İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rafael Lemkin’in Ermeni Soykırımı Dosyası

Ermeni Soykırımına Yurtdışındaki Tepkiler. Argyle Dükü Ermenilerin durumu nedeniyle İngiliz Hükümeti’ni suçluyordu: “Yarım yüzyıl boyunca Babıali’nin iflah olmaz kötü niyetini ve kurnazca zaman kazanma taktiklerini gördükten sonra, Büyük Güçler’in böyle girişimlere (Ermeni vilayetlerinde katliamları ve reform planlarını soruşturacak bir komisyon) temsilcilerini göndererek vakit yitirmeleri gerçekten de şaşırtıcı. Her zamanki gibi, bu farsın başını çeken biziz. Bizim Dışişleri Bakanlığımız kimi zaman bütün Büyük Güçler’i ‘uyumlu’ harekete yönlendirdiğimizi söyleyerek övünüyor; eh doğru tabii! Peki ama şu uyumlu hareket de neyin nesi? Buna askerlikte ‘yerinde saymak’ deniliyor: Çok adım atıyorsunuz, ancak bir milim bile ilerlediğiniz görülmüyor.

1894 Ağustosundan 1895 Temmuzuna kadar, en az on bir ay boyunca yaklaşan tehlikeye ilk kulak kabarttıktan sonra, Lord Rosebery Hükümeti’nin tüm görev süresi bu aylak ve grotesk işlemle geçti. Ve gene de eğer ciddiye alıp hemen yararlanmış olsaydık, Rusya’nın niyetlerine dair cesaret verici belirtiler görülmekteydi. Dikkatli bir göz Türklerin neye hazırlandıklarını da gerçekte anlayabilirdi. Daha 10 Eylülde, kendilerinin isyan diye adlandırmaktan hoşlandıkları olayı bastırmak için sevk edilen kuvvetlerin parçası olarak, kötü nam salmış bir Kürt aşiret reisinin üç Hamidiye alayına komuta etmek için atandığını biliyorduk.”132

İngiltere’yi suçlayanlar arasında Lord Bryce da vardır:
“Doğu siyaseti alanında genelde belirgin sonuç, İngiltere’nin izlediği geleneksel Türkleri Rusya’ya karşı destekleme siyasetinin başarısızlığıdır –hem de tam, aşağılayıcı ve geri dönüşsüz başarısızlık! Mr. Burke’un şiddetli protestolarına karşın, önce Mr. Pitt tarafından 1791’de denenen ama halen terk edilmiş olan bu siyaset, Lord Palmerston tarafından sıcak karşılanmıştı. Bu 1853 Kırım Savaşı’nı tahrik ederken, 1856 Paris Antlaşması’nda somutlaşmıştı. 1876’da Osmanlı Padişahı’na baskı yapma taraftarı olan Rusya, Avusturya ve Prusya’ya katılmayı reddederek 1877 savaşına yol açan Lord Beaconsfield ömrü boyunca bu siyasetten ayrılmamıştı. O yıl Bulgar katliamıyla öfkeye kapılan İngiliz kamuoyunun baskısı, onu İngiltere’nin  Türklere silahlı destek vermesini sağlamaktan alıkoymuştu. Ancak, 1878’de Lordumuz Ayastefanos Antlaşması’nın yerini alan Berlin Antlaşması müzakerelerinde tekrar eski politikaya dönmüştü.”133
Amerika Birleşik Devletleri Sason katliamlarından dehşete düşmekle birlikte, Ermenistan’daki  Amerikan yurttaşlarının güvenliği dışında, müdahale edecek durumda olmadığını düşündü. Erzurum ve Harput’ta ABD Konsoloslukları açılması için Senato ve Temsilciler Meclisi’ne bir dilekçe verildi:
Washington, D.C., 3 Ocak 1895
“Türkiye’de son zamanlarda beş bin Ermeni’nin katledildiği düşünülürse, Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Sorunu’na müdahil olması açıkça yersizdir.  Ama çok sayıda ülke doğumlu Amerikan yurttaşının bu topraklarda sürekli tehlike, yaralanma ve hakarete maruz kalmaktan koruma görevinin de hiçbir Monroe Doktrini’yle engellenemeyeceği aynı ölçüde açıktır…”134
WE. 29 Aralık 1894’te, seksen beşinci doğum gününde, Mr. WE. Gladstone, Ermenistan Ulusal Kilisesi üyelerinin bir temsilciler heyetine yaptığı uzun ve güzel bir konuşmada şunları söylemişti:
“… Bana hiçbir ulusun bir diğeri üzerinde herhangi bir otoritesi olmadığının söylenmesine izin vermeyin sakın.  Her ulus ve gerektiğinde her insan insanlık ve adalet adına otorite sahibidir… Bunlar insanlığın ortak ilkeleri olup ihlal edilmeleri, uygun zamanda, en alçakgönüllülerimizin bile sabrını haklı olarak taşırabilir. Bana gelen istihbaratlar, hâlâ doğru olmayabileceğini ummakla birlikte, 1876’da Bulgaristan’daki zorbalıklar, manzaralar ve iğrençliklerin genel etkisinin 1894’de Ermenistan’da da tekrarlandığı sonucuna ulaşmamı zorunlu kılıyor… Söylediğim gibi, bunlar umarım ki doğru değildir ve bu umudu sonuna kadar korumak isterim. Ancak, doğru olması halinde, insanlardan değil, yapılanlardan tiksindiğimizi haykırmalıyız. Hep birlikte tecavüze uğrayan insanlığın çığlığını Türkiye’nin Padişahı’na duyurmalı ve böyle bir yolun çılgınlık olduğunu söyleyerek onu, eğer bir nebze duyarlılıktan nasibini almışsa, duyarlı davranmaya çağırmalıyız…
“… Eğer cinayet, ihlal ve tecavüz hikayeleri doğruysa, demek ki bunların görmezlikten gelinmesi, gün ışığına çıkmalarının engellenmesi mümkün değildir… Eğer bu gibi beyanlar temelsiz  değilse, dünya arşivlerine demir harflerle yazılacaklardı. Bu zorbalıkları onaylayıp örtbas etmeye çalışan böyle bir hükümet, genelde uygarlığın yüzkarasıdır ve insanlığın lanetidir. Pekala ağır konuştuğumun farkındayım.
“Olguların kendisi de ağırken ağır konuşulur, ancak olguların ağır olmaması halinde ağır konuşmanın gereği yoktur. Size kendinizi tutmanızı ve yargılarınızı askıya almanızı tavsiye etmiştim. Ancak kanıtlar çoğalır, olayın kendisi tüm çıplaklığıyla gözler  önüne serilirken, benim umutlarım giderek sönüp tükeniyor. Umarım ki, sesim çıktıkça, her fırsatta insaniyet ve hakikati dile getirmekten geri kalmam.”135
17 Ocak tarihli The Independent” şu soruyu soruyordu?:
“1895’in tarihi tekerrür mi edecek? Sason’da kalan Ermeniler bir Komisyon karşısında tanıklığı reddedecek kadar terörle mi susturulacaklar? Hiç şüphe yok.
“Eğer zaten bilinen olgular Avrupa’yı Küçük Asya’nın Doğusunu Hıristiyan bir Genel Vali’nin idaresi altına almaya zorlamıyorsa, yeni olguların bu etkiyi yaratacağına dair çok az umut vardır. Ölüler hikayelerini anlatamaz. Yaşayanlarsa Bedir Han ve Necip Paşa’nın insanlık anlayışına kurban gitmemek için konuşmaktan çekiniyorlar.
“İngiltere artık Hıristiyanların koruyuculuğunda ısrarlı olacak mı acaba? Ahlaki açıdan, böyle bir yükümlülüğü var. Uygar dünya, Osmanlı İmparatorluğu’nu dört defa yıkılmaktan kurtaran İngiltere’nin Doğu’daki yüce misyonunu başarmasını da dört gözle bekliyordu.
“İnşallah İngiliz kamuoyu İngiliz siyasetçilerini harekete geçmeye zorlar!”
31 Ocak 1895 tarihli “The Independent” Ermenilerin durumunu açıklıyordu :
“Türkiye’deki katliamların tekrarlanmasının nedeni, Türk yetkililerin sınırlamadığı ve çoğu kez teşvik ettiği Müslüman halkın Hıristiyanlara karşı yobaz taassubu ve hoşgörüsüzlüğüdür.
“‘İngiltere’nin ancak Türkiye’yle dost olarak bu ülkeyi reformlara yönlendirebileceğini’ söyleyen Türkiye’nin en yetenekli ve en iyi dostu Lord Stratford de Redcliffe der ki:
” Türkiye zayıf, yobaz ve kötü yönetilen bir ülkedir. Doğu sorunu ezelden beri bir olgu, bir gerçekliktir. Bir volkan gibi uykuda kaldığı dönemler olur, ama patlamaları sıktır, patlama zamanlarını kimse kestiremez ve etkileri yıkıcıdır.”136
“Osmanlı İmparatorluğu, bir doğa yasası gibi kendisini için için yiyip tüketme durumuna gelmiştir.”137
“Şimdi Sason katliamlarını  soruşturacak Komisyon gündemdedir. Bundan bir yarar beklenebilir mi? Şüpheli. Lord Stratford diyor ki:
‘Bir katliam ya da isyanın delillerinin ne zaman ve nerede toplanacağını bilmiyoruz….(Komisyon’un) böyle arada bir toplanmasının da rahatsızlık yarattığı ve riskli olduğu belli. Başarısızlık onur kırıcı, ama başarının etkisi en fazla geçici ve kısmi olacak. Islah etmek istedikleri kötüler, zaten İstanbul’da oturan büyük kötülüğün tohumları…'”138
12 Aralık 1894 tarihli The “Westminster Gazette” şunları yazıyordu:
“Berlin Kongresi’nde sadece ve sadece İngiltere – çünkü diğer büyük güçler konuyla hiç ilgilenmemişlerdi – Rusya’nın Türk hükümetinden Ayastefanos’ta koparmış olduğu kaporayı yakarak, Osmanlı’nın değersiz banknotlarını Rusya’nın sterlin güvencesinin yerine geçirdi.”
Mr. Norman’ın yazdıklarına bakalım:
“‘İngiltere’nin çıkarları’nı korumak için ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü’nü korumak gerektiğinden derinden etkilenen güçlü bir Türk dostu ülkeye gelince, artık Mr. Freeman ile birlikte seve seve haykırabilirim: ‘Haklının karşısında haklıya darbe indireceksek, o zaman Kahrolsun İngiliz çıkarları, Kahrolsun Hindistan’daki egemenliğimiz!’”139
Aşağıdaki mesaj kışkırtıcılıkla suçlanan Ermenilerin davaları ve infazlarının İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda nasıl bir izlenim yarattığını gösterir:
2 Ağustos 1893 Londra:
“Türklerin Hıristiyan Ermenilere karşı zorbalıkları sorunu bugün Avam Kamarası’nın gündemine taşındı. Bazı üyeler, bir süre önce Caesarea ve Marsovan’da kışkırtıcı ayaklanmaya katıldıkları için tutuklanan mahkumlara kendileri ve başkalarını suçlayacak itiraflar elde etmek için işkence yapıldığı haberleriyle ilgili bir soru önergesi verdiler. Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, sorulara cevaben Dışişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili bilgisinin son derece az olduğunu üzülerek belirtti. Tutuklanan (yargılanan) elli altı kişiden on yedisi idama, birçoğu da uzun hapis cezalarına çarptırılmıştı…İngiltere’nin İstanbul’daki temsilcisi nüfuzunu Osmanlı otoritelerini mahkemelerin adil olmadığına ikna etmek için kullanmaya çalıştıysa da yanlışı düzeltme çabaları sonuç vermemişti.”140
İngiltere’nin en etkili gazetelerinden biri, Sason’da işlenen suçta İngiltere’nin sorumluluğu olduğunu yazmıştı:
“Sason’da işlenen suçta İngiltere’nin birinci derecede sorumluluğu var. Lord Beaconsfield’ın temsil ettiği İngiliz hükümetinin 1878’de Berlin’de yeniden hatırlattığı şu ‘onurlu barış’ın feci sonuçlarından biri de budur. Neden Sason Ermenileri kurbanlık koyun gibi kasabın eline terk edilmişti? Neden Padişah ve paşaları zavallı Ermenilerin katledilmesi amacıyla diledikleri emri verirken kendilerini çok rahat hissetmişlerdi? Ne yazık ki, cevap çok basit. Bunun nedeni, Berlin Kongresi’nde sadece ve sadece İngiltere – çünkü diğer büyük güçler konuyla hiç ilgilenmemişlerdi – Rusya’nın Türk hükümetinden Ayastefanos’ta koparmış olduğu kaporayı yakarak, Osmanlı’nın değersiz banknotlarını Rusya’nın sterlin güvencesinin yerine geçirmesiydi. “141
1894’de Dostlar Derneği Temsilci Komitesi, Dışişleri Bakanı Kimberley Kontu’na verdikleri bir dilekçeyle, Ermenilere yapılan zulmü protesto ederek İngiltere’yi müdahaleye çağırmıştı:
“İngiltere’deki Dostlar Derneği Temsilci Komitesi, son zamanlarda  Babıali’nin Ermeni Hıristiyan uyruklarının acılarına ve yaşadıkları zulme dikkat çekerken, gerçeği anlamak için çaba göstermiştir. İçinde bulunduğumuz çağda her hükümet için bir utanç kaynağı olan bu korkunç zulmün Türk yetkililerce işlendiğini kabul etmek zorundayız.
“Talebimiz, bu ülkeye bu konuda göz ardı edilemeyecek bir sorumluluk ve yetki yükleyen 3 Temmuz 1878 tarihli Kıbrıs konvansiyonunun I. Maddesi ve 1878 Temmuz tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’nın LXI ve LXII. Maddelerinin yürütülmesidir.
“Her ne kadar bu taahhütler yaklaşık on dört yıl öncesine ait olsa da, Komite bunların işletilebildiğini söyleyecek durumda değildir. Tersine, çok sayıda Ermeni Hıristiyan zaman zaman keyfi biçimde tutuklanıyor, şimdiki gibi salt hukuk komedileri sayılabilecek düzmece mahkemelerin işlemleriyle, işlemedikleri suçlardan hapislere atılıyorlardı.”142
Dilekçeye verilen cevabın bir kısmı aşağıdadır:
“… Majestelerinin Hükümeti’nin elindeki bilgiler, Asya Türkiyesi’ndeki Ermenilerin tutuklanıp hapsedilmelerinin dini inançlarına bağlanabileceği şeklindeki yaygın inancı teyit etmiyor.”
1893 katliamlarının Ermenilerin bir ihtilal tertibinden kaynaklandığı tezinin saçmalığı, Cyrus Hamlin’in 20 Aralık 1894’de “New York Herald”da yayınlanan mektubunda ortaya konulmuştur:
“Herald’ın Editörü’ne:
… Ermeniler soylu bir ırk olmakla birlikte sayıları çok az, dağınık ve silahsız. Türk Hükümeti’nin böyle bir hareketten (ihtilal) en küçük bir korkusu bile yok. İmparatorlukta bin, hatta yüz Ermeni’nin bile düşmanca niyetlerle toplanabileceği tek yer olmadığını iyi bilir. Üstelik onların silahsız olduklarını ve silahla hiç de haşır neşir olmadıklarını da. Ermeniler kurt sürüsünün içine düşmüş kuzular gibi olurlardı…
“…Osmanlı Büyükelçisi’nin tüm Hıristiyan dünyayı ajite eden ve Türkiye’nin hesap vermesi gereken bu korkunç zalimlikleri örtbas etme girişiminden büyük esef duyuyoruz. Olaylar karşısında üzüntü duyup adalet ve yargı için çabalamak çok daha iyi olurdu. Uygar dünyanın silahsız erkek, kadın ve çocuklara reva görülen bu kıyım ve işkence olaylarını kınaması vakti geldi de geçiyor bile…”
İngilizler on dokuzuncu yüzyılın sonunda Ermenilerin durumuyla ilgili kendi sorumluluklarının pekala farkındaydılar. İngiltere’nin bu suçtaki payı, 12 Aralık 1894 tarihli “Westminister Gazette”nin aşağıdaki makalesinde kabul edilmişti:
“İngiliz-Türk konvansiyonunun tek etkisi, Padişah’ın Berlin Antlaşması’nın LXI. [61.] Maddesi’ne aldırmadan, Ermenistan’da dilediğini yapabileceğine dair güveninin artması olmuştur.
“Bu nedenle, İngiltere üç açıdan sorumluluk sahibidir. Rusya’nın Ayastefanos Antlaşması’yla kopardığı garantiyi ortadan kaldırmıştır. Berlin Antlaşması’nın ‘gözetim’ maddesini hazırlamış, sonra da Türkler üzerinde etkili baskı imkanlarının önüne geçmiştir. Padişah’ın Asya dominyonları üzerindeki tüm yasadışı İngiliz koruyuculuğunu kuran Kıbrıs konvansiyonuna son vermiştir.”
Mr. Burke ateşli bir söylevde şunları söylemişti:
“Türk İmparatorluğu’nun Avrupa’nın Büyük Güçler’inin iç dengesinde herhangi bir şekilde yer aldığını hiç duymadım. Onlar tüm Hıristiyan prensleri kafir diye küçümseyip adam yerine koymuyorlar. Tek dertleri onlara boyun eğdirip halklarının yanında onların da canlarını cehenneme göndermek. Vahşilerden de kötü olan bu adamların savaşı, yıkımı ve öldürücü salgınları yaymak istediği Avrupa’nın Büyük Güçleri’yle ne işi olabilir ki? Bu insanlara Avrupa’da herhangi bir ağırlık kazandırmak isteyen bakanlar ve siyaset gelecek kuşakların her çeşit aforoz ve lanetine layık olacaktır.”143
“Petit Parisien”in 27 Ağustos 1909 tarihli sayısında, Adana katliamıyla ilgili aşağıdaki makale yayınlamıştı:
“Fas şehrinde esir alınan (……) partizanların yaşadığı işkenceleri büyük bir tiksinti hissetmeden okuyamazsınız.
“Korkunç bir şekilde organ kesmeler, ayak ve el kesmeler, yanakları kesip dişleri çıkarmalar, yaralara tuz basmalar, bütün bu barbarlıklar kamuoyunun vicdanını sarsıp isyana sevk ediyor Bu canavarlıkların bizim çağımızda olması mümkün mü? İnsanın inanası gelmiyor. Oysa Avrupalı konsoloslar kesin tanıklık ediyor. Umalım ki Avrupa’da dillendirilen protestolar boşa gitmesin.
“…Yazık, içgüdüleriyle baş başa kaldığında, insanın içinden ne büyük bir zalimlik fışkırıyor! Ötekilere acı çektirirken nasıl da korkunç bir zevk duyuyor. Belki de en zengin hayal gücünü çeşit çeşit işkence ile ifade ediyor….
“Küçük Asya’da yirmi yıl öndeki değil, daha dünkü kitlesel cinayetler, bu iğrenç manzaralar bugün hâlâ her bellekte yer etmiş durumda. Gerçek bir kana susamışlıkla, dizginlerinden boşanmış çeteler korkunç fantezilerini hayata geçirip türlü çeşitli cinayet yöntemleriyle zevk için öldürüyorlardı. İnsanlıktan hiç nasibini almamış olan Mr. Edward Lockroy’un hatırlattığı Kasap Ahmed lakaplı Cezzar Ahmed Paşa’nın  kanlı safahat alemleri günlerine geri dönülmüş gibiydi. 
“…Dünyanın bazı köşelerinde, sadece vahşi halklar arasında değil, ama yarı-uygarlıkta da acımasızlığın hüküm sürdüğü kesin gibidir! Çağımızda siyasal bakımdan örgütlenmiş uluslarda siyasi tutuklulardan itiraf koparabilmek için eski işkenceleri tekrarlayan ya da yenilerini icat eden işkencecilerin var olması utandırıcı bir şey.”144
Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte, Ermenistan’da başlatılan katliamlar, uygar dünyada dehşet ve öfke yaratmıştı. “The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916” (“Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916”) Vikont Bryce’ın önsözüyle derlenip Dışişleri Bakanı Fallodon Vikontu Grey’e iletilen Mavi Kitap adıyla bilinen çalışma, 1916 Ekiminde Majestelerinin Emriyle Parlamento’nun her iki kanadına –Avam ve Lordlar Kamarası’na – sunulmuştur. Belgelerden oluşan ve Arnold J.Toynbee’nin editörlüğünde hazırlanan  bir cilt, İngiltere Hükümeti tarafından yayınlanmıştır (Miscellaneous, No. 31,1916). Zulüm, işkence, katliam ve tehcire tanıklık etmiş olan görevliler, gazeteciler, diplomatlar ve özel şahısların ifadelerini içeren 684 sayfalık bu cilt* (ç.n. Türkçe’si Pencere Yayınları tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916” adıyla 2 Cilt halinde yayınlanmıştır) kendisini yok eden Hükümet’e karşı sadece bir ölüm kalım mücadelesi veren uysal ve sadık bir ırka karşı işlenen suçun büyüklüğü konusunda okurun zihninde hiçbir şüpheye yer bırakmaz.
Aşağıdaki alıntılar, Amerikan “United Press” ajansının İstanbul muhabiri Mr. Henry Wood tarafından gönderilen, 14 Ağustos 1915’te Amerikan basınında yayınlanan yazıdandır:
“Vaziyet o kadar kritik ki bu toplu katliamı tek başına önleme­ye çalışan Büyükelçi Morgenthau kendini, Türkiye’nin müttefiki olan iki ülkenin büyükelçilerinin işbirliğini talep etmek zorunda hissetti…Ermenilerin karşı karşıya kaldığı zulümlerin bu son perdesi­nin üç aydır devam etmesine rağmen en ücra köşelerden İstan­bul’a güçlükle ulaşmayı başaran raporlar Ermeni nüfusun hiçbir kesiminin bu uygulamadan muaf tutulmadığını gösteriyor… Jön Türkler Ermenileri 50 yıl geriye götürmek yönünde bir karar almışlar. Bu, Jön Türk partisinin temel ilkelerinden olan Türk ırkının üstünlüğünü güvence altına almak için gerekliydi İçinde bulunduğumuz durumun, Abdülhamit zamanındaki Ermeni katliamlarıyla tamamen benzeştiği söyleniyor. …”145
İtalya’nın eski Trabzon konsolosu Comm. G. Gorrini ile yapılan ve 25 Ağustos 1915 tarihinde, Roma gazetesi “İl Messaggero”da yayınlan röportajdan alıntılar:
“Benim bölgemde, 24 Hazirandan sonra, Ermeniler “tehcire” uğratıldı; yani evlerinden zorla çıkarılıp muhafız ve jandarma gözetiminde bilinmeyen bir yere götürüldüler. Pek azı için tehci­rin anlamı, gidilecek yer olan Mezopotamya içleriydi; beşte dör­dü içinse yollarda benzeri görülmemiş, duyulmamış zalimlikler sonucunda ölüm anlamına geliyordu.
“Tehcirin resmen ilanı emri, İstanbul’dan gelmişti. Bu merkezi hükümetin ve “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin işiydi. Yerel yet­kililer ve genellikle Müslüman halk, direnmeye, alınan kararda belirtilen önlemleri hafifletmeye çalıştı, bunun uygulanmasının uğursuzluk getireceğine inanıyorlardı, bu yüzden ertelenmesini istediler. Ama merkezi hükümetin kararı kesindi, herkes boyun büküp sonuçlara katlanmaya razı edildi.
“Konsoloslar araya girdi, hiç değilse kadın ve çocukları kur­tarmaya çalıştılar. Birçok kişinin hariç tutulmasını talep ettik; ama buna saygı duyulmadı, “İttihat ve Terakki Cemiyeti”nin ye­rel şubesinin müdahalesi ve İstanbul’dan yeni gelen emirler yü­zünden girişimimiz başarısızlığa uğradı.
“Bu gerçek bir katliamdı, suçsuz insanlar öldürüldü; benzeri görülmemiş, duyulmamış bir faciaydı. İnsanlığın, Hıristiyanlığın ve milliyetçiliğin en kutsal hakları ayaklar altında çiğneniyordu, tarihte kanla lekeli kara bir sayfaydı bu. Geçmişte her türlü katli­am ve baskının dışında tutulmuş olan Ermeni Katoliklere karşı da, bu kez herkesten daha kötü davranıldı. Bu kötülükler de, merkezi hükümetin emriyle yapılmıştı. Trabzon’da 14.000 kadar Ermeni vardı, bunlar Gregoriyen, Katolik ve Protestan’dılar. Hiç­bir zaman kargaşalığa neden olmamış, polisi toplu önlem almak zorunda bırakmamışlardı. Ben Trabzon’dan ayrıldığımda, onlar­dan geriye yüz kişi bile kalmamıştı.
“Uğursuz kanunnamenin yayınlanma tarihi olan 24 Temmuz­dan başlayarak, Trabzon’dan ayrılışıma kadar ne yedim içtim, ne de uyudum. Sinirlerim çok bozulmuştu, midem bulanıyordu; sa­vunmasız, suçsuz insanların topluca öldürülmesine tanık olmak böylesine müthiş bir işkenceydi.
“Sürgüne gönderilen Ermenilerin, Konsolosluğun pencereleri altından, kapısı önünden geçişlerini izlemek; ne ben ne de başka biri onlara cevap veremez, elimizden hiçbir şey gelmezken, yar­dım için yalvarışlarını duymak korkunçtu. Kent kuşatma altın­daydı; her noktası, tam bir savaş donanımına sahip 15 000 kişi­lik bir askeri birlik tarafından korunuyordu, binlerce polis me­muru, gönüllüler alayı ve “İttihat ve Terakki Cemiyeti” üyeleri de bu muhafızlık görevine katılıyordu. Feryatlar, gözyaşları, ay­rılıklar, birçok intihar olayı, korkudan aniden ölenler, delirenler, yangınlar, suçlu sayılanların kentin ortasında vurularak öldürül­mesi, evlerde ve köylerde hiç nedensiz aramalar yapılması; yol­da her gün yüzlerce ceset bulunması, genç kadınların zorla Müslüman yapılması ya da ötekiler gibi tehcire zorlanması, çocukla­rın ailelerinden ayrılması, Hıristiyan okullarından çıkarılıp sokağa atılması, zorla Müslüman ailelere verilmeleri; yüzlerce insa­nın üzerlerindeki gömleklerle gemilere bindirilmesi, sonra Kara­deniz’in sularına atılıp boğulmaları, kimisinin Değirmendere’de boğulması -Trabzon’dan ayrılmadan önceki günlere ait son unu­tulmaz anılarım bunlar. Aradan bir ay geçti, ama hâlâ belleğimde capcanlı duruyor ve beni çıldırtıyorlar. İnsan bir ay boyunca böyle dehşet verici olaylara, böyle işkencelere tanık olursa, yar­dım etmek istediği halde elinden hiçbir şey gelmezse, doğal ola­rak ve kendiliğinden bir soru gelir aklına takılır: Acaba dünyanın bütün yamyamları, yırtıcı hayvanları saklandıkları inlerinden, Afrika, Asya, Amerika ve Okyanusya’nın balta girmemiş or­manlarından çıkıp da İstanbul’da mı toplanmışlardı? Burada gö­rüşmemize son vermeyi yeğliyorum ve Türkiye tarihinin bu kara sayfasının ödünsüz kınamaları gerektirdiğini, tüm Hıristiyanlık aleminin öç almak durumunda olduğunu iddia ediyorum. Benim bildiklerimi herkes bilseydi, benim gözlerimle gördüklerime, ku­laklarımla işittiklerime herkes tanık olsaydı, hâlâ nötr olan tüm Hıristiyan güçlerinin Türkiye’ye karşı harekete geçmek zorunda kalacağından ve insanlık dışı hükümete, hunhar “İttihat ve Te­rakki Cemiyeti”ne lanetler yağdıracağından, ne çağdaş ne de es­ki tarihte eşi benzeri görülmemiş bu korkunç suçlar işlenirken hoşgörülü davranan, hatta bunlara destek olan Türkiye’nin müt­tefiklerinin sorumluluk sınırlarını daha geniş tutacaklarından kuşkum yok. Yazıklar olsun, utanç verici bütün bunlar, dehşet verici ve iğrenç!” 146
Bu raporun diğer bölümlerinde gösterildiği gibi, Avrupa ulusları içinde Türk politikasını sadece Almanya desteklemişti. 4 Nisan 1916 tarihli “Hilal” adlı Türk gazetesinden çevrilen başyazı, Amerikan Ermeni Ve Süryanilere Yardım Komitesi tarafından aktarılmıştır:
“Geçen gün, telgraf acenteleri bize Viyana’da Alman millet­vekili Traub’un bir konferansının özetini verdiler. Traub, Tür­kiye yolculuğundan yeni dönmüştü. Gelibolu Yarımadası’nda kaldığı sürece yakından tanımak fırsatını bulduğu Türk asker­lerinin savaştaki başarılarını övdükten sonra, ünlü konferansçı, şu görüşünü açıkladı: “Türkiye’ye, Avrupalılar tarafından sömürülecek bir ülke gözüyle bakılmamalıdır.” Bay Traub, Tür­kiye’deki her türlü misyonerlik çalışmasına karşı olduğunu be­lirtiyor… İşte, Bay Traub’un konferansında sözünü ettiği, bu mutlu değişikliktir. Alman milletvekili, Türk halkının artık kendi ül­kesine sahip çıkacağını ve hiç kimsenin artık bu ülkeyi sömüremeyeceğini, hiç kimsenin onların haklarını ayaklar altında çiğneyemeyeceğini dünyaya ilk açıklayanlardan biridir. Dostu­muz ve müttefikimiz olan bu soylu ülkenin sayın temsilcisinin bu konuşması, bizleri özellikle çok mutlu etti.”147
Alman Hükümeti Türkiye’nin Ermenileri imha politikasını gönülden desteklediğinden, Alman basınına en sert sansür uygulanıyor, gerçek durumla ilgili çok az haberin yayınlanmasına çok az izin veriliyordu. “Sonnenaufgan” (“Doğu’da Hıristiyan Yardım Çalışmaları Alman Birliği” Organı) 1915’te durumu anlatan bir rapor yayınladı. Aynı sayıda aşağıdaki açıklama notu da yayınlanmıştı:
“Önceki sayımızda, hemşirelerimizden birinin (Schwester Mohring) gezi notlarına yer vermiş, ama bize bol miktarda ulaşan yeni ayrıntıları kamuoyuna açıklamaktan uzak durmuştuk. Dostlarımızın anlayacağı gibi, bu bize epey pahalıya mal olmakla birlikte, ülkemizin durumu bunu gerektiriyor.”
“Allgemenine Missions-Zeitschrift”  Kasım 1915’te bazı materyali de yayınlamıştı. Sansür kurumu editöre baskı yapmakla yetinmemiş, ama 10 Kasımda makalenin Alman basınında yayınlanmasını da yasaklamış ve yayının tüm nüshalarını toplatmak için elinden geleni yapmıştı.148
Büyükelçi Morgenthau’ya göre :
“Büyükelçiliğin aldığı mutlak güvenilir görgü tanıklarının raporlarında yer alan olgular, dünya tarihinde daha önce hiç görülmemiş ya da akla hayale gelmemiş olan en vahşi ve şeytani zalimlikleri bile geride bırakıyor.”149
1915-1916  mezalimine tanık olan Alman misyoner ve hemşirelerin tanıklıkları onların da dünyanın geri kalanından daha az dehşet yaşamadıklarını ortaya koyuyor. Ne var ki, yetkililer ve gazeteciler çoğu kez imha siyasetini savunuyorlardı. Kont Ernst von Reventlow, “DeutscherTageszeitung”da şöyle yazmıştı:
“Eğer Babıali Ermeni isyanları ve diğer oluşumların bir daha tekerrür etmelerini önlemek için eldeki tüm araçlarla ezilmelerinin şart olduğunu düşünüyorsa, o zaman bu hiç de ‘cinayet,’ hiç de ‘zulüm’ değildir. Ancak açıkça adil ve elzem türden tedbirlerdir.”
Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi, “Almanya müttefikinin içişlerine karışamaz” demişti. Eğer Almanya’nın tutumu sadece içişlerine karışmama olsaydı, bu bile onun aklanmasına yetmezdi. “New York Tribune”de yayınlanan aşağıdaki makale Almanya’yı suçluyordu:
“…Uzak Ermenistan’da açılan modern tarihin bu utanç ve dehşet verici sayfaları, on dört ay önce Almanya’nın Belçika’ya saldırısını anlatan ana hikayenin, asıl konunun bir yansıması ve uzantısından başka bir şey değildir….
“…Bugün dünya Küçük Asya’nın ücra köşelerinde yazılan dehşet verici tarihe ne şaşkınlıkla ne de kuşkuyla yaklaşıyor….
“Almanya’nın dünyada yaptıkları sadece yazılı hukuka zarar vermekle sınırlı değil. Bu ancak küçücük bir ayrıntı sayılır. Bu ülkenin yaptığı, hepimizi Yirminci Yüzyılda karanlık çağların koşullarına geri götürmek… “150
 
NOTLAR
132   “Our Responsibility for Turkey”, Argyle Dükü.
133   Bryce, “Transcaucasia and Ararat”, s. 519, 4. Baskı.
134   Crisis in Turkey, Ek B., s. 163.
135   The London Times, Haftalık baskı, 14 Ocak 1895.
136   The Eastern Question, s. 6.
137   The Eastern Question, s. 97.
138   The Eastern Question, s. 117.
139   Norman, “Armenia and the Campaign of 1877”, s. 158-159.
140 Armenia: A Martyr Nation, s. 230-231.
141   The Westminster Gazette, 12 Aralık 1894 (Ermenice tekrar yayınlanmıştır, Londra, Ocak 1895).
142   “Minutes”, Society of Friends, London, 1894.
143  Lord Bryce, Transcaucasia and Ararat, 4. Baskı, s. 519.
144 Les Turcs ont passe la, s. 319-320.
145   Treatment of Armenians, s. 2-3. (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916 1. Cilt, Pencere Yayınları, Çeviren: Ahmet Güner, s. 142).
146   Treatment of Armenians, s. 290-292. . (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916 1. Cilt, Pencere Yayınları, Çeviren: Ahmet Güner, s. 523).
147  A. g. e., s. 656-656. (a.g.e. 2. Cilt, Türkçe’si: Attila Tuygan-Julide Değirmenciler, s. 483)
148   Germany,Turkey, and Armenia, p. 61.
149   The Tragedy of Armenia, s. 7.
150  New York Tribune, 18 Ekim 1915.
22 hours ago, Blogger tarafından yayınlandı

Yorumlar kapatıldı.