İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnanç özgürlüğünü Bursa’da anlatın

Kanat Atkaya / katkaya@hurriyet.com.tr
Protestan Kiliseler Derneği her yıl bir Hak İzleme Raporu hazırlıyor. 2015 raporu yaşananların yaygın ve sistematik olduğunun bir kanıtı… Alın işte son örnek Bursa’da yaşanıyor. Alman Katolik, Latin Katolik, Ortodoks ve Protestan cemaatlerinin 2004’te restorasyonunu tamamladıktan sonra ibadet için ortaklaşa kullandıkları bir kilise var, tarihi 1880’e kadar da uzanıyor. Daha önce ses bombası atılan, kapısı yakılan kilisenin 2015’te biten protokolü yenilenmiyor ve binanın Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmesi isteniyor. 100 kişinin ibadet ettiği “Bursa’nın tek kilisesinin” Hıristiyan cemaatinden alınmasının kime ne faydası olacağını anlamak, vicdanlara anlatmak mümkün değil. Umarım, bu yanlıştan dönülür. İşin acı yanı, Hıristiyanlara karşı açık veya kapalı nefret suçu işleyenlerin kendi dinlerinden bile haberdar olmamaları!Ne Medine Sözleşmesi’nden haberleri var ne de Hz. Muhammed’in Mescid-i Nebevi’de huzuruna çıkan 60 kişilik Hıristiyan heyetine ibadet vakitler geldiğinde mescidi bırakmış olduğundan. Ayıptır, günahtır!

***
Türkiye’de vatandaşların inanç özgürlüğü var mıdır?
Vardır. Anayasa’da “Din ve vicdan hürriyeti” başlığında açıkça yazar: “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir…”
Mutabık olduğumuz uluslararası metinler vesaire de böyle der.
Peki pratikte durum nasıldır?
Bu soruya “Neye inandığınıza göre değişir” şeklinde cevap vermek durumundayım.
Nüfusunun yüzde 98’i Müslüman olan ülkemizde Sünni Müslümanların dışında kalanların yaşadıkları “neredeyse” sistematik zorluklar, bazı “makyaj uygulamaları” dışında olduğu gibi duruyor.
Hafızalar 6-7 Eylül, Varlık Vergisi gibi kitlesel dramlar konusunda filmler, kitaplar aracılığıyla “hislenmeli bir pişmanlık” yaşıyor ara sıra.
Ama özellikle Protestan inancına sahip Hıristiyanlar kamuoyunun da bakışlarını başka yere çevirerek sessiz kaldığı çeşitli haksızlıklarla, kötü uygulamalarla, sözlü ve fiili saldırılarla, tehditlerle, hakaretlerle, kısıtlamalarla iç içe yaşamak durumunda.
Yaşananların dökümü yapıldığında “münferit hadiseler” demek de güçleşiyor.
Protestan Kiliseler Derneği her yıl bir Hak İzleme Raporu hazırlıyor. 2015 raporu yaşananların yaygın ve sistematik olduğunun bir kanıtı.
Fiziki saldırı düzenleyip polis tarafından bırakılan mı istersiniz, takip bile edilmeyen IŞİD tehdidi mi? Hepsi var. Bir hatırlatma: 10 Ekim Ankara katliamını yapan bombacıların, kiliselerde de keşif yaptıkları ortaya çıkmıştı.
Samsun’da elinde sopayla kilise basan adamın sopasını alıp tekrar salıyor polis mesela. Adam bu kez sopasız gelip basıyor tehdidi.
Ankara’da Batıkent Bereket Kilisesi’ne gelen bir kişi küfür ve hakaret ediyor, pedere darp girişiminde bulunuyor. İhbar üzerine polis gelip şahsı karakola götürüyor, işlem yapmadan bırakıyor, karakoldan çıkan adam yine gelip tehdit ediyor.
Bu tehditlerin “kuru gürültü” olmayabileceğini yakın tarihte yaşananlar ortaya koyuyor (Malatya Zirve Yayınevi katliamı, rahip cinayetleri vb).
Yaşanan bu cinayetlerin takibinin ne derece samimi yapıldığı da şüpheli… Örneğin Trabzon’daki rahip Santoro cinayetini hatırlayalım.
16 yaşında bir çocuk katil yargılandı, cezaevine kondu, konu kapandı. 16 yaşındaki çocuğun Glock marka tabancayı nasıl, kimden/kimlerden temin ettiği sorulmadı bile. Nihayet “paralel” tu kaka ilan edildikten sonra, eski dosyalar didiklenirken miyop bir çocuğun 40 metreden isabetli 3 atış yapmasının “ilginç” olduğu filan yazılabildi!
Keza Zirve Yayınevi katliamı davası… 2007’de, 9 yıl önce işlenen cinayetlerle ilgili yürütülen davanın 109’uncu (yazıyla yüz dokuzuncu) duruşması geçen ay yapıldı ve savcı “Tetkiklerimiz devam ediyor, süre istiyoruz” dedi.
Bunlar gibi bilinen hadiselerin dışında “huzurlu çoğunluk”a ait olmayanların imkânlarının kısıtlandığı, faaliyetlerinin potansiyel suç sayılarak “yakından” izlendiği de malum.
İbadet yeri için belediyeyi aşsalar kaymakama takılıyorlar. Türlü bürokratik taktiklerle, bazen bürokratik ayak oyununa bile ihtiyaç duyulmadan engelleniyorlar.
Nutuklarda esip gürlerken “din ve vicdan hürriyeti” bahsinde mangalda kül bırakmayanlar iş “azınlıklara” gelince manevi 6-7 Eylül refleksini devreye sokuveriyor.
Alın işte son örnek Bursa’da yaşanıyor.
Alman Katolik, Latin Katolik, Ortodoks ve Protestan cemaatlerinin 2004’te restorasyonunu tamamladıktan sonra ibadet için ortaklaşa kullandıkları bir kilise var, tarihi 1880’e kadar da uzanıyor.
Daha önce ses bombası atılan, kapısı yakılan kilisenin 2015’te biten protokolü yenilenmiyor ve binanın Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmesi isteniyor.
100 kişinin ibadet ettiği “Bursa’nın tek kilisesinin” Hıristiyan cemaatinden alınmasının kime ne faydası olacağını anlamak, vicdanlara anlatmak mümkün değil. Umarım, bu yanlıştan dönülür.
İşin acı yanı, Hıristiyanlara karşı açık veya kapalı nefret suçu işleyenlerin kendi dinlerinden bile haberdar olmamaları!
Ne Medine Sözleşmesi’nden haberleri var ne de Hz. Muhammed’in Mescid-i Nebevi’de huzuruna çıkan 60 kişilik Hıristiyan heyetine ibadet vakitler geldiğinde mescidi bırakmış olduğundan.
Ayıptır, günahtır!

Yorumlar kapatıldı.