İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bilgi-Beceri-Yaratıcılık ve Diller

Nurettin Değirmenci
Kitapların yakıldığı yerde, eninde sonunda insanlar da yakılır. Sözlü anlatımlara göre, Muhammed, Hira dağındaki mağarada düşünürken, “Oku!” diye, bir emir gelir. Bundan sonra oldukça çelişkili ve değişik anlatımlar asırlardır sürdürülür.Bu sözlü anlatım o kadar etkili olur ki; Müslüman dünyasındaki medreseler dâhil bütün eğitim kurumlarında, eğitim, okuma esaslı olur. Kâğıdın olmadığı ya da çok nadir bulunduğu dönemlerde yazılı eğitim pahalıdır. Kâğıdın bulunmadığı toplumlarda mürekkep bilinmez ve bulunmaz.  Müslüman dünyasında zengin yöneticiler-dindarlar ısrarla yazıdan kaçarlar. Okuma kendilerine yeterli olur.

Örneğin, Osmanlı’da, vezirler-kadılar hatırı sayılır servetler kazanırlardı ama çok azı yazmayı bilirdi. Yazı, sınırlı sayıda vezir ve kadı için günlük işleri yürütmek içindi. 

Dünyanın değişik toplumlarındaki Müslüman hocalar, Kuran’ı baştan sona Arapça olarak ezber okuyabilirler. Şii, Suni; İranlı, Kürt, Türk, Pakistanlı, Afganistanlı, Endonezyalı…  Arapça bilmez hocalar ve öğrencileri ezber okudukları Kuran ayetleri ile övünürler. Bunlara, “Sizin inancınız dilinizin ucundadır” derseniz, müthiş öfkelenirler.
Bu insanlar asırlardır, bildikleri dillerdeki kavramlarla hayal kurar, yargıya varır; ama Kuran ile ilgili yorumlar yaparlar.
“Yaptığınız yorumların Kuran’ın yazdıkları ile ilgisi yoktur” dediğinizde; yorum yapanlar, öfkeden sağa sola saldırırlar. Kendilerini eleştirenleri, dinsiz olmakla suçlarlar.     
“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kuran olarak indirdik.” Kuran, 12: 2
İnsanlar kavramlarla görür, işitir, koklar, tadar, dokunur; hayal kurar, hayallerini denetler, yaratıcılığını ekler ve yargıya varır; yargılarını, kavramların denetiminde uygulamaya koyar.
Gelişmemiş ve kurallara oturtulmamış dillerde sınırlı sayıda kavram olur; çoğunluk kavramlar, açık-seçik olamaz.
O halde, dilleri gelişmeyen toplumlardan evrensel düşünür, komutan, yargıç, yönetici, sanatçı, din adamı olamaz. Buna en güzel örnek, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarıdır. Bu iki imparatorluktan evrensel düşünür yetişmez. Neden?
Hem Bizans, hem de Osmanlı saraylarında bozuk diller konuşulurdu. Bozuk diller evrensel düşünmeye, yaratıcılığa aracılık edemez.
Dâhilik, doğanın bazı insanlara hediyesidir. Sınırlı sayıda ve bulanık kavramlara sahip dilleri konuşan insanlar arasından çıkan dâhilerin yaratıcılıkları toplumları ile sınırlı kalır.
Asırlardır, dilleri gelişmemiş toplumlarda büyük yaratıcıların çıkmayışı rastlantı değildir. Örneğin, Afrika ve Hindistan’da otuz binden fazla dil konuşulur; ama tarih boyunca bir evrensel düşünür yetişmez. Kuşkusuz, Afrika ve Hindistan’da sayısız yerel bilge yetişmiştir.
Bir dilde dâhilerin ortaya çıkması için, dillerin kurallara kavuşması ve çok sayıda kavramın açık-seçik olarak dile yerleşmesi ilk koşuldur.  
Dillerin kurallara kavuşmasını dil bilginleri temin eder. 
Dillerin fazla sayıda açık-seçik (Tanımlı) kavrama kavuşması, değişik düşünürler tarafından ve tercümelerle sağlanır. Bazı yabancı sözcükler, sözcük olarak dile yerleşir; nesne, hareket ya da hareket aralığına eşitlenen yabancı sözcük kavram özelliği kazanır. 
Nesne, hareket ya da hareket aralığına eşitlenmeyen yabancı sözcükler, süre içinde unutulur.
Sanat, dillerin zenginleşmesine katkıda bulunan diğer bir etkinliktir. Bazı dâhiler masal kahramanlarını, söylenceleri, efsaneleri… Resim ve heykellerle yaşatır; sanat eserlerini izleyenler, gördüklerini sözlü olarak ifade edemeseler dahi, görüntüler ile düşün dünyaları genişler.
Görme, dokunma, tat, koku kavramların önemli bileşenleridir.
İnsanlar doğayı bilgi ve deneyle tanır; beden ve araç-gereç ile kavramların denetiminde doğayı kısmen denetim altına alır. Tanınmayan nesneler denetim altına alınamaz.
Bilgi, beceri, araç-gereç birikimi olmadan, doğa tanınamaz ve denetim altına alınamaz. Bilgi, beceri, araç-gereç birikimi, ihtiyaç sonucu oluşur.
_Yerleşik olmayan;
_Çalışıp üretmenin bilinmediği ya da yapılamadığı toplumlarda bilgi, beceri, araç-gereç birikimi oluşmaz. Böylesi toplumlara sınırlı bilgi-beceri ile sözlü kural yeterli olur. Sınırlı sayıda kavrama sahip, beceriden yoksun, doğaya yabancı bazı Müslüman âlimlere göre Kuran’da her bilgi vardır; dolayısıyla, başka kitap ve basılı yayınlara ihtiyaç yoktur.
Bu düşüncenin kaynağına göz atalım:
Mısır, Halife Ömer (MS579-644) zamanında, Amr bin el-As (MS. 585-664) tarafından zapt edilir. Emeviler Döneminde (MS.661-750), Amr, yönetici olarak Mısır’a atanır. Orada Fustat’ı kurar.
Hz. Ömer devrinde, Amr Mısır’da iken bilgin Ioannes kendisine gelerek, Büyük Kütüphanenin korunması isteğinde bulunur. Amr, “Halifenin izni olmadan bu kitapları ne yapacağımı bilemem. Bir mektup yazarak ne yapacağımı sorayım” der ve mektup yazar.
Gelen cevapta, Halife Ömer, “Bize bahsettiğin kitaplar konusunda, eğer orada yazılı olanlar Allah Kitabında yazılı olanlarla uyumlu ise, Allah’ın Kitabı sayesinde onlara ihtiyacımız yoktur. Eğer Allah’ın Kitabına aykırı yazılar varsa, o zaman kötüdür. Dolayısıyla onları imha et…” Amr, İskenderiye Kütüphanesindeki var olan kitapları imha eder. 
Neden Hz. Ömer böylesi bir emri gönderir?
Hz. Ömer ve diğer yöneticiler için bilgi-beceriye ihtiyaç yoktu. Onlar, “Mızraklarının ucu sivri, kılıçları keskin, atlarının nalı sağlam olan” savaşçılara ihtiyaç duyuyorlardı. Bu gelenek süre içinde kutsal etkinlik kabul edilir ve çalışmadan kaçılır.
İnsanlara zararları dokunanlar genellikle kötü görünenler değildir. Çünkü: insanlar onlara karşı gerekli önlemleri alır ya da almaya çalışırlar. İnsanlara iyi görünenler, zararlarını süre içinde verirler.
 İnsanlara yıkıcı zararları çoğunlukla kendileri, toplumlara ise bilgisiz ve kurnaz yöneticileri verirler.
Ortaya çıkışından IŞİD savaşçılarına kadar, “İslam kendinden öncekini yok eder.” Gerçeği ile karşılaşılır. İslam’ın ilk yıllarına bakalım:
MS. 712’de Kuteybe İbn Müslim Harzemi ülkesini ele geçirir. Farisi Pur Davud şöyle yazıyor:
“Önce şehrin sakinlerinin dini zorla değiştirildi. Sonra Harzemi dilini yazmayı bilenler öldürüldü. Okumayı bilenlerse dünyanın dört yanına dağıtıldı. Bu nedenle Harzemlilerin bilgi ve geleneklerini bilen yoktur.”
Ebu Rayham ise şunu yazar: “Kuteybe onların kâtiplerini ve din adamlarını öldürttü. Bütün yazılarını ve kitaplarını yok etti ve onları okuma-yazması olmayan bir topluma dönüştürdü…”
(Aynı tarihlerde Araplarda bütün bilgiler ezber olarak bilinir ve yazılı eserlere güvenilmezdi. Bu nedenle, Kuran’ın değişik yazılanları olur ama aslı yoktur.)
Esasında, Ortadoğu toplumlarında, asırlardır yöneticiler kendilerinden önceki yapıları yıkar-yakar, bilgi kaynaklarını kuruturlar. Bu işlem İslam yöneticileri tarafından daha acımasızca yapılır.
_Kendilerinden önceki yapıları yok eder, kütüphaneleri ortadan kaldırırlar.
_Yöneticiler, âlimler, bilgiye ihtiyaç duymazlar; bu nedenle, camiler ve medreselerde kütüphanelere rastlanmaz.
_Yabancı toplumlardaki gelişmelere gözlerini kapatır, kulaklarını tıkarlar. Daha doğrusu, insanların yaşamını temin eden doğayı incelemezler.
Ortadoğu’da toplu kitap yakılması ile ilgili bazı bilgileri verelim.
Ortadoğu’da imha edilen kütüphaneler                                                                            MÖ. Yıl
—————————————————————————————————————–
Teb kitaplıklarının (Mısır) imha edilmesi-                                                                          1358
Akhetaton kitaplığının (Mısır) imha edilmesi-                                                                    1336
Mısır kitaplıklarının Persler tarafından yok edilmesi-                                                          525
Persepolis Sarayı ile birlikte kitapların İskender tarafından tahrip edilmesi-                       330
Filistinli İbranilerin kitaplarının yakılması-                                                                          167
İskenderiye yangını ve kütüphanenin yok olması-                                                                 48
                                                                                                                                         MS. Yıl
—————————————————————————————————————-  
İskenderiye Kütüphanesi’nin ilk yağması ve tahribatı-                                                         213
İskenderiye Kütüphanesi’nin ikinci yağması ve tahribatı-                                                    273
İskenderiye Kütüphanesi’nin üçüncü yağması ve tahribatı-                                                  296
İskenderiye Kütüphanesi’nin dördüncü yağması ve tahribatı-                                              297
İskenderiye Kütüphanesi’nin beşinci yağması ve tahribatı-                                                  298
Roma İmparatoru Valens, Antakya sakinlerinin kitaplarını toplattırır ve yaktırır-               371
İkinci İskenderiye Kütüphanesi’nin Piskopos Theophilus tarafından tahribatı-                    391
Pelajiler, Hieronymus’un kitapları ile yerleştiği Betlehem Manastırını yakar-                     416
Konstantinopolis’te darbe; imparatorluk kütüphanesinin yok oluşu-                                    475
Kudüs Kütüphanesi’nin Persler tarafından yağmalanması-                                                   614
Ktesifones Kütüphanesi’nin Araplar tarafından yok edilmesi-                                              637
Gondeşapur Kütüphanesi’nin Araplar tarafından yakılması-                                                 638
Kaysariye Kütüphanesi’nin Araplar tarafından imha edilmesi-                                             640
İskenderiye Kütüphanesi’nin Araplar tarafından tamamen yağması ve tahribatı-                 642
Konstantinopolis’te mezhep çatışmaları; çok sayıda kitabın yok oluşu-                               726
Konstantinopolis’te mezhep çatışmaları; Photius’un kütüphanesinin yakılması-                  867
Bağdat’taki Dar-ül İlm’in yok edilmesi-                                                                              1059
Kahire’deki halifelik kütüphanelerinin yağmalanması-                                                       1068
Kahire’deki Fatimi kitaplıklarının Selhaddin güçleri tarafından yağmalanması-                1174
Bibliotheca Byzantina’nın Haçlılar tarafından imha edilmesi-                                            1204
Haşhaşilerin kütüphanesinin Moğollar tarafından yok edilmesi-                                         1255
Bağdat’ta 36 kitaplığın Moğollar tarafından yok edilmesi-                                                 1258  
Kahire’de Al-Fadıl’ın kütüphanesinin yok edilmesi-                                                           1294
Konstantinopolis’in Osmanlılar tarafından fethedilmesi ve kütüphanelerin yok edilmesi- 1453     
Amerikalı askerler tarafından Irak’taki bütün kütüphanelerin yağmalanması ve yakılması 2003
Bizans ve Osmanlı saraylarında, bozuk Yunanca ve Osmanlıca konuşulurdu.
1-Yaklaşık 1000 yıllık Bizans tarihinde her hangi bir yabancı kitabın Yunancaya;
2-Yaklaşık 600 yıllık Osmanlı tarihinde, 1850’li yıllara kadar her hangi bir yabancı kitabın Osmanlıcaya tercüme edildiğine rastlanmaz. Bu tarihten yıkılışa kadar geçen sürede tercüme edilenlerin sayısı 100’ü geçmez.
Kuran’ın Latinceye çevrileri MS 1140 yılında başlar ve 1560 yılına kadar dört defa tercüme edilir. (Thomas E. Burman-Latince Kuran Çevrileri 1140-1560)
Galata’daki Saint Benoit Kilisesi’ne yerleşen Cizvitler, St. Benoit mektebini açtı. 18-11-1583
Durum sadece kitaplarla sınırlı değildir; Müslüman toplumlarda, güzel sanat etkinlikleri olan resim, heykel yasaktır ve bağnaz Müslümanlar bulduklarını imha ederler. 
Suriye’deki Pammyra kalıntılarının IŞİD savaşçıları tarafından yok edilmesi. Sütunlar havaya uçurulurken, üç rehine bağlanmış tarihi Baalshamin Tapınağı sütunların patlatılarak yok edilmesi. 28-10-2015
Tarih boyunca İslam yöneticileri şöyle derler:
1-“Akla dayanan bilimler dini kurum ve geleneklerle yönetilen bir topluma yerleşirse; toplumdaki âlimlerden bazıları zındık olur, insanlar arasında boyun eğmeyenler (Biat etmeyenler) yetişir.”
2-“Küçücük yaşta çocukların eline, Kuran dışında kitap vermenin, delinin eline bıçak vermekten ne farkı vardır?”
Akla dayanan, diğer bir ifadeyle, doğa esaslı bilimlerden uzak kalanlar, doğaya yabancı olurlar.
 Doğa, yasaları ile tanınır. Doğaya yabancı olanlar, doğa yasalarına ihtiyaç duymaz; evrensel mantık ve yöntem, evrensel ölçüler, evrensel kurumlar ile evrensel değerleri bilmezler. Daha kötüsü, doğaya yabancı olanlar çalışıp üretmeyi bilmezler. Hatta çalışmayı pis etkinlik kabul ederler. Bu durumda yağma, talan, hırsızlık, dilencilik… Yaşamı sürdürmek için çözüm olur.
“Yasa” kavramına yabancı olanlar, insani yasalarla yönetmeyi ve yönetilmeyi hayal bile etmezler.
_Bir avuç yönetici rezalet;
_Çoğunluk sefalet içinde yaşar.
Ölçülü olmadıkça ve ahlaki-insani değerleri ayaklar altına aldıkça; zenginleşmek, insan olmaktan uzaklaşmaktır.
G-20 Liderler Zirvesi’nde Mardan Palace Hotel’i 3 günlüğüne kapatan Suudi Arabistan Kralı Salman ve heyetinin özel eşyaları, Antalya’ya getirildi. 16 kamyon özel eşya ve 65 adet özel yapım Mercedes marka otomobil, Mardan Palace Hotel’e nakledildi. Kral Salman ve Prens Telal geceliği 15 bin Euro olan özel villalarda konaklayacak. 8-11-2015
Böyleleri, insana benzer doğaüstü varlığa tapınır ve inanışları olmaz.
“Onlar tuzak kurdu, Allah tuzak kurdu. Allah mükemmel tuzak kurandır.” Kuran 3-54
Böylesi bir doğaüstü varlığa inanan insanlar, evrensel onur ve erdeme ihtiyaç duyar, kurdukları tuzaklardan vicdan azabı çekerler mi?
İnsanlar kararlarını duygularına göre değil; evrensel yöntem, mantık ve ölçülere göre kararlaştırmalıdırlar. Bu durumda, insanları sevenler, kendi düşüncelerine yakın olan insanlarla bir mutluluk yumağı oluşturmaz; çünkü her yumak küçük ya da büyük bir tarikattır. Dinle ya da doktrinle ilgisi olan her tarikat kendi mensupları arasında dayanışmayı, benzer sözcükleri tekrarlamayı, kısaca: iman tazelemeyi hedefler. Gözler ve kulaklar sadece kendilerini ve içinde bulundukları yumağın üyelerini mutlu edecek oluşumları görmeye-duymaya ayarlanır.
Eğer bir oluşum insana fazlasıyla mutluluk veriyorsa, hemen kuşku ve tedirginlik duymalıdır. Kuşku bilimlerin anası, gerçeklere ulaşmanın ilk kapısıdır.
Bellekte dengenin bozulması ile istem oluşur. İstemi gerçekleştirmek için amaç edinilir. Amacın uygulamaya konması görevdir. Görevin başarı ile tamamlanması mutluluk, başarısızlık mutsuzluğa neden olur. Mutluluğun/mutsuzluğun şiddeti ve süresi önemlidir. Görevdeki zorluk ve yaratıcılık mutluğun şiddetini ve süresini belirler. Hem kalıcı, hem de geçici mutlulukların tepe noktası, mutluluğun şiddetini belirler. Buna, “Haz” adı verilir.  
İnsanlar amaçlarını belirlerken, evrensel insani değerleri başa koymalı, evrensel insani yasalar dışına çıkmamalıdırlar. Böylece, amaçlarıyla birlikte, topluma ve insanlığa karşı görevlerini yerine getirmiş olurlar.
Kısa süreli bedensel hazlar ve uzun süreli kalıcı hazlar olur. Ortadoğu’da asırlardır bedensel hazlar; yemek, içmek, giyinmek, cinsel ilişki… Amaç edinilir. Bu nedenle uzun süreli kalıcı hazlar bilinmez ya da amaç edinilmez. Hem kısa süreli, hem de kalıcı hazların sınırı yoktur. Aşırı bedensel hazlar, sapıklığa ulaşır. Bir örnek verelim:
Ulusal Muhafız Hastanesi’nde aile güvenliği programının direktörü Dr. Nura El-Suwaiyan’ın yaptığı araştırmalara göre, Suudi Arabistan’da, dört çocuktan biri istismar ediliyor.
Ulusal İnsan Hakları Derneği, ülkenin çocuklarının neredeyse %45’inin istismar ve aile içi şiddet ile karşı karşıya olduğunu bildiriyor.
Suudi Arabistan’da, yabancı çalışan kadınların saldırıya uğraması büyük yekûn oluşturuyor. Kadın ticareti ise olağan sayılmaktadır.
Doğaya ve gerçeklere yabancı her düşünce sistemi, uzun sürede, insanları felakete sürükler. Çünkü: böylesi düşünce sistemlerinde eleştiri yasaklanır, hayal ürünü oluşumlar, “Gerçek” diye insanlara sunulur. Sonra, uygun koşullarda, gerçekler çevrelerini tahrip ederek açığa çıkarlar.
1949-1961 yılları arasında, Doğu Almanya yöneticileri, Doğu Almanyalının Batı Almanya’ya kaçmasını önlemek için Berlin Duvarını ördürdü. İlk duvar, Doğu Alman Meclisi’nin kararıyla 1961’in 12-13 Ağustos günlerinde örüldü. Daha sonra, gözcü kuleleri, makineli tüfek yuvaları ve mayınlarla güçlendirilmiş 165 KM uzunluğunda beton duvar oluştu. Ekim 1989’da, ekonomik bunalımlar sonucu ortaya çıkan ve Doğu Avrupa’yı etkileyen demokratikleşme dalgası sonucu, Doğu Alman yöneticileri iktidardan uzaklaştırıldı. 9 Kasım’da, Doğu Almanya yönetimi aldığı bir kararla; bütün Doğu Alman vatandaşlarına istedikleri sınır kapısından Batı’ya geçebileceklerini açıkladı. Böylece 28 yıllık Berlin Duvarı yıkılarak, hatıra haline geldi. 9-11-1989
Başka bir örnek kendi ülkemizden verelim:
Ulus-devlet: Ülkedeki egemen etnik-dinsel kimlik dışındaki kimliklere tahammül etmeyen ve onları asimilasyon veya etnik-dinsel temizlikle ortadan kaldıran devlet türüdür.
Anayasa- MADDE 42
  Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.
Bu ve benzeri anayasa maddeleri gereği, Türkiye’de, yıllarca Kürt gerçeği inkâr edildi ve Kürtçenin gelişmesi engellendi. Kürtçenin gelişmemesi sonucu, Kürtler, özgür vatandaş olmadılar. Onları yok sayan Türkler de gerçekleri gizledikleri için özgür olmadılar. Çünkü:
Yalan söyleyen özgürlüğünü yitirir.
Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi’nde Kürtçe türkü okudukları iddiasıyla beş öğretmeni devlet memurluğu görevinden uzaklaştırma cezası verdi. 23-11-2002
Kullar savaşarak, vatandaşlar konuşarak sorunlarını çözerler.
Ara sıra bazı yargıçlar acı gerçeği gördüler. Örneğin, Ankara 2. İş Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın iptaline rağmen direndiği Eğitim-Sen kapatılamaz kararının gerekçesi açıklandı; “Anadilde öğrenim ulusal bütünlüğü bölmez, pekiştirir. Mahkemeler kuşku üzerine hüküm oluşturamaz…” 17-3-2005
_Gelişmemiş ve kurallara kavuşmamış dillerle çağdaş eğitim yapılamıyor.
Sınırlı kavrama sahip ve kuralları olmayan diller eğitime kocaman engel oluştururlar.
+Ancak, her insanın anadilde eğitim görmesi doğal hakkıdır.
90 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Kürtçenin zenginleşmesine çalışsaydı; şu anda, Kürtlerin büyük çoğunluğu özgür birey olur, kendi kararlarını kendileri verir, uzlaşma ve hoşgörü topluma egemen olurdu.
Yeraltına çekilen kültür ölü değildir; hatta o, resmi kültürden daha iyi korunmuş olur. Resmi kültür yapay olduğundan, yeraltından ortaya çıkan kültür kitleleri etkiler ve resmi kültürü parçalayıp darmadağın eder.
Görüldüğü gibi, gerçeklerin gizlenmesi sorunların kökleşmesinden başka işe yaramıyor. Ayrıca, toplumda korkuyu egemen kılıyor. Gerçekleri bilenlerin seslerini kısmaları, gözlerini kapamaları için korku zorunludur.
Adalet, özgürlük, ahlak, iyilik başka erdemlerden türetilmez ama bu erdemlerden diğer erdemler türetilebilir.
Bir ürün ya da eylemden övünç duyduğumuzda, onu ortaya çıkaran yaratıcılığı göz önünde bulundururuz. Dışsal etkiler, göz önüne alınmadan yaratıcılık söz konusu olamaz. Yaratıcılıkta dış etkilerin büyüklüğü önem kazanır.  
Özgür insanlar, dış etkileri dikkate alır, değerlendirir; sonuçta, kendi kararlarına varırlar.
İnsanlar, doğal içgüdülerini denetim altına alıp, toplum içinde ölçülü davrandıkça insan olarak değerlerini yükseltmiş olurlar.
_ İnsanların vicdanları, eylemlerinde, diğer insanların etkilerinden daha fazla etkili olmalıdır.
Bu yazılan ancak özgür insanlar için geçerli olabilir.
_Doğru ya da yanlışı, iyi ile kötüyü Tanrı ile ilişkilendirmek inançsızlıktır; inanma, Tanrı yasalarını bilmekle başlar.
Evrensel Tanrı, Mutlak Ruh ve Akıl olup, gücü olmaz; yasaları ve matematik ile Evreni sevk ve idare eder.
degirmencinurettin@gmail.com
Nurettin Değirmenci
  Elk. Yük. Müh.

Yorumlar kapatıldı.