İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özkan Öztaş’la ‘SSCB’de Kürt Sanatı’ kitabı üzerine

Ali Ufuk Arikan
Özkan Öztaş’ın “Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı” kitabına ilişkin keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.. Kürtler ile Ermeniler arasında 1915 yılında yaşanan vaka hem Kürt hem Ermeniler arasında silinmez izler bırakıyor. Bugün Kürdistan’da hala bazı Kürtler kızdığı zaman “Ermeni” diyerek kızar birbirine, Ermeniler de bir kötülükten bahsederken Kürtlerden söz eder. Sovyetler Birliği kurulduğunda Kürtler ve Ermeniler arasında dostluk bağları kurmak için koşullar uygun falan değildi… Ermenilerin ilk sinema ürünlerinden biri 1917 tarihini taşıyor ve “Kürtlerin boyunduruğu altında” filmin adına. Böyle tarif edilen bir halkla nasıl barışacaksınız? Bunun tek bir yolu vardı o da gerçek düşmana işaret etmek. Gerçek düşman o dönem bir padişah, bir sultan. Kürtler ve Ermenileri birbirine kırdıran, batıya memleketi satmaya çalışan bir iktidar. Hemen kültür sanat alanında üretimler başlıyor Sovyetler’de. Sinema ürünleri Kürt ve Ermeni dostluğunu anlatıyor, romanlar bunun işliyor.

***
Kürt tarihinin ilk sinema filmi, ilk Kürtçe roman, ilk Kürtçe tiyatro oyunu, en uzun soluklu Kürtçe gazete, 1920’lerde başlayan anadilde eğitim… “Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı” kitabının yazarı Özkan Öztaş’la kitabı ve Sovyetler Birliği’nde Kürtlerin yaptığı üretimler üzerine konuştuk.
Kürt sorunu başlığında “çözüm”  için müzakere, masalar ve operasyonlar tartışma konusu olmaya devam ediyor. Çözüm için kapitalizm yıllardır en ufak bir umut sunamazken 1917’den hemen sonra Kürtlerin Sovyetler Birliği’nde anadilde eğitim gördüğü, günlük bir gazete çıkardığı, ilk kültür sanat ürünlerini ürettiği deneyim, yani sosyalizm deneyimi büyük bir öğretici olmaya devam ediyor. Kısa süre önce Yazılama Yayınevi’nin okuyucularla buluşturduğu soL yazarı ve Komünist Parti Merkez Komite üyesi Özkan Öztaş’ın imzasını taşıyan “Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı”  kitabı, Sovyetler Birliği deneyiminin zengin örneklerini okuyucuya sunuyor.
Kitapta sosyalizm ve ulusal sorunun çözümüne ilişkin önemli vurgular yer alırken ilginç anekdotlarla da karşılaşıyoruz. İlk Kürt filmini Stalin’in Moskova gösteriminde izlemesi, Maksim Gorki’nin ilk Kürtçe romanın yazarı Erebe Şemo ile yaptığı görüşme. Yine Şemo’nun Lenin’le görüşmesi…  Özkan Öztaş’ın “Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı” kitabına ilişkin keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle kitabın yazım sürecinden başlayalım isterseniz. Bir süredir SSCB’de Kürtlerin sanat alanında yaptığı çalışmalara ilişkin makaleler kaleme alıyordunuz, kitap fikri de bunun bir ürünü olarak mı gündeme geldi?
Önce soL Radyo’daki “Mezopotamya’nın Sesi” programıyla başladı. Bu programda Kürt tarihinde fazla bilinmeyen konuları gündeme getirip onları işliyorduk. Kadrajı Kürtlere ve sosyalizme çevirdiğimizde ise Sovyetler Birliği’nde Kürtleri görmüş olduk. O süreçte bunları beslemesi adına soL Haber Portalı’nda da yazılar yazıyordum. Bu kitabın yazılışına vesile olan esas itki ise soL Radyo ve Erkan Yıldız’ın ciddi teşviki diyebilirim.
Bir yıl sürdü bu araştırma. Arşivler ve kaynaklar çok sıkıntılıydı, Rusça arşivler Kiril alfabesinde. Önsözde belirtmiştim, arşivlerin bir kısmı fiziki, bir kısmı da siyasi tahribata uğramış durumda. Arşivlerin önemli bir kısmı zaten şu anda temas kuramayacağımız insanlarda, önemli bir kısmı ABD’de, bir kısmı satılmış durumda. Kitabın sonuna eklediğim birkaç fotoğraf baskıya bir hafta kala eklendi. ABD’deki bir Kürt ailenin vefat eden büyüyüğünün sandukasından çıktılar. Muhtemelen bu çalışma yıllar içinde yeni kaynakları da ortaya çıkaracak ve genişleyecektir.
Sovyetler Birliği’nde Kürt Sanatı ya da Sovyetler’de Kürtler üzerine özel olarak üretilmiş ve Türkiye’de yayınlanmış başka çalışmalar var mı, yoksa bu alanda bir ilk üretimden bahsedebilir miyiz?
Sovyetler’de Kürtler üzerine çeşitli çalışmalar var ama genelde indirgenen, dar çalışmalarla karşı karşıyayız. Bunun dışında kendi bulundukları alanlar açısından değerli incelemelerle de karşılaşıyoruz. Örneğin Mehmed Uzun edebiyat tarihi alanında Sovyetler Birliği’ndeki Kürt edebiyatını incelemiş, Vecdi Erbay’ın İnatçı Bir Bahar adlı çalışması var yine edebiyat alanında bir derleme olarak, Müjde Arslan’ın Kürt Sinema Tarihi çalışmalarında da yine Sovyetler Birliği döneminin incelendiğini görüyoruz.
Doğrudan Sovyetler Birliği’ne projeksiyonu koyup Kürt kültürünü ve sosyalizmin buna katkısını inceleyen bir çalışma yok. Bu alanda buna eğilen ilk çalışma diyebiliriz.
‘SINIFIN ULUS ÜZERİNDE ZAFERİ’
SSCB için “Kürtlerin Rönesansı” tanımı kitapta birkaç kez yer alıyor. Bu tanım tam olarak neye denk düşüyor, biraz açabilir misiniz?
Kürt tarihinin rönesansı kavramını daha çok Kürdologlar kullanıyor. Bazil Nikitin pek çok yerde Kürtlerin Rönesansı diye tanımlıyor bu dönemi. Ben bu tarifi biraz da komünistlerin literatürüyle söylenebilecek en güzel örneğe dikkat çekerek dile getirdim. Aydemir Güler’in eski bir Gelenek makalesinde dile getirdiği, Sovyetler Birliği deneyimi aslında sınıfın ulus üzerindeki zaferi. Rönesansı şu yüzden de söylüyorum, Türkiye aydınlanmacılığı da böyle bir yerden ilerlemiştir ya, batıyı yakalamak üzerinden. Jön Türkler, döneminde Kürt aydınlarıyla da ciddi bağlar kurmuş ancak oradan geriye bir miras kalmamış. İlk Kürtçe gazete Osmanlı’da Jön Türklerle birlikte çıkıyor. Osmanlı gazetesi ile Kürdistan gazetesi aynı matbaada basılıyor ama tarihin en uzun soluklu Kürtçe gazetesi Sovyetler Birliği’nde basılıyor, 70 yıl boyunca aralıksız olarak. Rönesansla kastım aslında bir kopuş, Kürt tarihinde kültür ve sanat alanında, ana dilde eğitimde, aydınlanmacılık başlığında bir kopuşa işaret ediyor. Ancak bizim için asıl önemli vurgu sınıfın ulus üzerinde zaferi. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Kürtlerin ana vatanı orası değil ama Sovyetler Birliği’ndeki Kürt edebiyatında vatan Sovyetler Birliği. Vatana dair yazılan şiirlerin hepsinde vatan Moskova. Çünkü Kızıl Ordu’ya katılan Kürtler Nazilere karşı vatan için savaştılar. Vatan Elegez, Erivan’daki Kürt yerleşkesi, Vatan Gürcistan’dan Kürtlerin yaşadığı yerler, vatan işçi sınıfının elinin değdiği yerler aslında.
Bir ikinci örnek de aslında buradaki kazanaımların hiçbiri bir ulusal mücadelenin sonucu olarak gerçekleşmedi. Sovyetler Birliği’nde kimse anadilde eğitim diye sokağa çıkmamış, Sovyetler Birliği’nde kimse anadilde konuştuğu için baskı da görmemiş. Sovyetler Birliği’nde sinema, tiyatro ve basın alanında Ermeniler ve Kürtler birlikte çalışmışlar ve üretmişler, hiçbir baskı da görmeden bunları yapmışlar. Baskı bir yana destekle bunu yapmışlar.
“Kürt halkıının ulus bilinci gelişti mi?”, “Kürt halkı ulus mu?” ya da çok duyuyoruz işte “Kürt halkı bir hukuk metni yazamaz”, “anadilinde eğitim veremez,” soruları ve örneklerinin tamamını Sovyetler Birliği yırtıp çöpe atmıştır. Sovyetler’de Kürtler ilkokuldan profesörlük unvanına kadar kendi anadillerinde eğitim gördükleri bir süreç yaşadılar.
‘KURTULUŞ BATIYLA TEMASTA GÖRÜLDÜ’
Kitapta dikkat çekici bulduğum verilerle devam etmek istiyorum. 1920’lerde Kürtlerin varlığı ve dili birçok yerde yasakla karşı karşıyayken Sovyet Ermenistanı’nda yaşayan Kürtlerin henüz 1920’lerde ana dillerinde eğitim gördükleri, ana dillerinde gazeteye sahip oldukları ve sanatın her alanında devletin de desteğiyle birçok ürün ortaya koyduğunu öğreniyoruz. Sosyalizmin, yani işçi sınıfı iktidarının ulusal sorunu çözme konusunda ehliyetini de gösterme amacı kitabın çeşitli noktalarında vurgulanmış. Peki, Kürt siyasi hareketi açısından reel sosyalizm neden bu kadar “soğuk” ve tepkiyle değerlendirmelere konu oluyor, bu konuda bu uzaklığı neyle açıklamak gerekir?
Kürt siyasi hareketi Sovyetler Birliği’nde yapılan üretimler ve gelişmelere ilişkin bir veriye şüphesiz ki sahip. Bu alanda yapılan üretimlere bakıldığında Kürt hareketinin de eski çalışmalarını görüyoruz. Burada “eski” derken artık üretilmeyen anlamında da kullanıyorum. İlk Kürtçe romanın, filmin, ilk tiyatro üretininin, en uzun soluklu gazetenin Sovyetler’de çıkması ve daha bir sürü şey. Bunları tesadüfle açıklamayız, bunlar bir program, sosyalizmin programıdır.
Kürt hareketinin sosyalizmle arasına bir mesafe tayin etmesi de programatik olarak okunmalı. Komünistler niyet okumaz, bu işimiz değil. Niyet okumayacaksak cevabı çok belli, yıkılan SSCB sonrası kurtuluş batıyla, batı sermayesiyle temasta görüldü. Bu da “her şey Kürtlerin kurtuluşu için” ile bağlandı. Her şeyin önüne Kürtleri koyduğunuzda Kürt halkına da en büyük kötülük yapılmış oluyor.
Kürt siyasi hareketi çok daha zor koşullarda solda dururken çok daha güçlü olduğunda direksiyonu sağa kırdı ve çıkışı burada gördü.
‘GERÇEK DÜŞMANA İŞARET ETMEK’
Son olarak kitabın ilgi çekici başka bir başlığına geçmek istiyorum. Sovyet Ermenistan’ında Kürt ve Ermeni halkının kurduğu çok güçlü dostluk oldukça önemli. Aynı halklar 1915’de çok kanlı bir hatıraya ve telafisi imkansız bir uçuruma sahip gibi görünürken 10 yıl sonrasında çok güçlü bir dostluğu sosyalizmin çatısı altında gerçekleştirebilmiş. Buna ilişkin değerlendirmeniz nedir, bu bağı nasıl tarif ediyorsunuz?
Kürtler ile Ermeniler arasında 1915 yılında yaşanan vaka hem Kürt hem Ermeniler arasında silinmez izler bırakıyor. Bugün Kürdistan’da hala bazı Kürtler kızdığı zaman “Ermeni” diyerek kızar birbirine, Ermeniler de bir kötülükten bahsederken Kürtlerden söz eder. Sovyetler Birliği kurulduğunda Kürtler ve Ermeniler arasında dostluk bağları kurmak için koşullar uygun falan değildi. Her şey çok kötüydü denilebilir, Ermeni Sovyetleri’nde yaşayan Ermeniler bir risk de oluşturuyordu, intikam riski. Bunu Sovyet siyasetçiler fark etti. Ermenilerin ilk sinema ürünlerinden biri 1917 tarihini taşıyor ve “Kürtlerin boyunduruğu altında” filmin adına. Böyle tarif edilen bir halkla nasıl barışacaksınız? Bunun tek bir yolu vardı o da gerçek düşmana işaret etmek. Gerçek düşman o dönem bir padişah, bir sultan. Kürtler ve Ermenileri birbirine kırdıran, batıya memleketi satmaya çalışan bir iktidar. Hemen kültür sanat alanında üretimler başlıyor Sovyetler’de. Sinema ürünleri Kürt ve Ermeni dostluğunu anlatıyor, romanlar bunun işliyor. Ermenistan Komünist Partisi bu dostluğu güçlendirmek için önemli çalışmalar yapıyor. Bugün hala bu bölgede bu güçlü dostluğu görmek mümkün. Orada yaşayan Ermeniler ve Kürler bu zemini sağlayanları, kışkırtanları görmeyi başarmıştı.

Yorumlar kapatıldı.