İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cöhçe Hoca’yı Dinlerken…

Kenan Erzurumlu ( Delilerin dilinden )
Hafta sonu Prof. Dr. Salim Cöhçe’yi dinleme şansım oldu. Gözünü budaktan, lafını kralından sakınmayan gözü kara bir bilim adamı… Hoca diyor ki: “Osmanlı döneminde, Karadeniz bölgesinde, ihtida eden ailelerin (din değiştirenler-Müslümanlaşanların) sayısı toplam bini aşmaz. Zaten, Osmanlı’nın İslamiyet’i yaymak gibi bir hedefi kaygısı olmamıştır. Bunu istememiştir de… Zira fethedilen bölgelerin kendi dinlerinde kalması halinde alınan vergiler yüksek olacaktır. Bu insanların Müslümanlaşması vergilerin azalması anlamına gelecektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki muhtediler bundan farklıdır.”.. Hocaların Hocası Halil İnalcık’ın da tespitleri şöyledir: ‘Osmanlı’nın en parlak zamanları olan ve geniş fetihlerin gerçekleştiği 16. yy’da, Rumeli’de, yıllık müslüman olanların sayısı 300’ü geçmemiştir. (Kabaca yüz yılda 30.000 kişi-Cöhçe Hoca bu rakamı da çok abartılı bulmaktadır.)  İnacık Hoca’ya göre, Osmanlı’da 16. yy’dan itibaren millilik vasfı kalmamıştır.’

***
Hafta sonu Prof. Dr. Salim Cöhçe’yi dinleme şansım oldu. Gözünü budaktan, lafını kralından sakınmayan gözü kara bir bilim adamı…
Her fikrine-görüşüne katılıyor muyum? Hayır…
Katılmadıklarım ne kadar? Söylediklerinin en fazla yüzde iki-üçü…  Asla, yüzde dört olmaz.
Cöhçe Hocayı, dinlerken aklıma 1973 seçimlerinde Faruk Akkülah’ın kullandığı bir ifade geldi. “Mademki sen varsın; madem ki ben varım; dualarım üzerine olsun, aziz milletim” demişti, rahmetli.
Cöhçe Hoca da sohbetinde şöyle dedi: “Bizim devletimiz, kendini sevenleri sevmez. Ama bizim için başka yol yok. Sevmeye-hizmete devam edeceğiz.”
Konuya nereden mi gelmişti?
1980’de Türkçü-ülkücü öğretim üyelerinden bir grup, Türkiye’nin etnik yapısı ve tarihi kökenlerini araştırmak üzere çalışmaya başlarlar. İçlerinde şimdi ismini verebileceğim iki kişi vardı: Salim Cöhçe, rahmetli Şaban Kuzgun Hoca…
Diğerleri hala hayattalar ve kendileri açıklayana kadar isimlerini telaffuz etmek bize düşmez. Salim Hoca konuşma esnasında kendisi telaffuz etti.
Bir müddet sonra, bir takım çevrelerden engellemeler başlar. Rahmetli Şaban Hoca, beş paşalı ‘milli güvenlik konseyi’ ile temasa geçerek engellemeleri engeller. Ancak bir müddet sonra yine ‘Milli Güvenlikli’ paşaların emri ile araştırma durdurulur. Bir müddet sonra Şaban Hoca trafik kazasında vefat eder.Cöhçe Hoca için, soruşturmalar, sürgünler, mahkemeler başlar…
Dönemin şartlarına göre kah dindar olur; kah ergenekoncu…
Her zaman için sonuç aynıdır. Soruşturma, sürgün, mahkeme…
Hoca, çalışmaya devam eder. Belirli merkezler tarafından kışkırtılan üç-beş öğrenci kılıklı militanın şikayetleri üzerine, ‘fişleme’ iddiası ile yeni soruşturmalar başlar…
Uzun süre devam eden bu ‘mobbing’ uygulamalarından sonra tüm iddialardan alnının akı ile çıkar.. Çektikleri yanına kar kalır.
Haaa unutmadan söyleyelim;
Elinde kalan ve geleceğe bırakılacak olan iki çok değerli metaı da vardır. Saha çalışmaları ve bilimsel araştırma sonuçları…
Peki bu çalışmalar yeni mi yapılıyor. Evet…
Atatürk’ten sonra yenidir..
Ya Atatürk zamanı…
Onu da zamanı geldiğinde anlatırım.
Şimdilik sadece şunu sorayım: Atatürk’ün zamanında, her ilde valilerin özel kasasında bulunan evraklar ne oldu?
Hoca, yeri geldiğinde, sahip olduğu bilgilerini açıkça paylaşıyor.
Ermeni sempozyumundaki konuşması da öyle oldu.
Hoca diyor ki: “Osmanlı döneminde, Karadeniz bölgesinde, ihtida eden ailelerin (din değiştirenler-Müslümanlaşanların) sayısı toplam bini aşmaz. Zaten, Osmanlı’nın İslamiyet’i yaymak gibi bir hedefi kaygısı olmamıştır. Bunu istememiştir de… Zira fethedilen bölgelerin kendi dinlerinde kalması halinde alınan vergiler yüksek olacaktır. Bu insanların Müslümanlaşması vergilerin azalması anlamına gelecektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki muhtediler bundan farklıdır.”
Bilinen ve öğretilen Osmanlı düşüncesini kökünden sarsacak bir görüş değil mi?
Diyeceksiniz ki, Ya Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında din değiştirmiş gözükenler? Ya halen içimizdekiler…
İçimizdekilerin gerçekten din değiştirdiklerine inanıyor musunuz?
Öyle olsa -günümüzde- ilk fırsatı bulduklarında, ortamı müsait bulduklarında nüfus kağıtlarına ‘Hıristiyan’ yazdırmak için harekete geçerler miydi?
Hoca’nın iddiası, “devlet bürokrasisinde, gayrı Türk ve/veya gayrı Müslim olanların sayısı Türklerden on kat fazladır.”
Hoca daha önceki bir sohbetinde, cumhurbaşkanlarımızdan sadece üçünün Türk kökenli olduğunu, birinin de kendisinin Türk olduğunu söylediğini anlatmıştı.
İnanılmaz geliyor değil mi?
Eminim Hoca’ya bu görüşü nedeniyle birçok kişi karşı çıkacaktır ama…
Karşı çıkacak olanlar, Osmanlı hayranı geçinen takkeli çakma tarihçiler olacaktır.
Zira Osmanlı tarihi konusunda ‘bir numara’ olan, Hocaların Hocası Halil İnalcık’ın da tespitleri şöyledir: ‘Osmanlı’nın en parlak zamanları olan ve geniş fetihlerin gerçekleştiği 16. yy’da, Rumeli’de, yıllık müslüman olanların sayısı 300’ü geçmemiştir. (Kabaca yüz yılda 30.000 kişi-Cöhçe Hoca bu rakamı da çok abartılı bulmaktadır.)  İnacık Hoca’ya göre, Osmanlı’da 16. yy’dan itibaren millilik vasfı kalmamıştır.’
Cöhçe Hoca, II. Abdulhamit Han hakkında, bir anısından bahsetti. Bir dersinde II. Abdulhamid Han’ın viski içtiğinden bahsetmiş. Malum çevrelerin yetiştirdiği gençlerden biri anında itiraz etmiş: “Abdulhamid Han evliya gibi bir adamdır. Onun hakkında böyle söyleyemezsiniz.”
Hoca bir çakma tarihçinin adını vererek cevap vermiş: “Bırakın bu …. kafasını. Sultan içki de içmiştir. Başka şeyler de yapmıştır. İsterseniz onları da anlatayım. Bunlar O’nun devlet adamlığına gölge düşürmez.”

Konuşma sonrası yaptığımız sohbette, II. Abdulhamid Han’ın devlet adamlığının ne derece yüksek olduğunu anlatırken, yalancı evliya konumuna sokmanın yanlışlığından bahsediyordu.

Yorumlar kapatıldı.