İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Galeri’de Bir Eğitmen: Emre Senan

Şahika Aslantürkiyeli
Emre Senan ile “Yazılmamış Bir Ansiklopedi İçin Resimler-1″ sergisinin yer aldığı Galeri Apel’de söyleştik. Emre Senan 14. kişisel sergisi “ Yazılmamış Bir Ansiklopedi İçin Resimler-1” henüz yazılmamış ve ne zaman yazılacağı da bilinmez bir ansiklopedi için görüntüler sunuyor. İşler arasında farklı boyutlarda akrilikle boyanmış, püskürtme boyası ile çizilmiş tuvaller ve video yerleştirmeler var.

Emra Senan ile serginin yer aldığı Galeri Apel’de buluştuk. Sergisinden başlayarak, eserlerin oluşum sürecini, çalışmalarını, ülkedeki siyasi durumun ondaki etkisini, genç sanatçılar hakkında düşüncelerini konuştuk. Sergi 19 Mart a kadar açık kalacak.
“Bu yüzyılda hiç de gerekmeyen bir işe kalkıştım”

“Yazılmamış Bir Ansiklopedi İçin Resimler-1” serginizin başlığı, biraz açar mısınız?
Bu yüzyılda hiç de gerekmeyen bir işe kalkıştım sanıyorum, tek başına bir ansiklopedi yapmak… Bereket yazmaya değil de maddelerin resimlerini çizmeye kalkıştım. Burada görülenler ilk maddeler üstelik sırayla da değil, madde başlıklarını seçip resimledim. Uzun sürecek bir projeye başlamış oldum sanırım.
Sizin hakkınızda, grafik tasarım, karikatür, çizgi film alanlarından ödüller aldığınızı, uluslararası pek çok sergide yer aldığınızı, Emre Senan Tasarım Vakfı’nın kurucusu olduğunuzu ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünde proje danışmanlığı yaptığınızı biliyoruz, peki bunun dışında sizce Emre Senan kimdir?
Aslında bunların hepsi olmaya çalışıyorum ama ne iş yaptığımı sordukları zaman kendimi hem tasarımcı hem de Çağdaş Sanatlar ile uğraşan birisi olarak tarif ediyorum. Tabii bunların yanında bir de eğitimcilik var. Öğretmen bir ailenin çocuğuyum, genetik bir durum olabilir.
“Öğrencilerim için yol arkadaşıyım”
Hem eğitmen hem sanatçı olarak, genç sanatçı adaylarıyla birlikte çalışıyorsunuz. Gençler üzerinde nasıl bir etkiniz olduğunu düşünüyorsunuz? Onların sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oluyor?
Teknik olarak bir akademisyen sayılabilirim ama şunu baştan söylemek lazım, bir şeyin nasıl öğretileceğinin eğitimini almadım ben. Bir bilgi birikimim var ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum ama bunun nasıl öğretileceğine dair, evrensel ölçüde geçerliliği olan bir eğitim almadım.
Bu yüzden ben kendimi daha çok bir yol arkadaşı gibi görüyorum, öğrencilerim için. Ayrıca açıkça söyleyeyim eğer bu süreçte karşılıklı bir etkileşim olmasa, öğrenci kadar ben de bir şeyler öğrenmesem bunu sürdürmezdim.
Kişisel nedenlerden ötürü hiç bir zaman akademik kariyer yapmak istemedim. YÖK ilk yasalaştığı zaman akademiden ilk istifa edenler biriyim. Ama akademiyi beğenmemek başka bir şey öğrencilerle birlikte olmayı sevmek başka bir şey.
Bu hayatımın o kadar önemli bir parçası ki, eşimle birlikte bir vakıf kurduk. Sırf iyi bildiğimiz alanda, tasarım alanında, daha iyi nasıl birikimimizi aktarabiliriz, verili eğitim sisteminin dışında alternatif bir eğitim mümkün mü diye. Ben sanatçı kimliğimle eğitmenlik yapmıyorum, tasarımcı kimliğimle eğitmenim. Sıklıkla tartıştığımız konulardan bir tanesi de sanat ve tasarım ilişkisi, bu ilişki neye benziyor, birbirlerinden farkları, geçişim noktaları, bunların üstünde çok sık duruyoruz.
“Vakıf’a gelmek için çok iyi bir öğrenci olmak lazım”

Peki Tasarım Vakfı nedir, nerededir, insanlar buraya nasıl gelebilir?
Emre Senan Tasarım Vakfı’na gelmek öyle çok kolay bir şey değil açıkcası. Nitelikli eğitim yapmaya çalışıyoruz bu da niceliğin düşmanı. O yüzden çok sınırlı bir kapasitemiz var. Genelde sistem şöyle çalışıyor, bu vakfın bir web sitesi var ve İzmir’in bir köyünde de bir yapı var. Yazın orada oluyoruz ama bir yaz okulu gibi değil, bir tasarım atölyesi. Mekaniği şöyle, uluslarası ölçekte bir tasarımcı davet ediyoruz. Her hangi bir disiplinden olabilir; endüstriyel tasarım, mimari, gıda tasarımı vb… Proje yürütücüsüyle de dünyanın her yerinden öğrenci seçiyoruz.
Yani evrensel bir işleyiş de söz konusu?
Kapasitemizin üçte birini uluslararası alanda kullanıyoruz. Genellikle burada yer almak için bir başvuru mekanizması çalıştırmıyoruz, daha çok takip ettiğimiz öğrencileri biz davet ediyoruz. Çok iyi bir öğrenci olmak lazım. 10 kişi alıyoruz, yaklaşık 5 workshop yapıyoruz ve tamamen tasarım disiplinleri üzerine yoğunlaşıyoruz.
“Sergilerimin kavramı vardır”
Emre Senan kimdir?

Devlet Güzel Sanalar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu Grafik Bölümü mezunu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Reklam’da çizgi filmcilik yaptı. Mezun olduğu okulda asistanlığa başladı, YÖK yasasının çıkmasıyla istifa etti. Özel sektörde çalışmaya başladı. Yayın dünyasına kitaplar ve illüstrasyonlar üretti. Basında sürekli karikatür çizdi. Reklam ajansları kurucusu, ortağı ve yaratıcı yönetmenliği yaptı. Yurt içinde ve dışında grafik tasarım, karikatür ve çizgi film yarışmalarında birçok ödül kazandı. 2005’te Prof. Ayşegül İzer’le birlikte Emre Senan Tasarım Vakfı’nı kurdu, kar amacı gütmeyen Tahşibey Tasarım Çalışmaları Projesi’ni başlattı. 2007’de kendi tasarım ve danışmanlık bürosunu kurdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nde porje danışmanı olarak ders veriyor.
Eserlerin oluşum süreci nasıl başlıyor? Önceden konsepti belirleyip mi çalışmaya başlıyorsunuz yoksa bir şeyler ortaya çıktıkça mı konsept şekilleniyor?
Şimdi sanırım çağdaş sanatlar ile uğraşan Emre Senan’la konuşuyorsun. Şimdi bir kaç işi bir arada yapmanın getirdiği şeylerden birisi de, insan kendi ürettiği, sahip olduğu çalışma disiplini yöntemi. Benim yöntemim de, senin de dediğin gibi, bir çıkış noktası, temel kavram bulup sonra onu irdemeleye, onunla hem hal olmayla başlıyor.
Yaptığım bütün sergilerin bir kavramı bir konsepti vardır. İşte bir ad haline gelir kimisinde, onun altında işler saçaklanır. Bu tek yol mudur, hayır değildir. Ama ben böyle çalışıyorum. Kendime bir problem doğurup onunla sonuna kadar boğuşup bir biçimde onunla hesaplaşıp ondan kurtulmaya bakıyorum. Bundan önce açtığım sergilerde de bu okunaklıdır. Kavramlar meseleyi bir araya getirip toparladığı gibi aynı zamanda kendi içinde de bir çeşitlenme sağlıyor. Böyle sürdürüyorum işi.
“Birilerinden korkup otosansür yapmadım”
Eserlerinize baktığımda, politik, sosyolojik ve eleştirel yansımalar görüyorum. Türkiye’deki süregelen siyasi durum göz önüne alınırsa bu seçim sizin için bir engelleme yaratıyor mu? Kendinize otosansür uygulamanızın gerektiği durumlar söz konusu oluyor mu?
Otosansür uyguladığım olmuştur ama bu Türkiye’nin uzun zamandır yaşamakta olduğu politik baskıdan dolayı değildir, bunu asla yapmadım. Tam tersi bu politik baskıya karşı bunları yapıyoruz zaten. Otosansür uygulaması daha çok, benimle ilgili bir şey, derdimi öyle değil de böyle anlatayım biçimi. Birilerinden korkup otosansür yapmadım yani. Temel problem değil benim için.
Evet dediğin gibi yaptıklarımı politik buluyorum, böyle yapmayı doğru da buluyorum. Politik bir şey söylerken bunu iyi bir biçimde de söyleyebilirsin, farklı bir biçimde de. Yoksa politika bu memlekette çok tükettiğimiz gibi kötü, kara, yalandan ibaret bir şey değildir. Öyle olmaması da gerekir. Politik olmanın özüne sahip çıkmaya çalışıyorum bir yandan, böyle söylenebilir. Bütün yaptıklarım son derece kişiseldir, deneyimler, bakış, dünyayı kavrayış, algılayış biçimimdir. Bu da sergilere yansıyor.
“Öğrencilerimin iki konuyu tartışmalarını istiyorum”
Bir eğitimci olarak çağdaş sanat üzerine öğrencilerinize ne anlatıyorsunuz? Türkiye’de çağdaş sanatın gelmiş olduğu nokta hakkında neler düşünüyorsunuz?
İki konuyu tartışmalarını, sorular sormalarını istiyorum. Kimseye bir şey dikte etmiyorum. Birincisi başta da biraz konuştuğumuz gibi, sanat ve tasarım ilişkisini irdelemelerini istiyorum, bu çözecekleri değil sürekli yanıt arayacakları, tartışacakları bir soru olmalı diye düşünüyorum. Mesele bu soruya doğru yanıt üretip bunu kapatmak değil, bu soruyu hep canlı tutmak, bu soruyu hep sorulur kılmak. Bu da iyi bir şey, bütün problemleri çözmek zorunda değilsiniz. Bazen problemlerin varlığı bir dinamik yaratabiliyor.
Öğrencilerimin hepsi tasarım öğrencileri, dolayısıyla biz çağdaş sanat ve sanat tasarım arasındaki ilişkilere biraz tasarımcıların gözüyle bakıyoruz, onu tartışıyoruz. İkinci önemli konu, bu iki alanı tartışırken, bunun nereye evrileceği ve her iki alanında etik problemleri.
Ben bunların arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Temel farklılığın, hesap verebilirlikte yattığını düşünüyorum. Sanat hesap vermek zorunda değil benim bakış açıma göre ama tasarım hesap vermek zorunda. Aynı kanallardan geçseler de, benzer eğitim süreçlerinden geçseler de, üretim süreçleri birbirlerine çok benzese de arada çok temel bir fark var. Sanat, sanatçısından başka hiç kimseye hesap vermek zorunda değildir ama tasarım öyle değil. İşte bu ayrımın farkına varmalarını istiyorum.
Daha önce iki kere Contemporary İstanbul da yer almış bir sanatçısınız. Contemporary İstanbul ve Art İnternational gibi sanat fuarlarının kar amacı güttüğünü biliyoruz. Bu oluşumların sizin sanatçı kimliğinizle paralel olduğunu düşünüyor musunuz?
Sanatçı aslında çok temiz bir insan değildir, kirlidir ama kirli olduğunun farkındadır. Oraya katılmak benim kişisel seçimim değil, galerimin seçimi. Bu tür kurumlarda bir var olma mücadelesi veriyor.
Gerçi o iki sergiden sonra, burası ve diğer galeriler, sanat piyasasını oluşturan dev kuruluşlar tarafından yavaşça dışlandılar. Öyle bir yerde yer almak o kadar pahalı ki, katılamıyorsunuz, siz de basitçe dışlanmış oluyorsunuz. Bu hazin bir şey.
Bir yandan çok ilginç tabii, sanatın bir piyasası olduğunu, insanların sanat üreterek de ekmek kazanabileceklerini ortaya çıkartıyor öte yandan da evet ama diyor bu işleri de para düzenler demeye getiriyor. Bunlar yüzyıldır muhtemelen aşılamayan meseleler.
“Gençlerin başına talih kuşuyla felaket aynı anda geldi”

Son zamanlarda özellikle sosyal medya aracılığıyla popülerlik kazanan genç sanatçıların sürekliliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanat ortamında uzun ömürlü olacaklarını düşünüyor musunuz, bu kişilere tavsiyeniz var mı?
Bu genç insanların, arkadaşların çoğunun çok parlak insanlar olduğunu düşünüyorum ve başlarına çok büyük bir talih kuşuyla bir felaketin aynı an da geldiğini düşünüyorum. Çok zor bir durum onlar için.
Bazıları o çarkların arasında telef olup gidiyorlar, çok çabuk tüketiliyorlar. İnsanın kendini tüketmesi başka bir şey, içine girdiği yapının seni tüketmesi başka şey. Bir süre sonra birer dekoratöre dönüşüyorlar, ya da bırakıyorlar, küsüyorlar. Bunun örneklerini gördüm.
Bazıları da çok dirençli oluyor, hem onun içinde olup hem ona karşı mücadele ediyorlar, varlıklarını sürdürüyorlar. Bağımsız bir birey olarak, sanatçının altındaki zemin çekiliyor. Romantik sanatçının örnekleri çok azalıyor, işin tadı kaçıyor. Bunlar son derece kişisel gözlemler.
Popüler olmak, bir bedel ödenmeden olmuyor. Sadece yaptığınız iş ile o popülerliği sağlayabiliyor musunuz, artık bundan emin değilim. Onun arkasına başka bir etkinlik koymanız gerek, iyi bir halkla ilişkilerci, iyi bir network uzmanı olmanız lazım ya da bunları bir şekilde edinmeniz lazım.
Öğrencilerinizle ortak hazırladığınız projeleriniz var mı?
Sanat projesi yok. Benim tasarım hayatım proje yapmama olanak sağlıyor, çok fazla yapıyoruz. Kitaplar, kimlik projeleri vesaire çok şey yapıyoruz.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Evet, bu konuda biraz okuyun. Sanatla uğraşmak politik bir iştir. Bundan kaçınmamak lazım. Dünyaya müdahil olma işidir politika. Sanatçıların da böyle bir özgürlüğü ve yeteneği var ama bunu geliştirmek için de bu alanda beslenmek lazım. Her gün öğrenecek tonla şey bulabiliyor insan. (ŞA/EA)
Şahika Aslantürkiyeli
Grafik- fotoğraf eğitimini lisede aldı. Yıldız Teknik Üniversite’sinde Sanat Yönetimi bölümünde eğitimini sürdürüyor. Küratöryal alanda çalışmalar ve araştırmalar yapıyor.

Yorumlar kapatıldı.