İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Haftanın Gölgeleri

Nicomedia Kültür Platformu ve Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği’nin ortaklaşa gerçekleştirdikleri salı ve çarşamba söyleşileri 2016’da da devam ediyor… Geçen hafta, kaptan Yavuz Ulugün’ün bir sunumu vardı. Sunum başlığı “1890 yıllarda İzmit’te Ticari Hayat” idi… İzmit’te 1890’lı yıllarda neredeyse (özel) ticari üretim ve satışın neredeyse % 90’ını Ermeniler yapıyor. Kalan %10’unu Türkler, Yahudiler, Rumlar ve Levantenler gerçekleştiriyor. İdari görevlerde de; belediye başkanlığında, defterdarlıkta ya da başkaca görevlerde de Ermeniler’in hatırı sayılır bir yeri var… Doğal olarak bunlar, şehrin tüm endüstriyel, ticari, yerleşim ve inanç binalarının da mimari açıdan hem çeşitlenmesine hem de Ermeni ve diğer gayri-Müslim tebaanın beğenilerine göre şekillenmesine yol açıyor. Ne yazık ki bu çeşitlilik ve beğeniler, henüz 100 yıl geçmiş olmasına rağmen, ecdadına düşkün kadim Türk halkı ve/veya idarecileri tarafından değerlendirilememiş görünüyor. O bahis “şimdilik” bizim konumuz değil, devlet büyüklerimizin deyimiyle bu garabeti tarihçilere bırakalım!.. ya da zaten TOKİ ne yapacağını bilir, o bilmezse öbürleri gelir “mutfak mermeri ile” ve “betonla” çılgınca restore eder!..

***
Nicomedia Kültür Platformu ve Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği’nin ortaklaşa gerçekleştirdikleri salı ve çarşamba söyleşileri 2016’da da devam ediyor.
  
Hayat TV’de geçen pazartesi “Körfez Notları” programında İzmitli iki konuk vardı. Biri şehrin idarecilerinin ve kültür dünyasının yakinen tanıdığı Numan Gülşah, diğeri Bora Erdağı. Gülşah oluşturdukları Nicomedia Kültür Platformu adına yürüttükleri faaliyetlerden bahsetti. Çukurbağ Kent Belleği Salıları söyleşilerinin neleri amaçladığını ve kent belleğinin bir şehir kültürü için ne ifade ettiğini anlattı. Diğer konuk Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği adına katılan Erdağı idi. Erdağı da Kültür Çarşambaları etkinliklerinden bahsetti. Şehirde kültür hayatına olumlu anlamda katkı yapmak için farklı mekanlarda düzenli olarak kültürel etkinlikler yaratmanın gündelik hayat kalitesini artıracağı, toplumsal olanın gözden düşen değerliliğinin yeniden değerlenmesine yol açacağını ifade etti. Bu ilginç mülakat nedeniyle bundan böyle “haftanın gölgeleri”nde sık sık Salı ve Çarşamba söyleşilerine diğer katıldığım etkinlik ve kültür notlarımla birlikte yer vermeye karar verdim. Umarım bu vesileyle hem söz konusu söyleşilere katılamayanlar için hem de İzmit kültür hayatına -tarihine- ilgi duyanlar için bir başka veçheden kimi izlenimler sunmayı başarabilirim.
“1890 YILLARDA İZMİT’TE TİCARİ HAYAT”
Nicomedia Kültür Platformu’nun, ama daha çok Numan Gülşah’ın çabalarıyla yürütülen Çukurbağ Kent Belleği Salıları söyleşi buluşmaları için her hafta aynı yer ve saatte; Çukurbağ Ayaz Oda Tiyatrosu’nda 18.00’de buluşuluyor. Geçen hafta, şehrimizin medar-ı iftiharlarından ve gerçekten kent belleği yaşatıcılarından kaptan Yavuz Ulugün’ün bir sunumu vardı. Sunum başlığı “1890 yıllarda İzmit’te Ticari Hayat” idi. Ulugün 1860’lardan 1950’lere değin Fransızca yayımlanan bir “ticari almanak”tan yararlanarak, sunumunu gerçekleştirdi. -Sanırım Ulugün söz konusu almanaktaki İzmit ile ilgili bölümleri de dâhil edeceği yeni bir kitabı pek yakında yayımlayacakmış. Bunu da duyurmuş olalım. Ulugün’ün diğer 12 kitabı ve kişisel arşivi de göz önüne alınırsa yeni İzmit kitabının da şehrin kültür insanlarına yeni belgeler ve anlatılar taşıyacağı kesin.
Ticari almanaklar malum olunduğu üzere, günümüz ticari diliyle ifade edilecek olursak özellikle iki şey için değerli. Birincisi yatırımcının her tür yatırım olanağını değerlendirebilmek için yerel ortaklarını belirlemesi, ikincisi; yatırımcıların güncel envanter dökümünün tespiti için. Yani birisi “İzmit’te ne gibi ticari faaliyet var?”, “hangi şirket kime ait?”, “ne üretir ya da ne satar?”, “sermaye yapısı nedir?”, “şehrin idari ve ticari hayatını kim yönetir?” gibi bir yığın soruyu sorduğunda, almanak ona, bir rehber gibi yol gösteriyor. Örneğin İzmit’te 1890’lı yıllarda neredeyse (özel) ticari üretim ve satışın neredeyse % 90’ını Ermeniler yapıyor. Kalan %10’unu Türkler, Yahudiler, Rumlar ve Levantenler gerçekleştiriyor. İdari görevlerde de; belediye başkanlığında, defterdarlıkta ya da başkaca görevlerde de Ermeniler’in hatırı sayılır bir yeri var. Bütün bunlara ek olarak, sadece ticari ve idari işlerde değil aynı zamanda İzmit nüfusunda da gayri-Müslim nüfusun hiç azımsanmayacak bir “kütlesi” var. Doğal olarak bunlar, şehrin tüm endüstriyel, ticari, yerleşim ve inanç binalarının da mimari açıdan hem çeşitlenmesine hem de Ermeni ve diğer gayri-Müslim tebaanın beğenilerine göre şekillenmesine yol açıyor. Ne yazık ki bu çeşitlilik ve beğeniler, henüz 100 yıl geçmiş olmasına rağmen, ecdadına düşkün kadim Türk halkı ve/veya idarecileri tarafından değerlendirilememiş görünüyor. O bahis “şimdilik” bizim konumuz değil, devlet büyüklerimizin deyimiyle bu garabeti tarihçilere bırakalım!.. ya da zaten TOKİ ne yapacağını bilir, o bilmezse öbürleri gelir “mutfak mermeri ile” ve “betonla” çılgınca restore eder!..
KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ DEVAM EDİYOR
Kültür Çarşambaları söyleşileri de her hafta aynı yerde ve aynı saatte; Kafe Kedi’de 18.30’da yapılıyor. Bu etkinlikler youtube.com adresinden Kocaeli Kültür Kolektifi Derneği hesabı aracılığıyla etkinlik sonrası yayımlanıyor. Geçen çarşamba Sinema Söyleşileri dizisinin ilki gerçekleşti. Bütün diziler nisan ayının sonuna değin devam edecek. Her ayın 4. çarşambası sinema söyleşilerine ayrıldığı için konuk bu çarşamba için Sinema Emekçileri Sendikası’ndan Melih Biçer. Biçer sinema sektörünün Yeşilçam’dan günümüze değin sorunlarına değinmeden önce, sinemanın ne olduğunu ve bileşenlerinin nelerden ibaret olduğunu açıklıyor. Sinemada izlediğimiz bir film, sırayla; “prodüksiyon”, “sanat yönetmenliği” ve “sanat üretimi” aşamalarından geçer. Her bir aşama hem kendi içinde özeldir hem de diğer aşamalarla kolektif bir bütünlük taşır. Biçer’e göre prodüktör filmin tek başına sahibi değildir. Bir kenarda sadece kazanç veya kayıp hesabı yapan bir kişiliği temsil etmez. Prodüktörü para ilişkilerine indirgemek sinema sanatının kolektif ruhu ile uyumlu olmaz. Aksine, prodüktör filmin senaryosuyla, oyuncularıyla, ekipmanlarıyla, yönetmeniyle, filmin bütün unsurlarıyla ve temsiliyle “ekip ruhu kurarak” gelişimine/oluşumuna katkı sunan bir kişiliktir. Biçer’e göre sanat yönetmenliği aşaması ise, filmin, deyim yerindeyse sahneye konmadan sahnelenmesi aşmasıdır. Bu yüzden oyuncu seçiminden dekora, kamera açılarından mekâna her şeyin bir kurgu ve planlama olarak belirlendiği bir aşamayı temsil eder. Sanat üretimi aşaması ise bütün hazırlıkların ve kurguların somutlaştığı, çekimin ve filmin sunumunun gerçekleştiği aşamadır. Velhasıl-ı kelam Biçer, sinemanın bir film yapmaktan çok, kolektif düşünce üretimini gerçekleştirmek olduğunu savundu.
Biçer’in sinema emekçilerinin sorunlarını ve sinema sektöründe yaşanılanları ifade ettiği konuşmasının ikinci bölümünde ise, ilk bölüme göre bir miktar kötümser hava ortama hâkim oldu. Çünkü güvencesiz ve sağlıksız çalışma koşullarında günde 18 saat ve yılın sadece birkaç ayı çalışarak geçinmek, sinemanın o büyülü dünyasının görünmez gerçekleri olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bunda Türkiye’deki “star sisteminin” ve sinema endüstrisinin enformel örgütlenmesinin de payı büyük. Gerçi İzmit’liler Seka Kültür Park’taki platolardaki dizi çekimlerinde ortaya çıkan bir yığın sorunu duymamış olması imkânsız!.. Gazetelere yansıdığı kadarıyla TRT dizilerindeki kimi oyuncuların ve kimi çalışanların “cast” ajanslarına, TRT tarafından ödeme yapılmış olmasına rağmen, sinema emekçileri hak ettikleri maaşlarını alamamış haldeler. Çünkü ödemelerin yapıldığı cast ajansları güya sırra kadem basmış. Yani TRT ödedim diyor, mağdur emekçiler paramızı almadık diyor… İşin garip tarafı cast ajansı sorumluları ortada yok diye kimse “iş bitmedi ama yapı paydos” demiyor, dizilerin çekimleri durmuyor ama mağduriyetler bu büyülü dünyada katlanıyor!.. Haa bir de dizi deyince aklıma geldi. Biçer dedi ki; “Bizim dizilerin bir bölümü 140 dakikaya varıyor ve bu dizileri sattığımız ülkelerde, bizim her bir bölümümüz maximum 50 dakikalık bölümler halinde gösteriliyor. Çünkü dünyada maximum 40-50 dakika sürelik bölümler halinde diziler yayımlanıyor”. Ne diyelim bir kere daha sözün bittiği ve eylemin/icraatın başlaması gerektiği başlaması gerektiği yerde değil miyiz? Haksızlıkları hep birlikte görüyoruz, tanığıyız, biliyoruz ama bir türlü durdurmuyoruz. Çıldırmamak elde değil!..
SEKA ENDÜSTRİYEL MİRAS ALANININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu hafta SEKA Kültür Park’ta Kocaeli Üniversitesi Kültür Evi açılışı yapıldı. Şehrimizin mülki ve idari amirleri açılışı gerçekleştirdi. SEKA arazisindeki endüstriyel miras kapsamındaki her şey, eğer Büyükşehir Belediyesi kayıtlarına göre sehven yıkılmamışsa yeniden ticaret, spor ya da kültür merkezi olarak kullanıma açılıyor. Keşke sadece kültür merkezleri, üstelik bağımsız ve amatör kurumların kullanımı için tamamen özerk kurumların yönetselliğinde bu merkezler açılsa, fevkalade olur.
SEKA’nın İzmit’e kazandırdığı değerlerin basit bir envanterini çıkarmak bile uzun zaman alacağı için, bu yazıda basitçe şunu söylemekle yetinelim: “Kağıt medeniyettir, SEKA İzmit’tir”. Büyüklerimiz SEKA Endüstriyel Miras Alanını değerlendirirken umarız SEKA ile İzmit arasındaki bağlılığı unutmamaya devam ederler. Üniversitenin SEKA Kültür Park’ta bir Kültür Evi açması, gayet güzel. Umarız üniversitemizin buradaki etkinlikleri öğrencilerinin çağdaş ve güncel sanat performanslarını sergilemek için bir imkan olur. Belediye’nin Kültür Merkezlerindeki gibi sadece Belediye ve onun temsil ettiği siyasal görüşlerin mekanına dönüşmez. Şehrin mülki amirlerinin şirin bir SEKA Lojmanını dönüştüren bu girişime teveccühlerine dikkat kesilirsek, elbette “açılış sergi”sini de göz önünde bulundurursak, ortada bilinen bir hikayenin tekrarına dair kaygılar beliriyor. Umarız şeytanın bacağı modern ve çağdaş sanatlar lehine kırılır.
(Elif Tekbir)

Yorumlar kapatıldı.