İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ortadoğu’da Entrika, Kurnazlık ve Yönetim

Nurettin Değirmenci
Osmanlı İmparatorluğu millet sistemi ile yönetilir. Her milletin dini başkanları Osmanlı Sarayına karşı sorumlu olur ve haraçlarını öderler. Osmanlı yöneticileri, değişik milletlerin yöneticilerinin atanmasını onaylar. Kuşkusuz, onaylama bedava olmaz. Haraçlarını ödedikleri sürece; millet yöneticileri, Osmanlı yöneticileri ile değil, kendi toplumları ile uğraşırlar. Milletlerin, özellikle Rumların başlarını seçmede komplo, entrika, iftira ve dış etkiler belirleyici olur. Bunun sonucu bilgili, erdemli, becerikli toplumuna hizmet edecek ve onların gelişmesine destek olacak millet başları ortaya çıkmaz. Neden? Bizans gelenekleri olduğu gibi sürdürülür. Ara sıra yeni entrikalar yaratılır. Osmanlı İmparatorluğunda, vezirler arasında sayısız entrika, komplo, iftira ve arkadan hançerleme eksik olmaz. 

***
Ortadoğu medeniyetlerin beşiğidir. Mısır, Yunanistan, Mezopotamya, Anadolu… Milyonlarca insana, binlerce topluma, yüzlerce değişik medeniyetlere analık görevi yapar. Kıtlığın ortaya çıkması ile beraber Asya ve Kuzey Avrupa’dan değişik göçebeler Ortadoğu’ya akın eder. Göçebelerde bilgi, beceri ve araç-gereç birikimi olmaz. Dolayısıyla, çok az sayıda toplu göçler hakkında bilgimiz vardır. 
Roma İmparatorluğu’nun egemen olması sonucu; Ortadoğu’da, göreceli olarak huzur ve güven oluşur. Ancak, Roma İmparatorluğunun aşırı büyümesi, denetimsizliği ortaya çıkarır; bunun sonucu, kendi içinde çökme ve çürüme hareketi hızlanır.
Hıristiyanlığın ortaya çıkması sonucu, Roma İmparatorluğu, yabancı olduğu din ve mezhep savaşlarına sahne olur. Sonunda, Hıristiyanlık egemen olur; Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğuna dönüşür.
Ortadoğu’ya egemen olan Bizans İmparatorluğu yöneticilerinin başları doğaüstüne dönük olur. İhtiyaçlarını yağma, talan ve haraç ile temin ederler. Bunun sonucu:
_Yöneticiler kendilerine ve toplumlarına yabancı olurlar. İnsanlar emek ile kendi olur ve diğer insanlara yabancı olmaktan kurtulurlar. Emek verilen nesneler sevilir ve korunur.
_İlkel dini gelenekler asırlarca toplumların yönetilmesine yeterli olur. Yeni ve gelişmiş yönetimlere ihtiyaç oluşmaz.
_Doğaya yönelik eğitime yabancı olurlar. Yalan ile kendilerini aldatırlar.  
İhtiyaç olmadan, yaratıcılık ve yenilik ortaya çıkmaz. Bizans’ta son derece ilkel eğitime rastlanır, tek bir düşünür ortaya çıkmaz. Düşünür olmayınca; evrensel yönetici, evrensel yargıç, evrensel sanatçı, evrensel komutan, evrensel din adamı yetişmez.  
Bizans’ta, “Güç, hak; güçlü, haklıdır! Kaşa kaş, göze göz!” esas alınır; komplo, entrika, kurnazlık ayrıntılı biçimde gelişir.
Bilgi, beceri, araç-gereç yoksunluğu, çalışıp üretmenin sınırlı kalması anlamına gelir. Üretme sınırlı ve lüks tüketim yaygın olunca; toplumlar zayıflar, dış etkilere yeteri kadar tepki gösteremezler. Sonunda, adım adım Bizans İmparatorluğu çöker ve ortadan kalkar.
Bizans’ın bütün gelenekleri, kurumları, yaşantı biçimleri, inanışları kendinden sonraki Osmanlı Sarayına taşınır.   
_Bizans Saray teşkilatı, Osmanlı Saray teşkilatına;
_Bizans toprak düzeni, Osmanlı toprak düzenine;
_Bizans yönetim biçimi, Osmanlı yönetim biçimine;
_Bizans inanışı, sözcükler farklı olmakla beraber, Osmanlı inanışına dönüşür.
Bizans’ta toprakların önemli miktarı Kilise ve manastırlara terk edilir. Ama din adamları toprakla uğraşmaktan nefret ederler.
Benzer biçimde, Osmanlı topraklarının yaklaşık yüzde yirmi beşi (%25) dini kuruluşlara (Vakıflara) bağışlanır ama din adamları ekip biçme eylemine girişmezler.
Hem Bizanslı, hem Osmanlı din adamları bilgi, beceri, yaratıcılık açısından köylüden geride kalırlar; başları doğaüstüne dönük, belirli sözcükleri tekrarlamaktan başka eylem bilmezler.
Batı’da, Katolik Kilisesi arazilerin yaklaşık %35’ine sahip olur ama ekip biçme, köylüleri zorla çalıştırma, ürün ortaya çıkarma din adamların temel uğraşılarının başında gelir. Çalışıp ürettikçe, yeni araç-gereçlere ihtiyaç duyarlar; sonuçta, yaratıcı-bilgili-becerikli ve zengin olurlar. Giderek, doğayı tanıyıp denetim altına almaya çalışırlar. Eğitimde doğaya yönelirler.
Batılı din adamları bilgili, becerikli, yaratıcı, zengin ve güçlüdürler.
    
Osmanlı Sarayında:
_Bilgisizlik, cehalet ve beceri yoksunluğu üst düzey yöneticiler arasında yaygın olur.
(Günümüzde bile cehalet ve cehaletiyle övünen profesör bozuntuları vardır.)
_Komplo, entrika, kurnazlık yönetim araçları kabul edilir.
_Yaratıcılık ve yeniliklere şiddetli tepki gösterilir. Gelenekler kutsal özellik kazanır.  
_Çalışıp üretme pis etkinlik, yağma ve talan kutsal etkinlik kabul edilir.
_Osmanlı’da, asırlarca eğitimde hiçbir gelişme olmaz; Hıristiyan, Müslüman bütün toplumlar cehaletin karanlığında yaşam sürerler. 
*
Osmanlı İmparatorluğu millet sistemi ile yönetilir. Her milletin dini başkanları Osmanlı Sarayına karşı sorumlu olur ve haraçlarını öderler. Osmanlı yöneticileri, değişik milletlerin yöneticilerinin atanmasını onaylar. Kuşkusuz, onaylama bedava olmaz. Haraçlarını ödedikleri sürece; millet yöneticileri, Osmanlı yöneticileri ile değil, kendi toplumları ile uğraşırlar.
Milletlerin, özellikle Rumların başlarını seçmede komplo, entrika, iftira ve dış etkiler belirleyici olur. Bunun sonucu bilgili, erdemli, becerikli toplumuna hizmet edecek ve onların gelişmesine destek olacak millet başları ortaya çıkmaz. Neden?
Bizans gelenekleri olduğu gibi sürdürülür. Ara sıra yeni entrikalar yaratılır.  
Osmanlı İmparatorluğunda, vezirler arasında sayısız entrika, komplo, iftira ve arkadan hançerleme eksik olmaz. Bereket versin, yazılmadığından; olaylar hakkında, ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Sadece, Batılı seyyah, misyoner ve görevlilerin yazdıkları bazı olayları biliyoruz.  Benzer komplolar millet başları arasında yaşanır. Şimdi binlerce olaydan birine kısaca göz atalım:  
Ortodoks Patrik Cyril Lucaris (1572-1638)
Girit’te Kandiye’de doğar; Constantine adını alır. O yıllarda, Girit, Venedik’e bağlıdır. Constantine, iyi eğitim alması için babası tarafından Venedik’e gönderilir. Dört yıl sonra parasal sorunlar nedeniyle, Constantine, Girit’e geri döner. Balıkçılığa başlar, bir müddet sonra İskenderiye’ye gider. İskenderiye Patrik sekreteri Meletius Pegas, Constantine Lucaris’in yakınıdır.
Constantine Lucaris, eğitim için İtalya’da Padua üniversitesine gönderilir. 1595 yılında din eğitimi almış olarak mezun olur. Değişik Avrupa şehirlerini dolaşır ve diğer mezhepleri öğrenir. 1590 yılında, Meletius Pegas İskenderiye patriklik makamına oturur. Constantine Lucaris, İskenderiye’ye döner ve papaz olur; Cyril Lucaris adını alır.
O tarihlerde Avrupa’da mezhep mücadeleleri oldukça yoğundur. Polonya mezhep mücadelelerinin dışında değildir. Cyril Lucaris, Ortodoks mezhebini yaymak ve diğer mezhep çalışanları ile mücadele için Polonya’ya gönderilir. Aslında, Cyril Lucaris Kalvinist mezhebine yatkındır.
Cyril Lucaris Polonya’da kalır ve Ortodoks inanışı ile ilgili kurduğu okulda etkili olur. Ortodoksların Katoliklerle birleşmesine itiraz eder. Bu sırada, Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında savaş çıkar; Papa taraftarları, Cyril Lucaris’i, “Osmanlı ajanı” diye ihbar ederler. Cyril Lucaris kaçar. Sonra, Mısır’a davet edilir. Mısır’a döndükten iki gün sonra İskenderiye Patrik’i ölür; Cyril Lucaris, Patrik seçilir.
Çok geçmeden, entrika ve ayak oyunları sonucu; Cyril Lucaris, görevden ayrılır ve münzevi olarak Athos Dağına çekilir.            
1620 yılında İstanbul Patrik’i ölür; Cyril Lucaris, Patrik seçilir ve Babı Ali’ye gerekli ödemeleri yapar.
O tarihlerde, Batılı ülkeler, ticari etkinlik amacıyla Osmanlıya temsilciler gönderirler. İngiliz temsilcisi Sir Thomas Roe, Hollanda temsilcisi van Haag, Fransız temsilcisi Compte de Cesi’dir. Ayrıca, İstanbul’da etkili Cizvitler vardır, Katolik olmaları nedeniyle Fransız temsilci ile birlikte hareket ederler.
Cyril Lucaris Katolik Kilisesi ile birleşmeye karşıdır. Bu nedenle, Katolikler, “Cehennem Zebanisi” adını verirler ve görevden uzaklaştırmak için gizli çalışmalar yaparlar.
Fransız temsilci ile Cizvitler, Amasya Başpiskoposu Gregory ile iletişime geçerler. Bunlar yeni sinod toplanmasına yardım edecekler, Gregory Patrik seçilecektir. Buna karşılık, Gregory Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesinin birleşmesini sağlayacak. Olayı öğrenen Cyril Lucaris Gergory’i aforoz eder. Ancak, Cizvitler davalarından vazgeçmezler. Fransız temsilci Sadrazam Hüseyin Paşaya başvurarak, Patrik Cyril Lucas’ın Rus Çarı ile yazıştığını iddia eder.
Yazışma doğruydu; Osmanlı-Polonya savaşında, Patrik, önceki sadrazamın bilgisi dâhilinde Rus Çarına başvurarak Osmanlıya desteğini ister. Ayrıca, Cizvitler, Patrik’i Yunan adalarından bazılarında isyan çıkartmakla suçlarlar.
Sadrazam, Cyril’in savunmasına başvurmadan, derhal sinod toplanmasını ve Patrik Cyril Lucaris’in görevden uzaklaştırılmasını ister. (Yeni patrik ile beraber haraç gelecektir.)
Gregory yeni Patrik seçilir ve Babı Ali’ye 20000 dolar vermeyi taahhüt eder. Cyril Lucaris Rodos’a sürgün edilir. Ancak, Rum toplumu parayı toplamaz ve iki ay içinde Gregory makamı boşaltmak zorunda kalır. Sinod toplanır ve Edirne Metropoliteni Patrik seçilir. 10000 doları kendi cebinden öder, 10000 dolar Rumlardan zorla toplanır. Fakat değişik nedenlerle yeni Patrik görevden ayrılır ve İngiliz temsilcinin desteği ile Cyril Lucaris makama geri döner.
Cyril Lucaris, Rumlar arasında eğitimin düzeltilmesi için çalışmalara başlar. Padua’dan tanıdığı arkadaşını Ortodoks Patrik Akademisini kurması için davet eder. 1624 yılında Akademi kurulur.
Patrik, İngilizlerin yardımı ile sultandan olur alır; 1627 yılında matbaayı kurar ve basıma başlatır.
Cizvitler boş durmazlar; matbaada basılan kitaplardan bazı pasajları Fransız temsilciye vererek, “Matbaada Müslümanlara hakaret edici basımlar yapılıyor” diye, Sadrazama gönderirler. Sadrazam, matbaanın tahrip edilmesi için Yeniçerileri gönderir; matbaa tahrip edilir. Cyril Lucaris’in bastığı kitapçık Şeyhülislam’a iletilir; Şeyhülislam, “Matbaada İslam’a aykırı basım yapılsa bile tahrip edilmesi uygun değildir” diye, fetva verir. Sadrazam tutuşur.      
İngiliz temsilci Şeyhülislam’ın fetvasını Sultana götürmeden; Sadrazam, Cizvitleri sınır dışı eder, Fransız temsilciyi azarlar.
Bir süre sonra Fener Patrik matbaası basıma başlar.
Cizvitler, Osmanlı’ya, Kapuçinler olarak giriş yaparlar.
O yıllarda, Cyril Lucaris, inanışla ilgili düşüncelerini Latince olarak Venedik’te kitap olarak yayınlar. Bereket versin, Rum din adamları Latince bilmediklerinden kitabı okuyamazlar. Ancak kitaptan bazı bölümler Katolikler tarafından Yunancaya tercüme edilip Ortodoks din adamlarına aktarılır.  
Bu arada, bazı metropoliten ve başpapazlar boş durmaz; Cyril Lucaris’i dinden sapmakla suçlarlar. Zaten, şimdi de Müslüman toplumlarda olduğu gibi, o yıllarda geleneklere aykırı her düşünce, “Sapkın” olarak tanımlanır.
Yeniden sinod toplanır; Halep Metropoliteni, Babı Ali’ye 50000 dolar vaadiyle yeni patrik olur. Ancak parayı temin edemez; Cyril Lucaris görevinin başına döner.
Dua etmekle ömür tüketen din adamları entrikasız yaşam süremezler; Fransız temsilci yardımıyla Sultan’a 60000 dolar vererek, Cyril Lucaris’i görevden uzaklaştırırlar. Bu defa Hollanda temsilci 70000 dolar vererek Cyril Lucaris’i makamında tutar.
1635 yılında dış desteklerle Ortodoks sinod yeniden toplanır ve Cyril Lucaris görevden uzaklaştırılır.
Yeni Patrik Babı Ali’ye 50000 dolar ödemeyi vaat eder. Paranın önemli bir kısmı Kutsal Roma İmparatoru temsilci Schmid-Schwarzenhorn tarafından temin edilir. Cyril Lucaris Rodos’a sürgün edilir; 15 ay orada kalır. Daha sonra toplanan sinod Cyril Lucaris’i aforoz eder. Ancak, Cyril Lucaris’in yerine geçen Cyril II. 1636 tarihinde toplanan sinod tarafından görevden uzaklaştırılır. Cyril Lucaris yeniden Patrik olur.
Bu arada İngiliz temsilci yerine daha az etkili biri atanır, Hollanda temsilci emekli olur. Osmanlı Sarayında etkili olan Schmid-Schwarzenhorn, verdiği haraçlarla Cyril Lucaris’i ihanet etmekle suçlatır. Cyril II. Patrik olur ve Cyril Lucaris 1638 tarihinde gizlice öldürülür.      
Kaynak: -The Graet Church In Captivity-Steven Runcimen
**
Günümüzde çokça övülen ve göklere yüceltilen Osmanlı İmparatorluğu, sadece yıkılış yıllarında değil, anlı-şanlı-zaferlerle dolu yıllarında cahil, yabancıların satın aldığı kukla vezirler tarafından yönetiliyordu. Ortadoğu’da hiçbir dönemde görevin satılması kötülenmedi-küçümsenmedi aksine övüldü. Görevin satılmasına, “İhanet” adı verilir.
Görev, yasalarla ölçülü olarak belirlenir; sorumluluk ve hak ile ilişkisi ölçülü tespit edilir. Ayrıntılı yasaların egemen olmadığı toplumlarda, görev, sorumluluk ve hak tanımı bulanık olur; görev, kolayca satılır ya da ayaklar altına alınır. Yani: insanlar ahlaksız olurlar.
Ortadoğu’da özgürlüğe ve evrensel ahlaka hiçbir devirde ihtiyaç olmadı.
Özgürlük ve ahlak yoksunu Ortadoğulular iyi kul olmakla yetinirler ve övünürler.  
Nurettin Değirmenci

Elk. Yük. Müh.

Yorumlar kapatıldı.