İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Alaturka tarihçiler’in şişik egoları…

Bilgehan Uçak
Egoları maalesef bedenlerinden daha şişkin olan bazı tarihçiler, akademik kariyerlerinin kendilerine göre zirvesinde dolanırken üstünde caka sattıkları zemin bir anda çöktü. Kendileri de bu çöküntünün altında kaldı… Sosyologluğunun yanına tarihçiliğini de ekleyen Ayhan Aktar ise #tarih’in Mart 2016 sayısında yayımlanan makalesinde tarihyazımına yepyeni bir eleştiri getiriyor. Velev ki, anılarını yayına hazırladığı Yüzbaşı Torosyan palavracı olsun, peki Nusret mayın gemisinin “öteki” kahramanları arasında sayılması gereken Alman askerlerin isimleri nerede?

***
Egoları maalesef bedenlerinden daha şişkin olan bazı tarihçiler, akademik kariyerlerinin kendilerine göre zirvesinde dolanırken üstünde caka sattıkları zemin bir anda çöktü. Kendileri de bu çöküntünün altında kaldı.
Romancılığı kuşkusuz ki tarihçiliğinden önde gelen Hakan Erdem, Zaman Çöktü’de “alaturka tarihçiliği” mi anlatıyordu bilinmez ama bir kesimin büyük çaresizliğini pek de güzel ifade ediyordu:
“Dâhinin, ister sokaktan gelme ister akademik tencerelerde pişmiş olsun kendi dehasına bu kadar iman ettiği nokta çok tehlikelidir. Kendi alay ettiğine dönüşme ihtimali ense kökünde bekler.”
“Kendi dehasına iman ettiği nokta” diyor ya Hakan Erdem, bence bir ekleme yapıp “egosuna tamamen teslim olduğu nokta” da diyebilirdi.
Egoları maalesef bedenlerinden daha şişkin olan bu tarihçiler, akademik kariyerlerinin kendilerine göre zirvesinde dolanırken üstünde caka sattıkları zemin bir anda çöktü.
Zaman değil belki ama zemin çöktü ve kendileri bu çöküntünün altında kaldı.
NUSRET MAYIN GEMİSİNİN “ÖTEKİ” KAHRAMANLARI NEREDE?
Sosyologluğunun yanına tarihçiliğini de ekleyen Ayhan Aktar ise #tarih’in Mart 2016 sayısında yayımlanan makalesinde tarihyazımına yepyeni bir eleştiri getiriyor.
Velev ki, anılarını yayına hazırladığı Yüzbaşı Torosyan palavracı olsun, peki Nusret mayın gemisinin “öteki” kahramanları arasında sayılması gereken Alman askerlerin isimleri nerede?
Neden hiç geçmiyor bizim resmî tarihimizde?
Ya da, daha acısı, “alaturka tarihçilerimizin” yazılarında?
“Egemen tarih yazımına göre, 18 Mart günü batan Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları Nusret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarpıp batmıştı. Zaten her yıl 18 Mart’ta bütün medya organlarında Nusret mayın gemisi komutanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey’in ve gemideki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Hafız Nazmi Bey’in kahramanlıklarından bahsediliyordu. Fakat o kritik görev sırasında gemide bulunan Almanların isimleri anılmıyordu! Örneğin mayın uzmanı Yarbay Paul Gehl, torpido uzmanı Kıdemli Astsubay Rudolf Bettaque da gemideydi. Ayrıca, Nusret’in bacasından koyu renkli duman çıkarmadan makinelerini çalıştıran ve böylece İngilizler tarafından görülmesini engelleyen çarkçıbaşı Yüzbaşı Arnholdt Reeder de görev başındaydı. Anlaşılan bu askerler Alman ve Hıristiyan oldukları için bizim hem ‘milliyetçi’ hem de ‘İslâmcı’ tarihyazımına ters düşüyorlardı.”
Egoları bedenlerinden büyük olan tarihçilerimiz ise ne milliyetçi ne de İslamcıydılar oysa.
Ayhan Aktar’ın saptamasıyla onlar da “unutkanlık hastalığına” kapılıyorlardı.
Torosyan’a dair konuşmak için kendisini aradığımda “başka kapıya” deyip telefonu yüzüme kapatan, sonra da beni “sahtekârlık ve yalancılığı ciddi bir tarihyazımı tartışması gibi takdim etmeye çalışan” bir başka sahtekâr olarak ilan eden Halil Berktay ise, çok güvendiği Hakan Erdem’in yerlere göklere sığdıramadığı Gerçekle Kurmaca Arasında Torosyan’ın Acayip Hikâyesi kitabının Sarkis Torosyan değil de John Toroski adındaki bir başka Ermeni’ye dair bilgiler içerdiği ortaya çıkınca birden suskunluğa gömülüverdi.
Bir gazete köşesinde aylarca aynı konuyu işleyip otuz dört farklı yazı yazan, bu uğurda en milliyetçi tarihçilerle aynı sipere girmekten bir an olsun çekinmeyen Halil Berktay, ne hikmetse hiç ses vermiyor…
Belki Başbakan’ın “hikmet sofralarından” vakti kalmıyordur, olabilir tabii ama keşke bir kitap yazıp Tansu Çiller’in “kitapsız profesör” rekorunu kırsa…
Ayhan Aktar ise #tarih’teki makalesinde artık memleketin en önde gelen askerî tarihçilerinden biri olduğunu bağırıyor adeta.

FRANSIZ ZIRHLISI BOUVET NASIL BATTI?
1960’larda Çanakkale batıklarına dalan ekipten Bodrumlu dalgıç Kamil Ertuğrul, Seddülbahir açıklarındaki Majestic zırhlısından hurda çıkarırken.
Konu, Bouvet adlı Fransız zırhlısı 18 Mart günü nasıl battı?
Torosyan diyor ki, “Topçu ateşiyle batırdık”.
Resmî tarih diyor ki, “Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar batırdı”.
“Alaturka tarihçiler” ise “Torosyan palavracıdır, evet evet o bir yalancıdır,” demekle meşguller.
Yüzbaşı Torosyan’ın hatıratının sahte olduğunu ispat etmek için bütün bir akademik kariyerini çöpe atan Halil Berktay’ın, artık sadece “iyi bir romancı” addedilmesi gereken Hakan Erdem’in, arkadaşlarına destek vermekte tereddüt etmeyen Cemil Koçak’ın, kaçak güreşse de yeni bilgi ve belgelere dair bir tek satır yazmayan Edhem Eldem’in ve beraberce mücadele ettikleri milliyetçiliklerinden asla ve kat’a sual edilemeyecek tarihçi güruhunun düştüğü durum içler acısı.
Yok Taner Akçam’ın çalıştığı üniversiteden atılması gerekiyormuş, yok Ayhan Aktar gibiler “iyi Ermeni” arıyormuş, yok bu kişiler “Türkiye’de tarihyazımı” gibi bir konunun içinde asla yer alamazlarmış…
Birkaç soru daha sorulsa cevap veremeyecek duruma düşürdüler kendilerini.
Torosyan’ın anıları, Osmanlı ordusunda görev yapmış diğer gayrımüslim askerlerin varlığına dair bir meşale oldu mu?
Şimdilerde, bu insanlara ait arka arkaya anılar, tanıklıklar, günceler yayımlanmaya başladı mı?
Hatırlatayım, Kalust Sürmenyan’ın anıları ve Dr. Cebeciyan’ın günlüğü yayımlandı (Kalusd Sürmenyan, Harbiyeli bir Osmanlı Ermenisi, Tarih Vakfı, 2015 ve Avedis Cebeciyan, Bir Ermeni subayın Çanakkale ve Doğu Cephesi Günlüğü, Aras Yayınları, 2015).
Bunda Sarkis Torosyan’ın bir katkısı var mı?
Yüzbaşı Torosyan’ın her dediği asparagas olsa dahi bu bir kazanım değil mi?
Torosyan’ın iki yüz sayfalık hatıratı mı yoksa Hakan Erdem’in büyük bir gurur duyarak “üç ayda yazdım” dediği dört yüz sayfalık reddiyesi mi daha palavra?
Basite indirgeyelim.
Hakan Erdem, John Toroski’yi Sarkis Torosyan zannetti mi?
Zannettiyse siz bu “vahim hata” üstüne bir şeyler söylemeyi düşündünüz mü hiç?
Tarihçilik, “üç ayda” reddiye kitapları yazmak mıdır yoksa Bouvet’nin batışına dair yepyeni bir bakış açısı getirmek midir?
Ayrıca, şimdi yeni bir mesele daha çıktı ortaya.
1965 yılında Çanakkale batıklarına dalan ve Bouvet zırhlısına dokunan ilk insan olan balıkadam Tosun Sezen, Ayhan Aktar ile yaptığı mülakatta şöyle diyor:
“Bouvet’yi de Teddy’nin ‘manyetometre’sini hem de bizim echo-sounder’i kullanarak 1967’de bulduk. Bouvet’nin batışını gösteren iki tane fotoğraf vardır. O fotoğraflara bakarak Erenköy koyu açıklarında sistematik bir tarama başlattık.”
Sonra da ekliyor:
“Bouvet’de mayın deliği falan yok, çünkü Bouvet zırhlısı mayına çarpmamıştı! Diğer gemilerdeki mayın yaralarının ne olduğunu ben çok iyi biliyorum. Bouvet’de ortada koca bir yara var, o da mayın yarası değil. Mayın yarası ile Bouvet çapındaki gemi iki dakikada batmaz. Ayıptır söylemesi, birilerinin başta mayın deliği olarak anlattığı delikleri de dinamitle biz açtık! Baş taraftaki bronz torpil kovanlarını çıkarmak için açtık!”
Evet, resmî tarih ne derse dersin, milliyetçi ve “alaturka” tarihçiler ne söylerlerse söylesinler, tarih onların dediği şekilde yaşanmadı.
Ve o burunlarından kıl aldırmaz kibirleri ile bedenlerinden daha şişik egoları yüzünden hakikatle aralarında hiçbir bağ kalmadı.
“Bu Ermeni yalan söylüyor” demek için gösterilen bunca gayret hüsranla sonuçlandı.
Hem de öyle bir hüsran ki, hepsi bir anda ölüm suskunluğunu seçti.
Sanki bu konu hiç açılmamış, o reddiye kitapları yazılmamış, o kitap köşelerde övülmemiş, programlar yapılmamış…
Tabii ki Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın anılarında yer yer abartılar, yanlış hatırlamalar, belki kendi yaşadıklarına daha önem atfetmek amacıyla yapılmış çarpıtmalar vardır…
Ayrıca, yazdıkları kadar yazmamayı seçtiği şeyler de önemlidir Torosyan’ın.
Ama en nihayetinde bu bir hatırat ve her hatıratta olduğu gibi baştan sona sübjektif bir perspektife sahip.
Torosyan’ı palavracılığıyla meşhur Baron Münchausen’a benzetenler şimdilerde korkunç bir sessizliğe büründüler.
Oysa Yüzbaşı Torosyan’ın hatıratı ekseninde başlayan tartışma “Osmanlı ordusunda görev alan gayrımüslimlerin varlığına” ilişkindi.
Bu insanların yok sayılmasına yönelik bir tepkiydi.
Ayhan Hoca’nın kitaba yazdığı uzun önsözün özü buydu.
Genelkurmay’a yapışan tarihçilik anlayışını mahveden bir sunuş yazısıyla konuyu kapatacaktı belki ama öyle gelişmeler yaşandı ki bu üç dört yılda, Ayhan Aktar kendini Cambridge’in arşivlerinde belgeleri tetkik ederken buldu.
Halil Berktay’ın Türkiye’deki tarihyazımına katkısı da böylece oldu, gerçi bu konuda köşe yazısından başka bir hiçbir şey yazmadı ama Ayhan Aktar’ı öfkelendirerek tarihyazımına yeni bir ufuk kazandırdı.
Sağolsun.
O kitabı yazması için Halil Hoca’ya “medyun-u şükran” olduğunu açıklayan Hakan Erdem de kendi dehasına iman ettiği o çok tehlikeli noktada bir süre oyalandıktan sonra, kendi alay ettiği şeye dönüştü.
Gelin, bu “alaturka tarihçileri” kendi egolarıyla başbaşa bırakıp, hep beraber birkaç sorunun cevabını arayalım:
Neden hiçbir yerde Nusret mayın gemisinin en az Türk ve Müslüman askerleri kadar kahraman olması gereken Alman ve Hıristiyan askerlerinin isimleri yer almaz?
Neden Osmanlı ordusundaki Rum ve Ermeni askerler yok farz edilir?
Neden Ezidi askerlerden hiç bahsedilmez?
Neden gayrımüslim askerlerin mezartaşlarına bile tahammül edilmez?
“Alaturka tarihçiler” egolarından okumaya yer bulabilirlerse belki bu soruların cevaplarını da bize söylerler.
ucakbill13@hotmail.com
Twitter: @bilgehanucak

Yorumlar kapatıldı.