başlayınca Cavit bey ortadan kayboldu. [Amerikan ve İngiliz] Büyükçelçilerine göre Cavit kendini açıkça ortaya koyan bir “Almansever” değildi, ama çok kötü bir maliyeciydi.
Cavid bey gibi 15 yıl kürek mahkumluğuna çarptırılan Musa Kazım, Enver’in koruması altında Harputlu bir Kürttü. Savaşın başında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Hayri Bey’in yerine Şeyhülislamlığa getirilmişti. 1913 yılından itibaren Şeyhülislam’ın yardımcısı olarak görev yapan Musa Kazım, Hayri Bey’in İngiliz-severliğinin aksine, Almanlara duyduğu sempatiyle tanınıyordu.
Mahkeme’nin Rıfat ve Haşim Beyleri beraat ettirmesinden çok önce de bu kişilerin, İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak adlandırılan Jön Türklerin daha güçlü liderlerinin elinde birer araç oldukları biliniyordu.
BİR MİLYON ERMENİ ÖLDÜRÜLDÜ YA DA SÜRÜLDÜ
Amerikan Yardım Komitesi Türklerin kurbanlarının sayısının sürekli arttığını bildiriyor
İMHA POLİTİKASI
Türkiye’nin kasıtlı bir politika yürüttüğü suçlamasını destekleyen mezalime ait
daha fazla detaylar ortaya çıkıyor.
15 Aralık 1915
Amerikan Ermeni ve Süryanilere Yardım Komitesi’nin 70. Caddedeki ofisinde dün yapılan açıklamada, Türklerin Hıristiyan Ermenilere yönelik artarak devam eden mezalimine ait yeni bilgiler aktarıldı ve Lord Bryce’ın, katliamların Türk hükümetinin “Ermeni sorununa son vermek” için Abdülhamit’in bir zamanlar dediği gibi “Ermenilerden kurtulmak” amacıyla yürütülen kasıtlı bir planın sonucu olduğunu destekleyen yeni kanıtlar ortaya konuldu.
Komite’nin sekreteri profesör Samuel T. Dutton şöyle konuştu. “Amerikan komitesinin eline geçen güvenilir kanıtlara göre, Türkiye’de bir yıl önce 2 milyon nüfusa sahip Ermenilerin en az 1 milyonunun ya öldürüldüğünü, ya da zorla Müslümanlaştırıldığını, bir kısmının da ülkeden kaçmak zorunda bırakıldığını, bunların bazılarının sürgün yollarında ölmüş olduğunu, bir kısmının Kuzey Arabistan çöllerine doğru yollarda olduğunu, ya da oraya varmış bulunduğunu söylemek doğru olacaktır. Kurbanların sayısı hiç durmadan artıyor. Bu zor ve sıkıntılı zamanda bile, hiçbir acil yardım ihtiyacı, perişan haldeki Ermeni sürgünlerin hayati ihtiyaçları kadar büyük olamaz. Amerikan komitesi şimdiden önemli miktarlarda para toplamış ve göndermiştir. İngiliz Komitesi de aynı çalışmayı yapmıştır. Ancak hâlâ cömert katkılara dehşetli derecede büyük ihtiyaç vardır. Yapılacak bütün yardımlar, 70. Cadde’de bulunan Sayman Charles R. Crane’e gönderilmelidir.”  
Amerikan Komitesi’nin İcra Sekreteri Walter H. Mallory, komitelerinin Londra’da Lorld Mayor’ın komitesiyle yakın temas halinde olduğunu, “her gün inanılmayacak zulümleri anlatan gerçek raporlar” almakta olduklarını belirtti. Kamuoyuna yapılan açıklamada, İngiliz Komitesi’nden Amerikan Komitesi’ne gönderilen bir mektuptan bir bölüm okundu. Mektupta şöyle yazıyor:  
“Komitenin bilgisi dahilinde 180.000 sürgün halen Kafkaslardadır, 30.000’i burada ölmüştür. 70.000 kişi ise Türkiye ve İran’ın çeşitli bölgelerine dönmüştür.”
Açıklamada Amerikan Komitesi’nin Konya’daki bir misyondan aldığı bir bilgiye geniş yer verildi. Mektubun bir bölümü şöyle:
“Yeni valinin gelmesinden hemen önceki büyük sürgünün ardından, Miss C. ile Ereğli yolundaki ilk tren istasyonu olan Kaşınhan’a kadar arabayla gittik; çünkü, oradan trene bindirilmeyi umut eden çok sayıda insan yaya olarak buraya sürülmüştü, biz de onları takip ediyorduk. Kaşınhan buraya arabayla yaklaşık üç saat mesafede ve Konya’nın bu kadar yakınında olmasına rağmen, istasyonun çevresinde tam bir mahrumiyet içinde yerlerde oturan ve yatan 100 kişi bulduk. Oraya geleli üç gün olmuş, birçoğunun yanına aldığı erzağı tükenmişti; bitkin ve bir deri bir kemiktiler, tam anlamıyla resimlerde gördüğümüz Hintli kıtlık kurbanlarına benziyorlardı.
“Konya’dan gelen tren biz oradayken istasyona girdi ve insanların birçoğu neredeyse sürünerek vagonlara ulaşmaya ve binmeye çalıştılar; ama kısmen biletleri olmadığı için, kısmen de yer kalmadığından jandarmalar tarafından geri püskürtüldüler ve zavallı insanlar geri döndüler.”
BİR KADIN ERMENİ KATLİAMLARINI ANLATIYOR
Alman Misyoner, Türklerin amaçlarının imha olduğunu açıkça beyan ettiklerini söyledi.
 CANAVARLAR HARPUT’TA İŞ BAŞINDA
İşkence devam ederken, “Hadi şimdi size İsa’nız kurtarsın!” diye kaykırıyorlardı –
 Kurbanlardan biri Dr. Knapp
12 Aralık 1915
70 Beşinci Cadde’deki Amerikan Ermeni ve Süryanilere Yardım Komitesi , dün Tiflis’teki Amerikan konsolosundan bir telgraf aldığını açıkladı. Telgrafta konsolos, çeşitli vilayetlerden kendisine yeni gelen bilgilere göre 180.000’den fazla Ermeninin “feci bir halde” olduğunu yazıyordu. Bunlardan  110.000’i Erivan’da, 20.000’i Elisavethol’de, 201.000’i Kars’ta ve 50.000’i Tiflis’te bulunuyor.
Komite ayrıca, Tiflis’e gönderilen heyetin başkanı Dr. Wilson’dan çok yakında bir telgraf beklediklerini de açıkladı. Komite’ye her gün katliamlardan sahneler ulaştırılıyor. Bu haberler, memurlardan, misyonerlerden ve Komite üyelerinin iyi tanıdığı diğer kişilerden geliyor. Kafkaslar’dan çok uzak olmayan bir yerde görev yapan Alman bir kadın misyonerin mektubu üç gün önce Komite’ye ulaştı. Yayımlanmak üzere yazılmamış olsa da, Ermenilerin başına gelen korkunç akıbeti bize çok yakınan gösteriyor.
“Nisan ayının ortalarına doğru,” diyor mektubu yazan, “büyük karışıklıklar olduğuna dair söylentiler duyduk. Hem Ermenilerin, hem de Türklerin anlattıklarını dinledik. Bu anlatılanlar her yönden birbiriyle uyumlu olduğu için içlerinde bir gerçeklik payı olduğu açıktı. Osmanlı hükümetinin Ermenilere silahlarını teslim etmeleri için emirler gönderdiğini, Ermenilerin ise zorunlu hallerde silaha ihtiyaç duyacaklarını belirterek bunu reddettiğini söylüyorlardı. Bu durum sistematik bir katliama neden olmuş. Ermenilerin yaşadığı bütün köyler yerle bir edilmiş.
Dr. Knapp’ın öldürüldüğünü düşünüyor 
Haziran ayı başında, Bitlis’teki bütün Ermenilerin sürüldüğünü duyduk. Bu sırada Amerikalı misyoner Dr. Knapp’in bir Ermeni evinde yaralandığını ve Türk hükümetinin onu Diyarbakır’a gönderdiğini haber aldık. Diyarbakır’a gelişinin gecesi de ölmüş. Türk hükümeti ölüm sebebini fazla yemek olarak açıklamış, ama tabii ki kimse inanmamış.  Bitlis’te katledecek kimse kalmayınca Türkler Muş’a yöneldi. O zamana kadar da gaddarlık yapılıyordu, ama alenen değildi; artık insanları nedensiz yere vurmaya ve sadece zevk için ölene kadar dövmeye başlamışlardı.
“Büyük bir şehir olan Muş’ta 25.000 Ermeni vardı. Her köyde yaklaşık 500 haneden vardı.  Bütün buralarda artık tek bir Ermeni erkek bile görünmüyor. Orada burada tek tük kadınlar görünüyor.”
“Temmuz başında cephaneleri ve on bir topla birlikte 20.000 asker Harput yoluyla İstanbul’dan Muş’a geldi ve şehri kuşattı. Aslında şehir Haziran ayının ortasından beri zaten kuşatma altındaydı. Mutasarrıf bu aşamada şehri terk etmemizi ve Harput’a gitmemizi emretti. Kalmamıza izin vermesi için ona yalvardık; çünkü ilgilenmemiz gereken yetimler ve hastalar vardı. Fakat Mutasarrıf öfkeliydi ve söyleneni yapmazsak bizi zorla göndermekle tehdit etti. Ancak daha sonra hastalandığımız için bir süre daha Muş’ta kalmamıza izin verildi. Muş’u terk ederken yetimhanemizdeki Ermenileri de beraberimizde götürmek için izin aldım; fakat güvenliklerinin sağlanmasını istediğimizde Mutasarrıf şu yanıtı verdi: ‘Onları yanınıza alabilirsiniz, ama Ermeni oldukları için yolda kafaları kesilebilir ve kesilecektir de.’
“Bazı Ermenilerin kaçmaya çalıştığı bahanesiyle şehir 10 Temmuz’da saatlerce bombalandı. Mutasarrıfı görmeye gittim ve binalarımızı korumasını istedim, cevabı şu oldu: ‘Layığınızı buldunuz, size söylenildiği gibi gitmek yerine kalmayı siz istediniz. Toplar Muş’un sonunu getirmek için burada. Türklerin yanına sığının.’ Sorumluluklarımızı ve görev yerlerimizi bırakamayacağımız için bu mümkün değildi. Ertesi gün Ermenilerin sürgün edileceğine dair yeni emir yayınlandı ve hazır olmaları için üç günlük süre tanındı. Gitmeden önce Hükümet Konağı’na giderek kayıt yaptırmaları söylendi. Aileleri kalabilirdi, ama malları ve paralarına el konulacaktı.
“Ermeniler gidecek durumda değillerdi; çünkü yolculuk masraflarını karşılayacak paraları yoktu. Ocaklarından ayrılıp yolda yavaş yavaş ölmektense evlerinde ölmeyi tercih ettiler. Yukarıda söylendiği gibi Ermenilere üç gün mühlet verilmişti; ama askerler kapıları kırarak evlere girip içerdekileri tutuklamaya ve hapse atmaya başladığında ancak iki saat geçmişti. Toplar ateşlenmiş böylece insanların Hükümet Konağı’na giderek kaydolmaları engellenmişti. Yetimhanemizin isabet alacağı korkusuyla hepimiz mahzene sığınmak zorunda kaldık.
Mutasarrıf’a gittim ve hiç olmazsa çocuklara acıması için yalvardım, ama boşunaydı. Ermeni çocuklarının da milletleriyle birlikte yok olması gerektiği cevabını verdi. Hastanemizdeki ve yetimhanemizdeki herkes alındı; bize üç kadın hizmetçi bıraktılar. Tüyler ürperten bu şartlar altında Muş yerle bir edildi. Bütün subaylar, bizzat öldürdükleri ve Türkiye’nin Ermeni ırkından temizlenmesinde paylarına düşen kısım olarak gördükleri insan sayısıyla övünüyorlardı.  Harput’u terk ettik; Harput Ermenilerin mezarı olmuştu.
“Hadi İsa’nız gelsin de sizi kurtarsın” 
“Harput ve Mezre’de insanlar korkunç işkencelere dayanmak zorunda kalmışlar. Kaşları yolunmuş, göğüsleri kesilmiş, tırnakları çekilmiş, işkencecileri ayaklarını budamışlar, ya da aynı at nallar gibi ayaklarına çiviler çakmışlar. Askerler şöyle bağırıyormuş: “Hadi İsa’nız gelsin de sizi kurtarsın.”.
 “Temmuz başında 2.000 Ermeni askere yol yapımında çalışmak üzere Halep’e doğru yola çıkmaları emredilmiş. Bunu duyan Harput Ermenileri korkuya kapılmışlar ve kasabada bir panik başlamış. Vali, Alman misyoneri Ehemann’ı çağırtıp, bu askerlere hiçbir zarar  verilmeyeceğine dair sözler vererek halkı yatıştırması için yalvarmış. Ehemann validen söz alarak halkı yatıştırmış. Fakat bu askerlerin öldürülüp bir mağaraya atıldığını duyduğumuzda kasabadan ayrılmalarının üzerinden çok zaman geçmemişti. Sadece birkaç tanesi kaçmayı başarmış. Zaten biz de olanları onlardan öğrendik. Valiye protestolarda bulunmak boşunaydı. Harput’taki Amerikan Konsolosu birkaç kere protestoda bulunmuş, ama Vali onu hiç dikkate almamış ve ona son derece haysiyet kırıcı bir şekilde muamele etmiş.
“Nisan ayı başına doğru Albay Lange’in ve aralarında Amerikan ve Alman konsoloslarının ve başka bazı üst düzey memurların bulunduğu bir ortamda Ekran Bey, hükümetin Ermeni ırkını yok etmeye niyetini açıkça ortaya koymuştu. Bütün bu ayrıntılar katliamların önceden düşünülerek tasarlandığını gösteriyor. Artık iç bölgeler bütün misyonerler için son derece güvensiz durumdadır.  Yetkililer nefretlerini son derece açık belli ediyorlar ve sık sık bize varlığımızı gereksiz gördüklerini söylüyorlar.”
Amerikan Komitesi Büyükelçi Morgenthau’a 100.000 doların üzerinde para gönderdi, ama hayatta kalan Ermenilerinin korkunç durumlarını biraz olsun düzeltebilmek için daha fazlasına ihtiyaç var. Yardım çalışmalarına yapılacak katkılar Charles R. Crane,
PAPA KAYSER’E YENİ BİR TALEPTE BULUNABİLİR
9 Aralık 1915
T. P. O’Connor, Ermenileri Kurtarmak İçin Papa’dan Harekete Geçmesinin İsteneceğini Bildiriyor
İNGİLİZ KOMİTESİ FAALİYETTE
 Komite, Ermenistan’daki Çalışmalarını Durdurmasına Neden Olan Korkunç Olaylara Rağmen Faaliyetlerini Sürdürme Kararını Aldı
Londra, 20 Kasım — T. P. O’Connor, diğer faaliyetlerinin yanı sıra eski bir Ermeni dostu olarak tanınıyor. O’Connor son meydana gelen katliamlarla ve Avam Kamarası’ndaki tartışmalara ilgili yaptığı açıklamada şöyle konuştu: 
“Yardım edilmesi, barındırılması ve beslenmesi gereken çeyrek milyon sürgün söz konusu olmasaydı, kendimi ruh halime bıraksaydım, Ermenistan hakkında tek bir sözcük daha söyleyemeyecek kadar umuzsuzluğa gömülmüş halde olurdum.”
“Üç ya da dört yıl önce, Ermeni sorununu tekrar gündeme getirmek mümkün göründüğünde, Ermeni Komitesi’nin kuruluşuna katıldım ve bir süre her şey yolunda göründü.”  
“İki yıllık görüşmelerin ardından, sonunda Ermenistan’da gerçekleştirilecek reform için bir program hazırlamayı başardık. Bunun için bütün Avrupa devletlerinin onayını aldık. Savaşın başlamasından hemen önce reformları hayata geçirmek için iki de Genel Müfettiş atanmıştı. Şimdi ise elimize geçen Ermenilerin, şimdiye kadar yapılanların en canavarcası ve en acımasızı olarak tanımlayabileceğimiz katliamlara uğraması oldu. Umutsuzluğumun hiç de nedensiz olmadığını görmeniz gerekir.”
“Ancak İngiliz Ermeni Komitesi çalışmaya devam etme kararı aldı. Amerika’da kabaran o büyük merhamet ve dehşet dalgası, bunun yanı sıra Amerikan Ermeni Komitesi’nin kuruluşu ve Amerika’dan Rusya ve Mısır’daki sürgünlere yağan çok büyük yardımlar bizim için muazzam bir cesaretlendirici güç oldu. “
“İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’na başvurduk ve Avam Kamarası’nda bu konuda bir görüşme açılmasını talep ettik. Hayatımda gördüğüm en iyi Dışişleri Müsteşarı olan Lord Robert Cecil anında bizi destekledi ve sonuçta görüşme geçen Salı günü yapıldı.”
“Kısa, ama bulunduğum en heyecan verici görüşmeydi. Görüşme Komitemizin Başkanı Aneurim Williams’ın konuşmasıyla başladı, benim konuşmamla devam etti. Ardından Lort Robert Cecil kısa bir konuşma yaptı. Yapılan çalışmaların bize önemli bir materyal kazandırmış olması, sanırım ki Amerikan Ermeni Komitesini memnun edecektir.”
“Meclis görüşmesinin yapıldığı sabah, parlak bir yazar olan Arnold Toynbee tarafından kaleme alınan, Ermenistan hakkındaki bir broşür tüm Avam Kamarası üyelerine dağıtıldı. Böylesi bir zamanda okunacak yığınla doküman olmasına rağmen broşürün parlamenterlerin çoğunluğu tarafından okunduğunu görmek beni şaşırttı. Anlatılanların dehşeti herkesini derinden etkilemişti. Ancak Mr. Toynbee’nin broşüründeki materyalin büyük bir bölümünün Amerikan Ermeni Komitesi raporundan alındığını belirtmem gerek. Daha da ileri gidip, yapılan konuşmaların hepsinde katliamların devam etmesini engelleme ve katliamlardan kurtulmayı başaranlara yardım etme konusunda bütün ülkelerden daha fazla Amerika’ya umut bağlamamız belirtiliyordu diyebilirim.” 
“Ancak Amerika’nın en iyi şekilde nasıl yardım edebileceği konusunda benim dile getirdiğim gayrı resmi bir talep ile Lord Robert Cecil’in verdiği resmi cevap arasında  bir görüş ayrılığı oluştu. Ben İngiliz Hükümeti’nin Başkan Wilson ve Amerikan hükümetine resmi bir adım atması yönünden talepte bulunabileceğini ileri sürdüm. Lord Robert Cecil ise İngiliz Hükümeti’nin bağımsız ve tarafsız ülkelere ne yapmaları gerektiğini dikte edemeyeceğini, hatta öneride bile bulunamayacağını belirtti. ‘Yabancı ülkelere karşı nasıl bir tavır alacağı konusunda karar verecek olan hükümetlerdir,’ şeklinde konuştu.”
“Ancak ben, ikinci bir yol önerdim ve Amerika Birleşik Devletleri’nin cömert ve hümanist halkının  eziyet çekmekte olan Ermenilere yardımda bulunmaları için merhametlerini ve desteklerini talep eden etkili bir çağrıda bulunabileceğimizi belirttim. Lord Robert bu teklifimi candan kabul etti. Ayrıca Papa’nın da müdahalesi konusunda umut taşıyoruz. Lord Robert Cecil, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmda, bugüne kadar attığı adımlar için insanlığın Papa’ya müteşekkir olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla Papa’dan Osmanlı Padişah’ına yaptığı başvuruya ek olarak, doğrudan Alman İmparatoru’na da başvuruda bulunması talep edilecek.”  
“Hükümetten bir diğer talebimiz de İngiliz ordusu ve gemilerinin, mümkün olan her durumda katliamdan kaçan Ermenileri kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapmalarıydı. Fransız gemileri bu şekilde davranarak 4.000 sığınmacıyı Mısır’da karaya çıkarmayı başardılar. Bildiğim kadarıyla bu yönde talimatlar verilmiş ve olumlu sonuçlar alınmış durumda.”  
“Son olarak, Amerikan ve İngiliz Ermeni Komitelerinin birbirleriyle, gerektiğinde telgrafla, sürekli temas halinde olmalarını öneriyorum. Ben ve diğer arkadaşlarımın Mr. Oscar Straus ve Mr. Samuel Dutton’la yazışmalarımız oldu. Birlikte çalışarak, özellikle sığınmacılar için bir şeyler yapabileceğimize inanıyorum. İngiliz halkının bu sıkıntılı döneminde bile komitemize önemli miktarlarda para geliyor. Bu sayede Ermeni Katolikos’una 8 – 10.000 sterlin gönderdik. Para geldikçe göndermeye devam edeceğiz.”
ERMENİLERİN DAĞLARDA KAHRAMANCA DİRENİŞİ
Erkek, kadın, çocuk bıçak, tırpan, taşlarla karşı koydular
Bryce’a ulaşan raporda, kadınların bıçaklarını Türklere sapladıktan sonra kendilerini öldürdükleri anlatılıyor
CUMARTESİ, 27 Kasım, 1915
LONDRA, 26 Kasım – Vikont Bryce bu gece Ermeni katliamlarına ait yeni bilgileri bir mektupla açıkladı. Mektupta “bu yeni bilgiler o kadar korkunç ki, bugüne kadar yayınlananlardan yansıyan dehşeti kat kat aşıyor” deniliyor.
Mektup şu sözlerle devam ediyor: “İşlenen bu suçların sonuna kadar tehşir edilmesi gerektiğine, diğer ulusların yardımlarının her zamankinden daha fazla perişan haldeki sığınmacılara yönelmesi gerektiğine, özellikle bu insanların dostları ve soydaşlarının neler çektiği bilindiğinden, bunun daha da önem kazandığına inanıyorum.”  
Lord Bryce’a ulaşan bir raporda Samsun’un dağlık kesiminde son Ermeni direnişi şu şekilde anlatılıyor:
“Hayatta kalan savaşçılar kendilerini, yakın mesafede 30.000 Türk ve Kürtle kuşatılmış halde buldular. Bunu, hayatta kalmak için dağlıların her zaman gurur duydukları o umutsuz ama kahramanca direnişlerden biri izledi. Erkek, kadın ve çocuk, ellerine ne geçerse bıçaklar, tırpanlar ve taşlarla savaştılar. Dik yamaçlardan kayaları yuvarlayarak düşmana önemli kayıplar verdirdiler. Dehşet verici göğüs göğüse savaşta kadınların bıçaklarını Türklerin boğazına sapladığını görenler var.
“Son savaşçı da can verdiğinde, Türklerin eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan genç kadınlar, bazıları kucaklarında çocuklarıyla, kendilerini kayalardan aşağı attılar.”
Lord Bryce’ın Mektubu
Lord Bryce verilen detayların Kuzey ve Doğu Anadolu’daki Ermenilerin canavarca, zalim bir ölüme gönderildikleri korkunç tehcir öyküsünü doğruladığını ve daha da fazlasını anlattığını belirtiyor. Elindeki bilgilerin ilk bölümünün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Soruşturma Komitesi’ne iletildiğini, ikinci bölümünün ise, olayların cereyan ettiği bölgelerden kaçan sığınmacılardan bilgi alan Tiflis’teki bir kişi tarafından kendilerine ulaştığını ifade ediyor.
Lord Bryce mektubuna şu sözlerle devam ediyor: “Van, Muş ve Samsun bölgelerindeki köylüler ve dağlıların yaşadığı mezalim, raporun  1. Bölümünde anlatılan barışçı kent halkının yaşadığından çok daha korkunç görünüyor. Birbirini izleyen kanıtların her biri olayların dehşetini daha da artırıyor ve korkunç bir gerçeği teyid ediyor. 
“Bu canavarlıklar hayal ürünü değildir. Birçoğu birbirini tamamlayan farklı tanıklıklarla doğrulanmıştır.  Tanıklıkların hepsi birbiriyle uyum içindedir. Kanıtlar ortadadır ve bazıları çok korkunçtur. Olayların şu anki aşamasında uygar dünya müdahale imkanlarından yoksundur; ama bizler hesap verme gününe kadar sözcüklerle ifade edilemeyecek bu suçları aklımızdan hiç çıkarmamalıyız.”
YENİ KANIT
Lord Bryce, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen tanıklıklardan bölümler aktardıktan sonra, aşağıdaki bilgilerin de Tiflis’te temas halinde bulunduğu kişiden geldiğini belirtiyor:
“Mayıs ayının sonuna doğru askeri vali Cevdet Bey, Van’dan kovulmuş, güneye doğru kaçmış, Botan’dan geçerek, Kasap Taburu olarak adlandırılan 8.000 askerle birlikte Siirt’e girmiş ve oradaki Hıristiyanların çoğunu katletmiş. Bu olayların ayrıntıları bilinmese de, Cevdet Bey’in askerlerine, Ermeni piskoposu Yeğişe Vartabed’i ve Keldani piskoposu Adda Sher’i bir meydanda yakma emri verdiği iyi haber alan kaynaklar tarafından rapor edilmiş.”
“25 Haziran’da Türk güçleri Bitlis’i kuşatarak, civardaki Ermeni köyleriyle bağlantısını kesmiş. Derken sağlıklı erkeklerin büyük kısmı tek tek evlerinden alınarak ailenin kadınlarından koparılmış. Bunu takip eden birkaç gün içerisinde tutuklanan erkeklerin hepsi şehir dışında vurulmuş ve bizzat kurbanlara kazdırılan derin çukurlara gömülmüşler. Genç kadınlar ve çocuklar kalabalık arasında paylaşılmış, geriye kalan “işe yaramaz” kısım güneye sürülmüş. Bu insanların Dicle Nehri’ne atılarak boğdurulduklarına inanılıyor.
“Ne kadar cesur olsalar da, direniş girişimleri düzenli güçler tarafından ezilmiş. Direnenler, son mermilerini de attıktan sonra Türklerin eline geçmemek için ya aileleriyle birlikte zehir yutuyor, ya da kendilerini evlerinde öldürüyorlarmış.
Ermeniler işkence ile öldürüldü
Türkler bu şekilde 15.000 Bitlisli Ermeniyi imha etmiş. Temmuz ayı başında hükümet Ermenilerden silahlarını teslim etmelerini ve şehrin ileri gelenlerinden yüklü bir fidye ödemelerini istemiş. Köyün liderleri korkunç işkencelere tabi tutulmuş. El ve ayak tırnakları, dişleri sökülmüş; bazılarının burunları kesilmiş; kurbanlar uzun süre acılar çekerek ölmüşler.
“Onları kurtarmaya gelen kadın akrabalarına ahalinin ve işkencede sakatlanmış kocalarının, erkek kardeşlerinin gözleri önünde tecavüz edilmiş. Her yanı kurbanların çığlıkları ve ölüm iniltileri sarmış, ama canavar Türklerin kılı kıpırdamamış.
“Muş şehrindeki Ermeniler, Gotoyan’ın ve diğerlerinin önderliğinde kiliselerde ve taş binalarda mevzilenerek dört gün boyunca kendilerini savunmuşlar. Alman subaylarıyla takviye edilmiş Türk topçusu, Ermeni mevzilerinin işini çabucak bitirmiş. Liderler de dahil bütün Ermeni erkekler vuruşarak ölmüşler.
“Kiliselerin ve evlerin harabeleri üzerine ölüm sessizliği çökünce Müslüman güruh, kadınlara ve çocuklara hücum ederek onları köylü kadın ve çocuklar için önceden hazırlanan şehir dışındaki büyük kamplara sürmüşler”.
Kadınlar ve Çocuklar Yakılmış
“Bu korkunç olaylara inanması güç olabilir, ancak bunlar hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin bir şekilde doğrulanmıştır. Çeşitli kamplarda toplanan bu kadın ve çocuklardan kurtulmanın en kısa yolu onları yakmaktı. Alican’da, Megrakom’da, Keşkek’te ve diğer Ermeni köylerinde tahta barakalar ateşe verilmiş ve tamamen savunmasız bu kadın ve çocuklar ateşe atılarak yakılmış.
“Birçok kadın aklını kaçırarak çocuklarını kaldırıp atmışlar, bazıları bedenlerini saran alevler arasında diz çöküp dua etmişler; diğerleri kimsenin duymayacağı imdat çığlıkları atıyorlarmış. Bu eşi benzeri görülmemiş vahşet karşısında kılı dahi kıpırdamayan cellatlar bebekleri tek bacağından tutup alevlerin içine atarken,  yanmakta olan annelere şöyle sesleniyorlarmış: “İşte sizin aslanlarınız”.
“Bu manzaralara tanık olduğu anlaşılanı Türk mahkumlar dehşete düşmüşler ve bu olayı her hatırladıklarında delirecek gibi oluyor, havaya sinen yanık insan eti kokusunun günlerce kaldığını anlatıyorlarmış.”  
ERMENİLERE YARDIM TÜRKİYE TARAFINDAN ENGELLENİYOR
Amerikan Komitesi, Sığınmacılara Gönderilen Yiyecek Yardımına
Engel Çıkarıldığını Bildiriyor
Komite’ye göre kurbanların sayısı 1 milyona ulaştı
Ciddi Araştırmalar Yalnızca Van Vilayetinde 55 bin kişinin öldürüldüğünü gösteriyor
1 Kasim 1915
Ermeni katliamlarına ilişkin çalışmalar yürüten ve üyeleri arasında Kardinal Gibbons, Cleveland H. Douge, Piskopos David H. Greer, Oscar S. Sraus, Profesör Samuel T. Dutton, Charles R. Crane ve birçok önde gelen kişinin de bulunduğu Amerikan Komitesi dün bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye’den gelen güvenilir raporların, Türklerin Ermenilere karşı yürüttüğü imha savaşının dehşet verici olduğunu gösterdiği, yaşananlarla ilgili bütün gerçekler ortaya çıktığında, bu yapılanın, “tarihin en büyük, en can yakıcı ve en keyfi trajedisi” olduğunu bütün dünyanın gözleri önüne serileceği belirtiliyor. 
Komite’nin verdiği bilgiye göre, imparatorluğun uzak köşelerine sürülen Ermenilere gıda yardımı yapma girişimi üzerine Türk yetkililer “[Ermenilerin] ömürlerini uzatmak için hiçbir şeyin yapılmasını istemedikleri”ni belirtmişler ve gıda yardımını engellemişler.  
Komite, birkaç gün önce tarafsız bir devlet temsilcisinden ellerine geçen ve Ermenilerin toplandığı kamplardaki durumu anlatan bir tanıklıktan bölümler aktardı:
“Kamp yerlerine gittim. Bundan daha acınası bir görüntü hayal edilemez. Neredeyse istisnasız hepsi, üzerlerinde paçavralarla, pislik içinde, aç ve hastaydılar.  İki aydır yollarda oldukları, elbise değiştirme, yıkanma, barınma ve doğru dürüst karın doyurma imkânından yoksun oldukları düşünülürse, bunda şaşılacak bir şey yoktu. Bir keresinde görevliler yiyecek getirdiğinde onları izledim. Vahşi hayvanlar onların durumundan kötü olamazdı.  Yiyecekleri getiren muhafızların üzerine atıldılar, jandarmalar onları sopalarla dövüyor, bazen öldürecek kadar şiddetle vuruyorlardı. Onları izleyen biri, insan olduklarına inanmakta zorluk çekerdi. Kampın içinden bir geçen olduğunda, anneler çocuklarını alması için yalvarıyorlardı. Aslına bakılırsa Türkler, köle yapmak, ya da daha kötüsü için gelip bu çocuklar ve kızlar arasından beğendiklerini seçiyorlardı. Aralarında çok az erkek vardı, çünkü çoğu yollarda öldürülmüştü. Kadınlar ve çocuklar da öldürülmüştü. Olan bitene bakıldığında, bu ülkenin tanık olduğu en ayrıntılı şekilde organize edilmiş ve en etkili kıyımın gerçekleşmekte olduğu görülüyor.”  
Komite, ellerine geçen raporların hepsinin de birbirini doğruladığını belirtti ve şöyle devam etti: “Hepsi de imha harekatında kullanılan yöntemlerin aynı olduğunu, aynı toptan yok etme amacını ve zalimliği ortaya koyuyor. Konstantinopolis’teki hükümetin Ermenilerin ülkeyi terk etmelerine izin vermemesi de imha amacının bir başka kanıtıdır.
“Türkler yapılan mezalimi inkar etmiyor, bunun kendilerini sadakatsiz bir ırktan gelebilecek muhtemel bir saldırıya karşı korumak için aldıkları askeri bir önlem olduğunu ileri sürüyorlar.
“Şu ana kadar kaç kişinin can verdiğine ilişkin bir tahminde bulunmak imkansız. Van vilayetinde yürütülen ciddi bir araştırma öldürülen 55.000 kişinin isimlerini tespit etti. Yakın zamanda Anadolu boyunca seyahat eden bir görgü tanığı, çöl gibi çorak bir arazide yol kenarındaki kamplarda, yiyecek hiçbir şeyi olmayan, perişan halde, kendinden geçmiş, açlıktan ölmekte olan 50.000’den fazla insan görmüş. Savaşın başında muhtemelen 2 milyon nüfusa sahip Ermenilerin 1 milyonunun ya öldürüldüğünü, ya Müslüman haremlerinde alıkonulduğunu, ya da zorla Müslümanlaştırıldığını söylemek abartı olmayacaktır.”
Komite, Konstantinopolis’deki Büyükelçi Morgenthau’a telgrafla 106.000 dolar gönderdiğini, bunun 100.000 dolarının Türkiye’deki Ermenilere, geri kalanının da Mısır’a kaçan Ermenilere yardım amacıyla kullanılacağını belirtti. Saymanlığını Mr. Crane’nin yaptığı Komite’nin bürosu 70 Beşinci Cadde’de yer alıyor.
BİR TÜRK ERMENİLERİ NASIL TANIYOR?
Hükümetlerine ihanet ederler, Hıristiyan Misyonlarına sığınırlar ve tehlikeli asiler olarak davranılmayı hak ederler.
ZİYA MÜFTÜZADE BEY
18 Ekim 1915
New York, 15 Ekim 1915 – THE NEW YORK TIMES editörüne: Konuyla ilgili birkaç kişinin Amerikan kamuoyunu karıştırmak için öncülük ettiği sözde Ermeni katliamlarına ilişkin kampanya öyle boyutlara ulaşmış durumda ki, kendimi birkaç noktaya dikkat çekmek zorunda hissetmiş bulunuyorum. Bunu yaparken üzüntü duyuyorum, çünkü hem kendi insanlarımdan bazılarının kusurlu hareketlerini yabancı gözlerin önüne sergileme konusunda isteksizim, hem de gerek kamusal hayatta, gerekse özel hayatımda herkesin yalnızca kendi işine bakması gerektiğine inanan bir kişiyim.
Bunu belirttikten sonra, Kızıl Haç Birliği’nin ve diğer kuruluşların resmi tebliğlerinde bile geçen “Ermenistan” terimini özgürce kullananlara bir soru sorayım: Bu Ermenistan nerededir? Eğer bu terimi bir miktar Ermeni barındıran bütün vilayet ve şehirleri kastediyorlarsa o zaman Ermenistan’ın yalnızca Hindistan ile Yunanistan arasında kalan bütün bölgeyi değil, aynı zamanda çok sayıda Ermeninin yaşadığı New York şehrini de kapsaması gerekir. Ama sorun şurada ki, bu yerlerin hiçbirinde Ermeni nüfusu önemli bir çoğunluğu oluşturmamaktadır. Tıpkı New York’ta olduğu gibi, buralarda da bir çok milliyet temsil edilmekte, örneğin yukarıda belirtilen bölgede milyonlarca İranlı, Rus, Türk, Kürt, Arap, Suriyeli, Bulgar vs. yaşamaktadır.
Eğer Ermenistan sözcüğüyle, Ermeni nüfusun daha yoğun olduğu Rus sınırına komşu bölgeyi kastediyorlarsa, bu terimin Kafkaslardaki, Rus nüfusun en büyük çoğunluğu oluşturduğu bütün komşu Rus vilayetlerini kapsaması gerekir. Tabii bunu hiç akla getirmemek gerek, çünkü bu durumda Ermenistan’ın yeniden doğuşu, Rusya’nın saflığı, açık fikirliliği, özgürlük ve eşit haklar aşkı sayesinde küçük milletler hamisi batılı güçlerle ittifaka giren Rusların “Küçük Babası”nın birkaç vilayeti elinden kaçırması sonucunu doğuracaktır!
Meselenin aslı şudur ki, kurulmuş bir Ermenistan yoktur ve tıpkı Rusya’dakilerin Rus vatandaşı, Amerika’dakilerin Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı oldukları gibi Türkiye’deki Ermeniler de Osmanlı vatandaşıdır ve bunların hepsi söz konusu ülkeleri yöneten yasalara uymakla yükümlüdürler.  
Şimdi Ermenilerin ulusal özelliklerine bakalım. Türkiye, Asya, Avrupa, Amerika, nerede yerleşmiş olurlarsa olsunlar, [Ermenilerin], ticari faaliyetleriyle bütün Doğululara atfedilen güvenilmezlik özelliğine büyük ölçüde katkıda bulunmuş olan nankör bir unsuru oluşturduklarını söylersek haksızlık etmiş olmayız. Dolayısıyla, Türklerin elinde uğradıkları muameleyi abartmak için onlara yakıştırılan sakin ve barışçı bir ırk olmaktan çok uzaktırlar; çoğunluğu, dünyanın her tarafında onlarla temas halinde bulunanlar tarafından istenmeyen bir unsur olarak görülürler.
[Yaşanan] üzücü duruma ilişkin olarak, Mr. Lansing’in “iki ülkenin halkları arasındaki dostane duyguları büyük ölçüde tehlikeye atacaktır” sözlerinde yaptığı gibi, Osmanlı hükümetinin uygulamaları hakkında nihai bir yargıda bulunmadan önce, Amerikan kamuoyuna, bazı Amerikan ve bir kısım Avrupa gazetelerinde yayınlanan fotoğrafları hatırlatmak isterim. Bu fotoğraflar “Mevzilenerek Osmanlı birliklerine ateş açan Ermeni gönüllüler”i göstermektedir. Amerikan halkı “Mevzilenerek Amerikan birliklerine ateş açan Ermeni gönüllüler”i gösteren fotoğraflar görselerdi, yani bir kısım Amerikalı Ermeni bu şekilde hareket etmiş olsaydı, hem de bu Amerika’nın bir yabancı güçle savaş halindeyken gerçekleşseydi, ne düşüneceklerini sormak isterdim.     
Britanya Parlamentosu’nda, bir Rus şehri olan Tiflis’ten ele geçtiği beyan edilen bir belgeden aktarılanlar, bunun yanı sıra Lord Bryce’ın başkanlığındaki Soruşturma Komisyonu’nda anlatılanlar, en hafif tabiriyle aşırı derecede abartılmış ifadelerdir. Bizi karalamakta hayati çıkarı olan düşmanlarımızın ağzından anlatılanların güvenilirlikten yoksunluğu o kadar barizdir ki, bunun üstünde daha fazla durmak gereksiz.  Lord Bryce’ın Komisyonu’nun raporunda yer alan değerlendirmelerin gerçekliğinden şüphe etmek için, bir an durup, söz konusu komisyonun, birkaç bin mil uzaktaki, savaş halindeki bir ülkenin sınırları dahilinde, dolayısıyla maddi olarak ulaşılması imkansız bir yerde cereyan ettiği iddia edilen uygulamaları nasıl soruşturabileceğini düşünmek bile yeter.
Dikkate alınmaya değer tek tanıklıklar yakında ülkelerine geri dönen Amerikan misyonerlerin anlatımlarıdır.  Bu bağlamda bir görgü tanığının en yeni beyanlarından sadece birini örnek vermek için, Amerikan Yabancı Misyonlar Heyeti üyesi Dr. Yarow’un 6  Ekim tarihinde THE NEW YORK TIMES’ta yayınlanan sözlerini aktaracağım. Dr. Yarow, “1.500 kararlı Ermeni, Van’ı 5.000 Türk ve Kürde karşı yirmi yedi gün boyunca teslim etmedi ,” demiş.
Şimdi, sözlerimi dikkatle dinleyin: Van bir Osmanlı şehridir. Kararlı Ermenilerin yaptığı açık isyandır ve örgütlü hukuk gücüyle karşılık verilmesi gereken bir şeydir. Dr. Yarow garip bir şekilde Türklerin başında bir Alman subayının olduğunu ve isyanı bastırmak için bir howitzer topu kullandıklarını bir suçmuş gibi sunuyor, sanki hukuka uygun kurulmuş bir hükümetin vatandaşları arasından “kararlı” bir kısmının ayaklanmasını bastırmak için başka yollar bulması gerekiyormuş gibi!…   
Yine garip bir şekilde Dr. Yarow, Türklerin, “korunmak amacıyla” beş Amerikan ve bir Kızılhaç bayrağı çekmiş olan misyon binalarına özellikle ateş açması bir suçmuş gibi sunuyor; oysa “kuşatma sırasında BİZ yalnızca bulaşıcı hastalıklarla değil Türklerle de savaşmak durumundaydık” diyerek kendisinin ve çalışma arkadaşlarının asi Ermenilere sağladığı desteği ve söz konusu bayrakların yasal olmayan bir şekilde kullanıldığını itiraf ediyor.  Bu şekilde ilk ve esas amaçlarının “Türklerle savaşmak” olduğunu ve Amerikan bayrağının kötüye kullanıldığını açıkça kabul etmiş oluyor. Bu koşullar altında Türklerin kasıtlı olarak misyon binalarına ateş açması şaşırtıcı bir şey mi? Van ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde Amerikan misyonlarının “Türklerle savaşmak” yerine görevlerini, Amerikan Misyon Heyeti tarafından Türkiye’ye gönderilme amaçları olması gereken,  kardeşçe sevgi ve genel Hıristiyan ilkelerine ilişkin vaazlar vererek yerine getirmeleri gerektiğini belirtmek isterim. Böyle olsaydı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki misyon binaları her türlü saldırıdan muaf ve emniyet içinde olacaklardı.
Kadınlar ve çocuklara yönelik kasıtlı bir suç işlenmesi durumunda bunu sonuna kadar ve samimiyetle kınayan ilk biz oluruz; ancak ülke ve halk konusunda bilgilerime dayanıyor ve kendimi katliam ve mezalimi içeren örgütlü, genel bir hareketin varlığını kati surette reddecek bir pozisyonda görüyorum. Kargaşa sırasında kadın ve çocuklar öldürülmüşse bunu da kınarım; ancak uygar olduğunu iddia eden milletlerin savaş halinde olduğu zamanlarda her gün benzer kazaların olduğunu belirtmek isterim. Dolayısıyla bunları bir talihsizlik ama savaşın kaçınılmaz kötülüklerinden biri olarak görmek gerekir.
Ermenilerin,  Osmanlı  İmparatorluğu’nun düşman işgali tehdidi altında olan ya da olabilecek bölgelerinden kitleler halinde sevki ve sürgünü konusunda ise, Ermenilerin Ruslara verdiği desteği bunun haklı gerekçesi olarak görüyorum. Burada dikkat edilmesi gereken husus Rusların Türk topraklarını işgal etmeyi, yalnızca Ermenilerin iç ayaklanmasının gerçekleştiği Van ve civarında başarmış olmalarıdır.  Dolayısıyla mantıklı olan, yasal olarak kurulmuş bir hükümetin, nüfusun bir unsurunun ihanetine uğradığında, benzer ihanet olaylarının tekrarlanmasını ve bunun ülkenin diğer bölgelerinde yaratabileceği sonuçları engellemek için karışıklık çıkaran bu unsurun bütün üyelerini, tek tek her birini, kolay kontrol edebileceği bir yerde toplamasıdır.
Elbette bu kadar geniş ölçekli bir sürgün sefalet, hastalıklar ve hatta yasa ve ahlak dışı hareketlere yol açacaktır. Bu İngiltere, Hollanda ve diğer ülkelerdeki Belçikalı sığınmacıların yaşadıkları ile kanıtlanmıştır. Benzer ızdırapların Osmanlı ailesine dahil bir ırkın omuzlarına yüklenmesi son derece üzücüdür, ancak bunun suçlusu yalnızca Ermenilerin kendileridir.   
 ZIA MUFTY-ZADE BEY
ZİYA MÜFTÜZADE BEY’İN NYT’DA YAYINLANAN YAZISIYLA İLGİLİ EDİTÖRE GÖNDERDİĞİ NOT:
Eksik bölümlerin ilavesi:
19 Kasım 1915
The New York Times editörüne:
Ermeni krizi ile ilgili olarak bu ayın 15’inde gönderdiğim mektubumu yayınladığınız için teşekkür ederim. Bu mektubumda yer alan en az üç önemli paragrafın atlandığına dikkatinizi çekmek istiyorum. Görüşlerimi destekleyen bu paragrafların büyük önem taşıdığına inandığım için, savunduğunuz adalet ilkeleri gereki, mektubumu bu paragrafları ilave ederek tekrar yayınlamanızı rica ediyorum.
Mektubumun ikinci paragrafı şöyledir: 
“Konuya daha derinlemesine girmeden önce, her ulusun tarihinde benzer kara sayfalar olmasına rağmen dört bir yandan yükselen protestolar karşısında duyduğum şaşkınlığı dile getirmek ve bu muvacehede çeşitli milletlere İsa’nın sözlerini takip etmesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum: “İlk taşı hiç günahsız olan atsın”. Bu durumda hiçbirisi protesto etme durumunda olmayacaktır.”
Ermenilerin tehciri, katli ve sürgünü konusunda, mazeret olarak değil, ama açıklama olarak şu sözleri yazmıştım:
“Başka bir deyişle Osmanlı Hükümeti kendini Birleşmiş Milletler’in Kızılderili yerleşim bölgeleri konusunda belirlediği çizgiyi izlemek mecburiyetinde görmektedir. Yaptığı şeyin en azından açıklaması budur.”
Yazım şu paragrafla son bulmaktaydı:
Eğer onlar (Ermeniler) cezanın ağırlığından muzdariplerse, bu son derece üzücüdür, ama daha önce yaptıklarını unutmamalıdırlar: Gerekmediği halde tehlikeyi göze alıp şanslarını denemek istemişler ama başaramamışlardır; şimdi de isyankârlıklarının ve ihanetlerinin sonuçlarına katlanmalıdırlar.”
Bu cümleler Türk ulusunun, bir ırk olarak, ya da devlet olarak, ne daha iyi, ne de daha kötü olduğunu  vurgulamak için özellikle yazılmıştır. Bu nedenle bu [eksik bölümleri] yayınlama nezaketini göstereceğinizden hiç şüphem yoktur. 
ZİYA MÜFTÜZADE BEY
New York, Ekim 18, 1915.
DR. YARROW, ZİYA MÜFTÜZADE’Yİ YALANLIYOR
Amerikan Yabancı Misyonlar Heyeti üyesi olan ve Van’da görev yapan Dr. Yarrow  Ziya Müftüzade’nin “Bir Türk Ermenileri Nasıl Tanıyor?” başlıklı, The New York Times gazetesine gönderdiği mektupta kendisi hakkında söylediklerini, gazeteye gönderdiği cevapla yalanlıyor. 24 Ekim 1915 tarihinde gazetede yayınlanan mektup şöyle:
 THE NEW YORK TIMES yazı işlerine: 18 Ekim tarihli sayınızda Ziya Müftüzade Bey’in “Bir Türk Ermenileri Nasıl Tanıyor?” başlıklı yazısında benim “kuşatma sırasında yalnızca her türlü hastalığa değil Türklere karşı da savaştığımızı” söylediğimi iddia ettiği bir röportajdan bahsediyor. Ben hiçbir zaman böyle bir beyanda bulunmadım. Tam tersine gerek kuşatmadan önce, gerekse kuşatma sırasında tesislerimizin mutlak tarafsızlığını korumak için her türlü çabayı gösterdik ve bunu başardık. Türklerle ilişkilerimiz her zaman dostaneydi. Savaş başladığında hastanemizi Kızıl Haç tesisine dönüştürdük ve aylarca Türk askeri hastanesinden gönderilen hasta ve yaralı askerlere baktık. Hatta kuşatma başladığında hastanemizde bu şekilde 15 Türk askeri yatıyordu. Genç hanımlarımızdan birisi, Miss McLaren aylarca Türk askeri hastanesinde hemşire olarak çalıştı ve kuşatma başladığında gönüllü olarak Türk hatları dahilinde kaldı. Daha sonra Türk hastalarla birlikte Bitlis’e götürüldü. Ruslar Van’ı işgal ettiğinde ve Türkler geri çekildiğinde kaçmayı başaramayan 1.000 kadar Türk erkek, kadın ve çocuk bakım ve korunma için tesislerimize getirildi.”
TÜRKİYE’DEKİ IŞIK SÖNEBİLİR
Peygamber’in evinde Ermenilerin Hıristiyanlığı ve Batı Uygarlığını Korumak İçin Yaptıkları Her Şey
BY ARSHAG MAHDESIAN
Ermeni Editör ve Yayıncı
28 Ekim 1915
The New York Times Editörüne: Türk mezaliminin önde gelen savunucularından Ziya Müftüzade, Osmanlı hükümetinin işlediği suçları ipe sapa gelmez ifadelerle hafife almaya ve haklı çıkarmaya çalışırken soruyor: “Ermenistan nerede?”
Müftüzade, Rusya, İran ve Türkiye olmak üzere üç devlet arasında bölündüğü için Ermenistan’ın artık var olmadığını ileri sürüyor. Ancak Polonya da üç devlet arasında bölünmüş durumda. Biz “Polonya nerede?” diye soruyor muyuz?
Halep, Adana, Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Mamurat-ül Aziz ve Sivas Türkiye topraklarında. Türk hükümetinin kendisi Rus-Türk savaşı sırasında Ermenistan’ın varlığını resmen kabul etmişti. Türk ordusu yenilgiye uğradığında Sultan ve danışmanları, muzaffer Rusya’ın Erzurum, Diyarbekir ve Sivas’ı ilhak edebileceğini anlamıştı. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti Ermenilerden yaşadıkları vilayetler için Osmanlı hükümdarlığı altında siyasi özerklik talep etmelerini istemişti. Ancak İngiliz filosu İstanbul önlerine geldiğinde Türkiye bundan cesaret alarak Rus delegasyonunun Ayastefanos Antlaşması’nın XVI. Maddesi’nde yer alan “Ermenilere idari özerklik” ifadesini kabul etmemiş, bunun üzerine söz konusu ifade “Reformlar ve ıslahat” olarak değiştirilmişti. Söz konusu reform ve ıslahat uygulamaları Türk topraklarını işgal eden Rusya tarafından garanti altına alınacaktı. Berlin Kongresi’nde, Büyük Britanya’nın çabalarıyla Rusya’nın işgaline ilişkin bölüm çıkarılmış ve Berlin Antlaşması’nın LXI. Maddesi Ayastefanos Antlaşması’nın XVI. Maddesi’nin yerini almıştı. Ayastefanos Antlaşması’nın XVI. Maddesi ile Berlin Antlaşması’nın LXI. Maddelerinde vücut bulan diplomatik görüşmeler, Türk İmparatorluğu’nda Ermenistan’ın varlığını tartışılmaz bir şekilde kabulü anlamına gelmiştir. 
Ayrıca bir ulusun varlığı yalnızca onun siyasi bağımsızlığı ile değil, onun uygarlaştırıcı faaliyetleriyle de belirlenir. İmparatorluğun toplam nüfusunun 32 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bunun yalnızca 1 milyon 100 bini Ermenidir. Ancak Ermenilerin 82 bin öğrencinin okuduğu 782 eğitim kuruluşu varken, Türklerin yalnızca 150 okulu ve 17 bin öğrencisi vardır.
Türk İmparatorluğu’nda Ermenilerin ekonomik gücü hakkında bir fikir vermek için belirtelim: Marcel Leart’ın kayıtlarına göre, altı Ermeni Vilayetinden en küçüğü olan Sivas’ta 166 ithalatçı vardır ve bunların 141’i Ermeni, 13’ü Türk, 12’si Rumdur. 
150 ihracatçıdan 127’si Ermeni, 23’ü Türktür. 
37 banker ve kapitalist’ten 32’si Ermeni, yalnızca 5’i Türktür.
9.800 dükkan sahibinden 6.800’ü Ermeni ve yalnızca 2.550’si Türktür. Geri kalanlar çeşitli milliyetlerden kişilerdir.  
Yerli sanayi için de aynı durum geçerlidir. 153 fabrika ve un fabrikasından 130’u Ermenilere, 20’si Türklere ve 3 halı imalathanesi yabancı ve yabancı ortaklı şirketlere aittir. Bütün bu işletmelerin personeli Ermenidir. Çalışanların sayısı 17.000 olup, bunların 14.000’i Ermeni, 3.500’ü Türk, 200’ü Rum ve diğer milliyetlerdendir.
Türkler Orta Asyanın Turan ırkındandır. Onların Suriye, Mezopotamya, Bizans, Arabistan, Mısır, Ermenistan ve Yunanistan’da ortaya çıkmalarıyla birlikte buralarda uygarlık yok olmuştur. Türklerin bu çölleştirici etkisini Victor Hugo şu çok yerinde sözlerle ifade etmiştir: “Les Turcs ont passé a tout est ruine et deuil.” (Türkler geçtiği yerlerde arkalarında yıkıntı ve ağıtlar bırakmışlardır). Türklerin Araplarla hiçbir kan bağı yoktur, bu nedenle de onların uygarlığı üzerinde hiçbir hakları yoktur. Arap, Türkten tamamen umudunu kesmiştir. Arapçada şöyle bir laf vardır:
Üç şey uğursuzluk getirir – Çekirge, haşarat ve Türk.
Her taraftan yıkıcı Türk toplulukları tarafından kuşatılmış olan Ermeniler, önce Hıristiyan olmaları, sonra da kültürleri ile batı uygarlığının temsilcileri olmuşlardır. Türkler Osmanlı İmparatorluğu’nda caniler yetiştirirken, Ermeniler doktorlar, zanaatkârlar ve bilginler yetiştirmişlerdir. Edirne’deki ünlü Camiyi, Konstantinopolis’teki Süleymaniye Camiini Ermeni bir mimar olan Sinan tasarlamış ve inşa etmiştir. Çırağan, Beylerbeyi ve Dolmabahçe Saraylarını yine Ermeni olan Balyanlar inşa etmiştir. Dolmabahçe sarayı için Theophile Gautier “[onu] Büyük Kanal’dan Boğaziçi kıyılarına taşınmış bir Venedik sarayı zannedebilirsiniz, ancak ondan daha da gösterişli, daha heybetli ve daha yüksek bir zevkle süslenmiştir” diye yazmıştır.
Türkiye’ye matbaayı ve tiyatroyu da Ermeniler getirmiştir. Türk Anayasa’sını hazırlayan Midhat Paşa’yla birlikte çalışan iki önde gelen Ermeni şahsiyet, Odian ve Servicen’dir. Ermeni dilbilimciler olmasaydı Türklerin kendi dillerine ait bir dilbilgisi bile olmayacaktı. Paris’teki saygıdeğer Türk sürgünü Şerif Paşa, 10 Ekim tarihli THE TIMES’ta yayınlanan şu sözlerindeki samimiyet nedeniyle kutlanmayı hak  eder:  
“Sadakatleri, ülkeye hizmetleri, devlete kazandırdıkları yetenekli devlet adamları ve görevlileriyle, sergiledikleri zeka ile Türklere en sıkı bağlarla bağlı bir ırk varsa, o da kesinlikle Ermenilerdir.”
Ayrıca Türkiye’deki Ermenistan, Türklerin yiyeceğini sağlamıştır. Bir Türk’ün bu ülkedeki oğluna gönderdiği mektuptan alınmış aşağıdaki paragraf bunun kanıtıdır:
“Gönderdiğin çeki sana geri gönderiyorum. Çünkü burada artık hiç reaya kalmadığı için çeki bozduramıyorum. **** Çok zor zamanlar geçiriyoruz oğlum. Reaya bizim için her şeydi. **** Kış geldiğinde hepimiz açlıktan öleceğiz, çünkü biliyorsun, hepimizin tek dayanağı reayanın ürünleriydi.”
Bütün bu gerçekler ortadayken birisi de çıkıp Ziya Müftüzade’ye sormaz mı: “Türkiye nerede?”
ARSHAG MAHDESIAN New York, 19 Ekim 1915.
BİNLERCE KİŞİ ERMENİLERİN KATLİNİ PROTESTO ETTİ
Yalnızca Bir Kadınla Bir Erkek Mezalimi Kınayan Kararlara Karşı Çıktı
TÜRKLER 500.000 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ
_____________
Dışişleri Bakanlığı’nın Verilerine Göre Çeyrek Milyon Kadına Tecavüz Edildi
18 Ekim 1915
Central Park West 62. Sokaktaki Century Theatre salonunu dolduran büyük bir dinleyici kitlesi dün öğleden sonra Türklerin Ermenilere yaptığı mezalimi kınayan kararları alkışlarla karşıladı. Bu arada adını Brown olarak veren bir erkek izleyici ayağa kalkarak kararları tartışmak istediğini belirtti.
Adının Mrs. Brooks olduğunu söyleyen bir kadın da, bağırarak toplantıyı sabote eden kişiyi desteklediğini, onun dinlenmesi gerektiğini söyledi. Adam zor kullanılarak salondan çıkarıldı; ancak birkaç dakika sonra geri dönerek öfkeyle söz almak istediğini tekrar etti.
Toplantı, Ermenistan’daki mezalimi lanetlemek amacıyla, ileri gelen Amerikalılar ve tanınmış Ermenilerden oluşan bir komitenin girişimiyle düzenlenmişti. The Independent’ın yazı işleri müdürü Hamilton Holt’un başkanlığını yaptığı toplantının konuşmacıları Amerikan Yabancı Misyonlar Heyeti’nden Peder Dr. Lames L. Bardon, Haham Stephen S. Wise, Peder John J. Wynne, S.J., Katolik Ansiklopedisi editörü S.J., W. Brouke  Cochran, Türkiye Van’da görev yapmış olan Dr. Ernest Yarrow ve Peder Dr. William J. Haven’dı.
Kabul edilen kararlar şöyle:
Uygar dünyanın Türk İmparatorluğunda Ermenilere yönelik seriler halinde katliamlar ve tehcirle derinden sarsılmış olduğunu; ve
Bu suçların ve mezalimin çalışkan, verimli ve barışsever bir halka karşı yapıldığını, bunların ne hukuk, ne de insanlık açısından hiçbir haklı gerekçesinin olamayacağını; ve  Hayatta kalan Ermenilerin imdatlarına koşulmasına ve yardıma büyük ihtiyaç duyduklarını; 
Göz önünde bulundurarak, Amerikan vatandaşları olarak bizler, bütün bu vicdansız ve insanlık dışı uygulamaları şiddetle protesto etmeye, yetkililerden ve Türk  İmparatorluğu üzerinde etkide bulunabilecek herkesden bu haksızlıklara son vermelerini ve Amerikan Büyükelçisi’nden ve tarihleri ve başarıları ile imparatorluğa katkılarda bulunmuş olan bu halkı kurtarabilecek ve yerlerine iade edebilecek diğer kişilerden mümkün olan her türlü yardımı yapmalarını istirham etmeye karar vermiş bulunuyoruz.   
Ayrıca, savaşın, nerede ve hangi ulus tarafından yürütülüyor olursa olsun, masum insanlara karşı insanlık dışı davranmanın mazereti olamayacağını belirtiriz. Savaşçı konumunda olmayan insanların katledilmesi, işkence, beden uzantılarının kesilmesi, tecavüz, dünyanın en güzel yerlerini cehenneme çevirmiştir. Ulusların Tanrısı ve ortak insanlığımız adına savaşan ülkeleri uygarlığa ve ahlaka karşı işlenen bu suçlara son vermeye çağırıyoruz. 
Peder Wynne kararları okuduğu ve Mr. Holt  onaya sunduğu sırada Brown yüzü kıpkırmızı halde ayağa fırladı.
Bir kaç kişi, toplantıyı sabote eden adamı platformdan aşağıya indirmek üzere ona doğru koştular. Aynı anda Mrs. Brooks araya girerek bu kişiye söz hakkı verilmesini talep etti ve onu salondan çıkarmakta olan kişilerin peşinden koştu.
Bu olay karşısında, aralarında Kardinal Early’i temsil eden Peder Lavelle, Chicago’den Charles R. Crane, Peder Dr. H.P. Mendes, Profesör William W. Rockwell, Profesör Samuel P. Dutton ve diğer ileri gelen kişilerin bulunduğu sahnedekiler de, izleyiciler de ayaktaydılar.  
Müdahale edenlere öfkeyle direnen ve yol boyunca her adımda onlarla mücadele eden adam sonunda salondan çıkarıldı.  
Mr. Holt açılış konuşmasında, “Bu toplantı tarihte gördüğümüz en büyük kitle kırımı kınamak üzere düzenlenmiştir. Türkiye’de yapılanlar dünya tarihinin en zalimane katliamlarıdır.  Bunu  durdurmak için, Ermenileri kurtaracak tek güç olan  Hıristiyan Almanya’ya başvurmalıyız. Çağrımıza Kontantinopolis tarafından kulak verilmeyebilir ama sesimiz Berlin’de kulaklara ulaşabilir,” dedi.   
İlk konuşmacı Dr. Barton’dı: “Türk İmparatorluğunda Ermenilerin durumuna ilişkin, görmezden gelemeyeceğimiz verileri değerlendirmek üzere buradayız,” dedi.  Ermeni Mezalimi Komitesi’nin raporuna atıfta bulunan Barton, rapordaki verilerin büyük bir bölümünün Washington’dan, Dışişleri Bakanlığının belgelerinden alındığını belirtti.
Barton sözlerine şöyle devam etti: “Komite bulguları elde etmek amacıyla Washington’a gitti ve Dışişleri Bakanlığı’na gelen resmi raporları inceledi. Bu raporları ulaştıran kişilerin isimlerini neden yayınlamadığımızı soruyorlar. Neden son derece açık.  Türkiye’nin yasalarından biri de cezalandırmaktır. Konsoloslarımızdan birisi, adının gizli tutulmasını, çünkü adı bilinirse görevinden istifa etmek zorunda kalacağını bildirdi.”    
Dr. Barton büyük bir yığın oluşturan elindeki belgeleri gösterdi. Bunların hepsi Dışişleri Bakanlığı’na gelen raporlardı. Bu belgelerden, binlerce vakada ölümle sonuçlanmış korkunç işkencelerden örnekler veren bölümler okundu.
Dr. Barton bir Amerikan Üniversitesi’nden mezun olan ve Amerika’ya yeni dönüş yapan tanınmış bir Ermeninin tanıklığını okudu. Bu kişi 1.215 erkeğin uğradığı akıbeti anlatıyordu. Bu insanlar bir araya toplanmış ve “hükümet emriyle” yirmi beş kişilik gruplar halinde yola çıkarıldıktan sonra “canavarca yöntemlerle” öldürülmüştü.  Tanığın anlatımına göre, onları öldürenler Türk jandarmaları, katiller ve hapishanelerden Ermenileri katletmek üzere salıverilen suçlulardı.
Tanığın ifadesi şöyle devam ediyordu: “Katillere yaptıklarına karşılık verilen ödül, kurbanların üzerinden çıkan para ve değerli eşyalardı. Bu kişilerden birisi bir gecelik kazancının 150 pound eşdeğeri Türk lirası olduğunu övünerek anlatıyordu.”
Bourke Cochran ise, kendisine 500.000 ile 800.000 arasında Ermeninin katledildiği, 250.000 kadın ve kızın tecavüze uğradığı bilgisinin verildiğini söyledi. Ermenistan sorunu, Mr. Cochran’a göre, 1898 Küba sorunundan milyon kat daha feciydi.   
Haham Wise son konuşmacıydı. Türkiye’nin bir karşıtı, ya da Ermenistan’ın savunucusu olarak değil, ister Almanlar tarafından Belçikalılara, ister Ruslar tarafından Yahudilere, ister Türkler tarafından Ermenilere yönelik olsun, insanlığa karşı işlenen suçları protesto etmek için burada bulunduğunu söyledi. Almanya ve Avusturya’nın Ermenilere yönelik mezalimi durdurmak için çok şey yapabileceklerini, ama yapmadıklarını, bu şekilde davranmaları durumunda sonunda bu ulusların “bazı zaferlerin, bütün yenilgilerden daha büyük bir felaket olduğunu” göreceklerini belirtti. 
“Eğer Almanlar hâlâ tarafsızlığını koruyanların iyi niyetini kötüye kullanacaklarsa,” diye devam etti Haham Wise, “bu mezalim dolu dizgin devam etsin. Eğer kendilerini ıslah edeceklerse Türklere ‘tek bir damla kan daha dökülmemelidir’ demelidirler.
İzleyicilerin hepsinin elinde, altında imza yeri boş olan, Alman İmparatoru ve Almanya halkına hitap eden, Ermenilere yapılan mezalime son vermek için ellerindeki bütün yetki ve olanakları kullanmaya çağıran dilekçeler vardı.
TÜRK YETKİLİ KATLİAMLARI İNKÂR EDİYOR
New York Türk Başkonsolosu Ermenilere İlişkin Raporun
uydurma olduğunu iddia ediyor
ANCAK OLAYLARIN CİDDİYETİNİ KABUL EDİYOR
Celal Bey: Van’da Devrim Örgütleniyordu, Bu Yüzden Şüpheli Şahısların Oradan Çıkarılması Gerekti
15 Ekim 1915
New York’taki Türk Başkonsolos Celal Münif Bey, THE TIMES’a verdiği resmi demeçte geçen Pazar günü Ermeni Katliamları Hakkında Amerikan Komitesi’nin açıkladığı raporun düzmece olduğunu iddia etti. Raporda, son bin yılda hiçbir halkın, Türklerin Ermenilere yaptığı korkunç mezalime uğramadığı, katliamların Konstantinopolis’te hükümet tarafından alınan kararlar uyarınca yapıldığı ve bunun bütün bir milleti imha etme girişimi olduğu belirtilmişti.    
Raporu imzalayanlar arasında Piskopos David H. Greer, Cleveland H. Dodge, Oscar S. Straus, Haham Stephen S. Wise, Peder Dr. James L. Barton, William Sloan, Profesör Samuel P. Dutton, Charles R. Crane ve Arthur Curtis James bulunuyor. Raporun yayınlanmasından sonra Kardinal Gibbons da komiteye katılmayı kabul etti.  
Raporun önsözünde Komite, burada yazılanların doğruluğuna kefil olduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Ermenilere karşı yapılan hareket, bütün Türk olmayanları, misyonerleri ve Siyonistler dahil ilerici unsurları hedef almakta.”
Dünkü sayısında THE TIMES, Osmanlı devletinin New York’taki en üst düzey temsilcisi olan Celal Bey’e, Osmanlı hükümetinin temsilcisi olarak Ermeni Mezalimi Komitesi’nin yönelttiği suçlamalara verecek cevabının olup olmadığını sordu.  Bunun üzerine Celal Bey, aşağıdaki beyanatı verdi.
“Gazetelerde, Türkiye’deki Ermenilerin katliama uğradığına ilişkin haberler geniş yer buluyor.  Bazıları akla hayale gelmeyecek şekillerde katledilen Ermenilerin sayısının 800.000 olduğunu iddia edecek kadar ileri gidiyor.  
“4 Ekim tarihli THE NEW YORK TIMES, sözde Ermeni Katliamları Komitesi’nin, bazıları ileri gelen  Amerikalılar olmak üzere, birkaç kişi tarafından imzalanan bir raporu yayınladı. Raporda, memleketlerine yeni dönen misyonerlerin getirdiği bilgilere dayanarak kadın ve çocukların Türkler tarafından topluca öldürüldüğü iddia ediliyor. Ayrıca Türkiye’deki çeşitli kaynaklardan elde edildiği iddia edilen bilgiler de yer alıyor, ancak bu bilgileri veren kişilerin isimleri belirtilmiyor. Başka bir deyişle Lord Bryce tarafından onaylanmış olsa bile, doğruluğu kanıtlanmamış ya da kanıtlanamayan mezalim raporları uydurma olarak kabul edilmelidir.
“Türk hükümetine karşı bu olmayacak suçlamalar, haberlerin doğruluğunu araştırmak için hiçbir çaba göstermeden gazetelerde yayınlandı.  
“Ben ne olduğunu anlatayım: Geçen yıl savaş patlak verdiğinde, daha Türkiye Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın yanında yer almamışken bağımsızlık hayalleri gören Türkiye’deki Ermeniler, diğer başkaları gibi, Almanya ve müttefiklerinin Avrupa haritasını altı hafta içinde silip süpüreceğine ve bunun sonucunda Türkiye’nin Üçlü İtilaf devletleri arasında paylaşılacağına, böylece de Türk vilayetlerinin bulunduğu topraklar üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurulabileceğine inanmışlardı. Ermeniler böyle bir durumu oldu bitti saydılar ve faaliyetlerine hız verdiler.
Buxton kardeşlerden biri, Londra’daki Balkan komitelerinin başkanı,  Ermeni devrimci komiteleriyle görüşmek üzere gizlice Osmanlı’nın Van vilayetinin merkezi olan Van şehrine geldi. Buraya Kafkasya’daki Tiflis şehrinden geçerek gelmiş, Tiflis’te de Rusya’daki Ermeni komiteleriyle toplantılar yapmış ve Türkiye’deki Ermenilerle Türk hükümetine karşı ortak faaliyet yürütme planlarını tartışmışlardı. Bu devrimci komiteler böylece harekete geçmişler, Ruslar tarafından silahlandırılarak Rusların, Rus sınırının yakınındaki Van’ı ele geçirmesine yardım etmişlerdi.      
“Hemen ardından Rusya himayesinde Van’da özerk bir Ermeni yönetimi kuruldu ve valiliği de Aram adlı bir kişi üstlendi. Bir süre önce New York gazeteleri, Amerika’ya gönderilen ve altında Van Valisi olarak bu asinin ve Van’ın Ermeni Piskoposunun imzaları bulunan bir maddi yardım talebini yayınladılar.  
“Kısacası, imparatorluğun bu bölgesindeki Ermeniler Türk yönetimine karşı, Türkiye’nin en azılı düşmanı olan Rusya’nın işine gelecek şekilde silahlı bir ayaklanmaya girişmişlerdir ve bu yüzden ancak asi olarak değerlendirilebilirler. Elbette, böylesi bir zamanda, Türk İmparatorluğu’nun ölüm kalım meselesi söz konusuyken, Van’ı geri aldıktan ve Rusları geri püskürttükten sonra Türk birliklerinden, bu devrimcilere karşı, hem de kendilerine silahla direndikleri koşullarda, nazik davranmaları beklenemezdi. Öldürülenlerin hiçbiri Amerikalıların inanması beklenen düzmece raporlarda belirtildiği gibi kadın ve çocuk değil, hepsi isyancı unsurlardandı, suç üstü yakalanan kişilerdi, ya da başka şekillerde Türk hükümetine karşı ihanet içinde davranışlarda bulunanlardı.     
“Ayrıca Türk hükümeti, değerli askeri bilgilerin düşman saflarına sızmasını engellemek için bütün İmparatorluğun emniyetini tehlikeye atan şüpheli unsurları ülkenin iç bölgelerine göndermeyi bir zaruret olarak gördü.
“Mütecaviz olmayan halkın mütecavizlerin akibetini paylaştığı durumlar meydana gelmiş olabilir ve benim bu şekilde talihsiz olayları kınayacak son kişiler arasında yer almayacağım açıktır. Mateessüf savaş zamanında bu ikisini birbirinden ayırmak kati surette imkansızdır. Hareketinin cezasını yalnızca mütecaviz çekmez, onun peşinden sürüklediği kişiler de çeker.
“Ne var ki bu üzücü olaylar ne kadar esef verici olursa olsun, son tahlilde, Ermenilerin tek suçlayabilecekleri kişilerin yine kendileri olduğunu söylemek zorundayız. 
“Bugün böylesine hararetli bir Türk karşıtı olarak ortaya çıkan ve New York gazetelerinde Türk hükümeti ve halkını kınamak üzere gelecek Pazar günü yapacakları toplantıyı ilan eden misyoner derneklerinin hangi saiklerle hareket ettiğini tartışmanın şu an zamanı olmadığına inanıyorum. Anlaşıldığı kadarıyla yukarıda adı geçen ve 4 Ekim’de THE NEW YORK TIMES’da yayınlanan rapor da, merkezleri 70 5. Cadde’de bulunan bu derneklerden kaynaklanmıştır. Söz konusu derneklerin niyetlerini çok iyi bilmekteyiz ve yakın bir zamanda bunlar açığa çıkacaktır.”
Kendisine, beyanatının son bölümünde, Ermeni Mezalimi Raporu’nun “kaynaklandığı” kişilerin niyetlerinin Türkler tarafından çok iyi bilindiği ve “yakın bir zamanda açığa çıkacağı” yolundaki sözleriyle ne demek istediği sorulduğunda Başkonsolos, “halihazırda bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum” şeklinde cevap vermiştir.   
http://www.imprescriptible.fr/archives/usa/nyt/tr.htm

Yorumlar kapatıldı.