İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Satıyorum… Sattım…’

RAFFİ Portakal’la kaç yılında tanıştık; 1970’lerin başında olabilir. Dostluğa çok önem verir, özel olarak ilgilendiği dostları çoktur. Büyüklerine de saygılıdır. Yanlış hiçbir işi olmamıştır. Antika piyasasında aile olarak 100 yıllık bir geçmişleri vardır. Hafta başında dört kitap yayınladı; bu kitapları Doğan Hızlan ve Güngör Uras gibi büyüklerimiz geniş şekilde tanıttılar. ‘Raffi Portakal-Portakal’ın Yüzyılı’ kitabını okurken, İstanbul’dan, sanatseverlerden, antika ve müzayedecilikle ilgili çok şey öğreniliyor. İstanbul neymiş, bu coğrafya neymiş diye… Tam 508 sayfa. Türkiye’de şimdiye kadar yayınlanmamış bir hizmet: Doğan Kitap yayınları arasında yer aldı.

Hürriyet
‘Portakal’ın Yüzyılı Kitabı’nı Enis Batur kaleme almış… “Bir 50 yılına şahsen tanık olduğum, ilk 50 yılını babamdan dinlediğim 100 yılın anlatısı” diyor Portakal… Enis Batur, amacına uygun bir üslup olarak Portakal’a söyleşiyi önermiş ve 19 seans sonunda ‘entelektüel’ bu tablo ortaya çıkmış… Yani, düşünceden gerçeğe bir çalışma… Raffi “Belgeler ve kayıtların dışında benim hafızamın anahtarı oldu bu kitaplar” diyor.
Kitapları yayına Ezgi Aruduru hazırlamış, kitap tasarımlarını Bülent Erkmen yapmış.
Raffi Portakal kitabın sunuşunda “Portakallar, Evrenseller, (Çilciyanlar), sizler olmasaydınız, bu kitap da olmazdı” derken, çok doğru yapıyor. Bu kadar bilgiyi toplamak ve anlatmak… Seçkilerden bir demet:Dedesi Yervant (1883-1947), babası Aret Portakal (1915-1985)… 1947 doğumlu olan Raffi’nin dedesi Ordulu, babası İstanbullu…
-BEYOĞLU NEYDİ? “Lüks ve Batılı yaşam tarzı yoğun olarak Beyoğlu’ndaydı. Bu değişti, 6-7 Eylül’den sonra pek çok zanaatkâr İstanbul’u terk edip gitti. Rumlar, Ermeniler… Aralarında çok sayıda sanatçı da vardı; varlıklı aileler de gittiler.
-MÜZAYEDECİ KİMDİR? “Elinde tokmağı, adabı erkânı ile büsbütün özel bir ‘show’un orkestra şefi konumundadır; dikkatli, esprili, güvenilir, beden dili gelişmiş olacaktır.
-MAYA DİREKSİYONDA: 40 yıldan beri müzayede yapıyor, meslektaşı Turga Artay’ı başarılı buluyor, belediyeden emekli eski Türkçe bilen Maksut Varol’un büyük müzayedeler yaptığını söylüyor. “Son biraç yıldır artık kızım Maya direksiyona geçmiş durumda.” Kızım, eşim Zuhal ile birlikte benim deniz fenerimdir.
Diyor ki:
-Özgürlüğe varan yol öğrenmekten, merak duygusuyla kurcalamaktan geçer. Bu da antikacılığın temel kuralıdır.
-Piyer Loti’in mezar taşına kadar topladığı eşyaları, aralarında eski tarihi sütunların da bulunduğu parçaları gemiyle Fransa’ya götürdüğünü anlatıyor.
-KARDEŞİM Yervant 1978-79’da önce Kanada’da yaşadı. Daha sonra New York’a yerleşti. Yenilikleri kolay ve hızlı algılayan bir insandır. Antikacılık alanında dünyadaki eğilimleri hemen yakaladı. Bunlar bizim mesleğe bakışımıza yeni perspektif getirdi o yıllarda.
m Babam giyimine çok düşkündü… Hep iyi terzilere giderdi: Terzi Arman, Hilmi Kurt, Yusuf Kenan, terzi İzzet Ünver. Menderes’in terzisi İzzet Ünver, kendi soyadını verdiği otel yapmıştı. Daha sonra sanayiciliğe girip Magirus’un sahibi oldu.
Sakıp Bey’den hiç para kazanmadım
“BABAMIN, Mahmut Muhtar Paşa müzayedesinin unutulmaz bir heykel satış öyküsü vardır. Bugün Sakıp Sabancı Müzesi olan ‘Atlı Köşk’e adını veren at heykeli ile Koçların Divan Oteli’nin önündeki geyik heykeli. Her ikisi de paşanın Mermer Konağı’nın bahçesindeydi. 1950’lerin başındaki bu satışta babam, 25 bine zor satılacağını düşünürken, 45 bin liraya satılmasına şaşırmış…” Raffi, Sabancı’yla yakınlığını anlatırken, “1982’den sonra hiçbir kâr olmadan eserlerini ona kazandırdığımı itiraf etmek zorundayım.” Kendisiyle çok yakın olduğu ve saygı duyduğu bir ağabeyi olduğunu ekliyor.
Antikacı-müzayedeci  özel bilgilerini yaşamı sonuna kadar saklar
-6-7 EYLÜL VE MİLLİ KORUNMA KANUNU  “Ben üçüncü sınıftayken, 6-7 Eylül olayları oluyor, arkasından Milli Korunma Kanunu ile gayrimüslimlere daha da yükleniyorlar. Babam, her şey üst üste gelince herhalde… O sıralar dışarıya gitmek de moda olmuş. Biz de modaya uyup 1956’da Brezilya’ya gidiyoruz. Sebebi 6-7 Eylül de değil tam olarak. Milli Korunma Kanunu babamın damarına bastı galiba… Sao Paulo’ya gidişimiz hiç de neşeli olmadı, üzüntü içindeydik. Ama babam evini satmadı giderken, dükkânı da kapatmadı. Ne olur olmaz diye tutmuş. Zaten aklı hep burada (İstanbul’da). Niye Arjantin’e değil de Brezilya’ya gidiyorlar. (Annemin ikizi olan Anahit teyzemin kocası Zare Kendiryan’ın erkek kardeşi çok önceleri “Brezilyada işler çok iyi, buraya gelin” demiş.
-BREZİLYA’YA GİDİYORUZ “O günlerde Brezilya ya gitmek kolay mı? Uçak Roma’ya indi. Roma’dan Madrid’e, Madrid’den Lizbon’a, Lizbon’dan Dakar’a Recife’ye, Recife’den önce Rio, ardından Sao Paulo’ya… Neredeyse iki gün sürdü seyahat… Orada yedi ay kaldık, okula da gittim, Portekizce öğrendim, kullanmadığım için unuttum tabii… 2000’lı yıllarda gezip gördüm, oturduğumuz apartman yıkılmamış. Apartman bir şey sanıyordum, 50 küsur yıl sonra bir baktım, küçücük…
-BABAMIN AMACI “Babam Brezilya’ya antikacı olma hayaliyle gitti. Başarılı olamadı, Portekizce de bilmiyor… Hem o sıralar Brezilyalılarda antika zevki yok. İstanbul’la mukayese yaparsak, çok az antika dükkânı vardı. İstanbul 1700 sene boyunca iki imparatorluğa başkentlik yaptı ve herhalde onlarca antikacı vardı. Babam giderken Hereke halıları götürmüştü. Onları büyük paralarla sattı. Hayatımda televizyonu ilk orada gördüm; Brezilya-Portekiz maçını TV’den izlerken Didi’yi orada görmüştüm. Didi daha sonra FB’ye antrenör oldu, o yaşta izlediğim için gurur duydum. Bu arada belirteyim, ben has Beşiktaşlıyım.

Yorumlar kapatıldı.