İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bagajı dolu kavramlar

Ahmet Kurucan / a.kurucan@zaman.com.tr
Kendisini “Süryani cemaatine mensup, dindar ve inancına ölesiye bağlı” diye tanımlayan bir okuyucumuzdan yazımla alakalı yorum aldım. Kısaca şöyle diyor: “Önce Müslümanlar olarak, argo olarak kullanılan gayrimüslim kelimesini terk etmeden zihniyet değişimi yapamazsınız. Zira siz bu kelimeyi küçümsemek için kullanıyorsunuz. Yahudi’ye Yahudi, Hıristiyan’a Hıristiyan deyin. Bizde bir deyim vardır; “Anlaşabilmemiz için önce şu bindiğiniz atın üzerinden inmeniz lazım.” Bu yapıcı tenkitler karşısında okuyucumuza teşekkür ettim ve bir yazı ile cevap vereceğimi belirttim… Okuyucumuz gayrimüslim dediğimiz insanların da bir dini olduğunu ve o din mensubunun kendini tanımladığı şekliyle hitap edilmesi gerektiğini söylüyor. Hiç lafı eğip bükmeden tek kelime ile cevabım, okuyucu bu isteğinde haklıdır, Yahudi’ye Yahudi, Hıristiyan’a Hıristiyan, Budist’e Budist, Müslüman’a Müslüman denmelidir. İki; gayrimüslim tabirinin muhatabını küçümsemek ve hakaret amaçlı kullanıldığı iddia veya ithamına gelince;… açık yüreklilik ve samimiyetle şunu ifade etmek isterim ki ben o yazıda da, hayatımın hiçbir döneminde de gayrimüslim tabirini hakaret ve küçümseme amaçlı kullanmadım. (Biz çoğunluğun da küçümseme amaçlı kullanmadığına inanıyoruz, bu kadar alınganlık fazla. Gayrimüslim, Müslüman olmayan demektir. Neyse biz de artık Müslüman olmayan diyoruz. HYETERT)

***
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Le Monde gazetesine yazdığı ve bütün dünyada büyük ses getiren yazısını değerlendiren makaleme “Müslümanlar olarak zihniyet değişimine hazır mıyız?” başlığını koymuştum.
Kendisini “Süryani cemaatine mensup, dindar ve inancına ölesiye bağlı” diye tanımlayan bir okuyucumuzdan yazımla alakalı yorum aldım. Kısaca şöyle diyor: “Önce Müslümanlar olarak, argo olarak kullanılan gayrimüslim kelimesini terk etmeden zihniyet değişimi yapamazsınız. Zira siz bu kelimeyi küçümsemek için kullanıyorsunuz. Yahudi’ye Yahudi, Hıristiyan’a Hıristiyan deyin. Bizde bir deyim vardır; “Anlaşabilmemiz için önce şu bindiğiniz atın üzerinden inmeniz lazım.”
KAVRAMLARIN ELEŞTİRİSİ
Bu yapıcı tenkitler karşısında okuyucumuza teşekkür ettim ve bir yazı ile cevap vereceğimi belirttim. Öncelikle okuyucumuzun tenkidi yazımın muhtevasının tamamına değil, özellikle yazımın içinde geçen “gayrimüslim” tabirine ait. Okuyucumuz gayrimüslim dediğimiz insanların da bir dini olduğunu ve o din mensubunun kendini tanımladığı şekliyle hitap edilmesi gerektiğini söylüyor. Hiç lafı eğip bükmeden tek kelime ile cevabım, okuyucu bu isteğinde haklıdır, Yahudi’ye Yahudi, Hıristiyan’a Hıristiyan, Budist’e Budist, Müslüman’a Müslüman denmelidir.
İki; gayrimüslim tabirinin muhatabını küçümsemek ve hakaret amaçlı kullanıldığı iddia veya ithamına gelince; kısmî bir niyet okumasından da söz edebileceğimiz bu iddia ve itham hakkında açık yüreklilik ve samimiyetle şunu ifade etmek isterim ki ben o yazıda da, hayatımın hiçbir döneminde de gayrimüslim tabirini hakaret ve küçümseme amaçlı kullanmadım. Bununla beraber dün ve bugün gerek okuduğum kitaplar, gerekse çevremde gördüğüm bazı insanların bu niyetle gayrimüslim dediklerine vâkıfım ve şahidim. Daha ötesini diyenler de vardır.
Fakat aynı türden bir özeleştirinin okuyucumuz tarafından da yapılması gerekir. Zira Hıristiyan ve Yahudilerin hem dününe hem de bugününe baktığınızda Müslümanları dışlayıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı kavramlar onların literatüründe de vardır ve bu kavramlar ister başlangıcı isterse daha sonra anlam kaymasına maruz kalarak hakaret bağlamında kullanılmış ve hala kullanılmaktadır. Misal vermek istemem. Sebebini yazımın son cümlesinde ifade edeceğim.
Üç; benim şahsî kanaatim “gayrimüslim” tabirinin başlangıç itibarıyla verili bir durumu tasvir için ortaya konulduğudur, hakaret veya muhatabı küçümseme niyetiyle değil. Nitekim bugün İngilizce ilahiyat okumalarımda, hatta dinler arası diyaloğu anlatan ve teşvik eden kitaplarda bile Christian, Non-Christian, Jewish, Non-Jewish tabirlerini kullanılmaktadır. Bu yaklaşımlar Hıristiyan ve Yahudi olmayanları dışlamak değil, aksine düşüncenin akışı içinde verili bir durumu ifade, mevcudu tasvir etmektedir.
Fakat şu da bir gerçek ki tarih boyunca Müslümanlar, Hıristiyan veya Yahudilerle sürekli barış içinde yaşamamışlar. Kökeni siyasete, ekonomiye, kültüre veya dine dayansa da karşılıklı mücadeleler, kavgalar ve savaşlar sürekli var olagelmiş. Bugün dünyanın dört bir yanında aynı türden mücadeleleri, kavgaları ve savaşları görmemiz mümkündür.
DOST OLMAYANLARIN DÜŞMAN KABUL EDİLDİĞİ DÜNYA
İşte bu mücadele ortamlarında karşımıza çıkan bir manzara var. Özellikle erken dönem İslam tarihinde gördüğümüz bu manzara çok azı müstesna müşrik, Hıristiyan, Yahudi ve Sabiilerin Müslümanlar karşısında topyekün, yekvücut tabirleri ile anlatabileceğim bir birliktelikleri olmuş. Doğru-yanlış, haklı-haksız ayrımı yapmadan sadece var olan manzarayı aktarıyorum; belki din eksenli siyasî yapılanmaların ya da dinî kimliklerin insanî kimliklerin önüne geçtiği siyasî ve toplumsal yapılanmalarda Müslümanlar bir tarafta, Müslüman olmayanlar tek cephe halinde karşı tarafta yer almışlar. Tekrar ediyorum, çok azı müstesna özellikle Hayber sonrası Peygamber Efendimiz’in (sas) yapmış olduğu savaşlara, gazvelere ve seriyyelere bu gözle bakın; ifade etmeye çalıştığım gerçeği çıplak bir şekilde müşahede edeceksiniz.
Okuyucumuzun ifade ettiği “gayrimüslim” tabirinin düşmanlık, hakaret ve küçümseme bağlamında kullanıma geçmesinde bence bu manzaranın etkisi büyük. Ayrıca söz konusu manzaranın asırlar boyunca değişmemesi, özellikle zimmet, cizye, haraç gibi uygulamalarda genel İslamî ilkelerle çatışan yorumların hayat bulması, söz konusu kullanımın Müslümanların hem zihninde hem de toplumsal hayatta kökleşmesine ve yaygınlaşmasına vesile olmuştur. Ortaçağ boyunca yapılan savaşlara hilal-haç savaşları denilmesi de bu noktada unutulmamalıdır. Dost olmayan herkesin herkes tarafından düşman kabul edildiği bir dünyadan bahsediyoruz. Nitekim daru’l-İslam ve daru’l-harb ya da ümmet-i icabe ve ümmet-i davet ayrımlarının yapılmasında tasvire çalıştığımız ortamda gündeme gelmiştir. Fakat yukarıda dediğim gibi aynı türden Hıristiyan dünyasında var olan Müslümanlar aleyhindeki kavramları ve kullanımları da olduğunu da unutmamak lazım.
Pekâlâ ne olacak? Fethullah Gülen Hocaefendi, 1994 yılında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın açılması ile resmiyet kazanan diyalog sürecinde bunu açıkça ifade etti. Bir tek cümlesini aktarayım: “Tarihî hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde bırakıp bugünümüze ve geleceğimize bakmalıyız.” Gayet açık ve net. Dünkü düşmanlıkları bugüne taşımama. Bugünde dünü yaşamama. Aksi halde bugün dünün devamı olarak devam eder.
Böylesi bir sürece girmenin önemli adımlarından bir tanesi okuyucumuzun işaret ettiği dünü bugüne taşıyan, dünkü savaş ortamlarında üretilmiş ve zihni arka planı olan, bagajı oldukça dolu ve ağır bulunan kavramları terk etmek. Hem de karşılıklı olarak. Aksi halde bugünü dünün, yarını bugünün devamı olarak yaşar, çatışmaya, kavgaya ve savaşa devam ederiz. Unutmayın ve unutmayalım, böyle davranırsak Huntington’un “medeniyetler arası çatışma”, Fukuyama’nın “tarihin sonu” kehanetlerini hayata bizler taşımış oluruz.

Yorumlar kapatıldı.