İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Seçim ve Ötesi

Özgür Küçük

Evet, bir seçimi daha atlattık ve bir kez daha Beyaz Türkler olarak hüsran, hayal kırıklığı ve ardından nefrete dönüşen duygu durumlarına sevk ettik kendimizi. 38 yaşında bir İstanbul’lu olarak hayatımda ilk kez gönüllü gözlemci olduğum bir seçimin ardından sizlerle gözlemlerimi ve çıkarımlarımı paylaşmak istiyorum. (Bir dostun gönderdiği bu eski yazı beyaz Türklerin değişmediğini gösteriyor. Halkı küçümse, aptal de, karnını kaşıyan de sonra da seçimde oy bekle, demokrasiden söz et. HYETERT)

ŞAŞKINLIK : Bunca yolsuzluk, tapeler, yasaklar, polis şiddeti, ölümler ve rezilliklerden sonra bu millet hala nasıl AKP’ye oy veriyor ?
Sonuçları öğrendiğimiz zaman hepimizin akıllı telefonlarımıza sarılıp, VPN üzerinden bağlandığımız sosyal medya mecralarında birbirimize sorduğumuz ilk soru buydu ve aslında cevabı da olayın kendi içinde saklıydı. Bu soruyu birbirimize soruyorduk. Kendi balonumuz içinden dışarıdaki devasa şehri ve ülkeyi göremiyorduk.
Şöyle bir paylaşıma rastladım Facebook üzerinde : ‘CHP Kadıköy’de %76, Beşiktaş’ta %72, Bakırköy’de %65 aldı. Anlayamıyorum, Büyükşehir’i nasıl oluyor da AKP kazanabiliyor ? Kesinlikle hile yapıldı, başka hiçbir açıklaması yok.’
Bunu yazan arkadaş çıkan sonuca anlam veremiyordu, haklıydı da. Çünkü İstanbul’u Nişantaşı, Bağdat Caddesi ve Bakırköy Özgürlük Meydanı’ndan ibaret sanıyordu. Şehrin ağırlıklı nüfusunun yaşadığı Bağcılar, Bahçelievler, Fatih, Gaziosmanpaşa, Pendik, Sultangazi, Sultanbeyli ve Ümraniye gibi ilçelerin içinden ona tanıdık gelen tek isim Ümraniye’ydi, çünkü orada IKEA vardı.
Arnavutköy denildiğinde aklına sadece Kuruçeşme – Bebek arasında kalan boğaz semti gelen İstanbul’lu CHP seçmeni sayısı azımsanamayacak kadar fazladır.
İNKAR : Bu ülkede artık yaşayamam. Acaba hangi ülkeye kaçabiliriz ?
Şaşkınlığın hemen ardından kişinin sergilediği ikinci refleks inkardır. Sonucu kabullenemeyiz, kabullenmek istemeyiz. Gelgelelim sonucu değiştirmek de elimizde olmadığından o sonuçtan kaçmak isteriz. Burada da sonuç = ülke olduğundan bir an önce bu ülkeden kaçıp gitmek gerekmektedir. Bu ülke bizim yaşadığımız ülke olamaz, biz bu ‘gerizekalı’ halka mensup olamayız.
Hemen pasaportlar çıkarılır, vize durumları ve banka hesapları kontrol edilir, Google’da ‘Göçmen kabul eden ülkeler listesi’ araması bu saatlerde İstanbul’un Beşiktaş, Kadıköy ve Bakırköy ilçelerinde tavan yapar.
Aziz Nesin
NEFRET : Makarna & kömür denklemi
Çıkan sonuç karşısında hayretler içinde kalıp, kesin hile yapıldığına da kendimizi inandırdıktan ve yurtdışına gitmenin de öyle ha deyince yapılacak bir iş olmadığını idrak ettikten sonra içimizdeki sıkışma ve mutsuzluk tavan yapar. Hemen birer bira açılır, sigaralar yakılır ve içimizdeki tüm bu acıyı kanalize edecek bir hedef bulunur : halk.
Böylece seçimden bir gün sonra zaten her biri bize benzeyen arkadaşlarımızın sosyal medya hesaplarında her biri diğerine benzeyen paylaşımlar görmeye başlarız. Bunlar rahmetli Aziz Nesin’in en çok anıldığı saatlerdir aynı zamanda.
‘Bu gerizekalı halk bir paket makarna, bir torba kömüre oyunu satacak kadar aptaldır.’
‘Sürünün ulan siz, açlıktan geberin hatta. İnşallah hastane kuyruklarında sefil olur, acınızdan ölürsünüz.’
‘Bundan sonra benim için bu halk bitmiştir. Fakir gördüğüm yerde bir tekme de ben vuracağım, defol git Tayyip versin diyeceğim.’
‘Zaten boşuna dememişler ‘Her halk hak ettiği şekilde yönetilir.’ diye. Bu halka böylesi müstehaktır.’
Bu cümlelerin hepsini çeşitli arkadaşlarımın sosyal medya paylaşımlarından toparladım, hepsi bugün içinde yapılmış birebir gerçek paylaşımlardır. Deveye dikeni, bu halka da bu iktidarı yakıştırıveririz bir güzel. Kendimizi çoktan o halkın dışına almış olduğumuz için küfürleri pervasızca savurmakta bir sakınca yoktur.
GEREKÇE : Bu muhalefetle ancak buraya kadar, Sırrı ve ötesi…
Elbette tüm bu nefret söylemleri, savrulan küfürler içimizdeki acıyı dindirmeye yetmez. Hepimiz düşünen ve akıllı bireyler olduğumuzdan kafamızda bu sonuca bir gerekçe bulmak zorundayızdır. O noktada muhalefeti suçlamak Hızır gibi yetişir imdadımıza.
‘CHP ile buraya kadar. İstemeye istemeye, zorla Sarıgül’e oy verdim. Daha ne yapsaydım ?’
‘Yok yok, bu milletin solcusundan da adam olmaz. Hala Sırrı’ya %5 oy çıkıyor. Hele Levent Kırca’ya ne demeli ?’
Türkiye’nin çok partili demokrasisinin artık esamesinin bile okunmadığı, AKP’ye karşı CHP çatısı altında birleşmeyen herkesin bizzat bizim tarafımızdan ya aptal, ya da hain ilan edildiği bir noktada hem diğer partilerin tek tük kalmış oy oranlarının hepsini toplayıp, ‘Bak işte, bunların hepsi CHP’ye vermiş olsa şimdi seçimi kazanmıştık.’ der, hem de bir yandan CHP’yi beceriksizlikle suçlamaya devam ederiz.
BİR TÜRKİYE ÜTOPYASI : Halk Devrimi
Tüm bu sonuçları kafamızda toparlayıp, parçaları birleştirdikten sonra ortaya çıkan resim kafamızda artık çok nettir. Ne bu halk, ne de bu muhalefet akıllanmayacak, ne yaparsak yapalım adam olmayacaktır. Tek çözüm halk devrimidir. Çözüm sokaklardadır, bunun başka yolu yoktur. Sokaklara çıkılacak, isyan edilecek, polis şiddetine maruz kalınacak, çocuklar, gençler ölecek ve o ölen çocukların fotoğrafları Facebook’ta profil resmi yapılacaktır.
Makarna beyinli (!) olmadığınıza göre, herhalde döngünün burada kapandığını anlamışsınızdır. Sokağa çıkıldıkça terörist yaftası yenilecek, ülkenin çoğunluğuyla aradaki mesafe daha da açılacak, kutuplaşma daha da şiddetlenecek, iktidara oy verenlerle vermeyenler sokakta birbirine selam bile vermemeye başlayacak (Facebook arkadaş listemizden atalı zaten çok olmuştur.), ve bir sonraki seçim sonuçlarına bir kez daha hayret edilerek aynı döngü tekrarlanacaktır.
SONUÇ : Peki o zaman ne yapmalı ?
Genelde bu tür yazılar sadece tespit yapıp, herhangi bir çözüm yolu sunmazlar okuyucuya. O nedenle de çoğu kez bir mastürbasyon niteliğinde kalarak, Beyaz Türkler’in kendi aralarında ‘Adam çok haklı aaaaabi.’ önsözüyle paylaştıkları linklere dönüşürler.
Ben bunun biraz ötesine geçmeyi deneyeceğim bu kez elimden geldiğince.
Kendinizi tanımak…
Öncelikle 38 yaşında bir İstanbul’lu olarak hayatımda ilk kez Kasımpaşa’nın arka sokaklarını gördüm, Kasımpaşa’lıları tanıdım. Bundan sonra da kendi balonumdan çıkıp bir kez daha oralara gitmeyi asla istemem. O insanlarla hiçbir platformda buluşup, iletişim kurabileceğimi düşünmüyorum. Hüloğğğğ oldukları için, çok aptal oldukları için, zaten anlatsam da anlamayacakları için veya onlardan iğrendiğim ya da nefret ettiğim için falan değil. Böyle bir sabrım yok da, ondan. Benim zaten insan ilişkilerim son derece zayıftır. Bu konuda oldukça bencil olduğumu söyleyebilirim. Çok çabuk sıkılır ve çok çabuk pes ederim bu konuda.
Bu nedenle önce kendinizi tanıyın. Eğer benimle aynı ya da benzer bir kişiliğe sahipseniz, o zaman bu konuyu kafanızdan tamamen çıkarın, zira politika öncelikli olarak iletişim becerisi ve de özellikle sizinle hiçbir ortak paydası olmayan insanlarla iletişim kurabilme becerisi gerektirir.
Eğer ‘Ben bu insanlarla da iletişim kurabilirim, onlara ulaşabilirim.’ diyorsanız o zaman ilk iş olarak aklınıza en çok yatan siyasi partiye gidip üye olun. Yerel çalışmalarına katılın, içinde yaşadığınız şehrin ve ülkenin insanını gerçekten tanıma şansına sahip olun. Zaten onları tanıdığınız zaman, ülke nüfusunun %99’unun, İstanbul nüfüsunun da %90’ının Twitter sözcüğünü hiç duymadığı bir yerde, seçildiği zaman Twitter yasağını kaldıracağını vaad eden bir belediye başkan adayının seçimi neden kazanamadığını anlayacaksınız. İşte o zaman yukarıda anlattığım döngü sizin için farklı işlemeye başlayacak.
İşte o zaman, ismi ‘halk’ partisi olan bir partinin aslında halkından ne kadar kopuk olduğunu, birkaç isim dışında belediyecilik adına yaptıkları tek şeyin ‘hala ve sadece’ Atatürk büstü dikmekten ibaret olduğunu, o beğenmediğiniz, hiç sevmediğiniz ve istemeye istemeye, mecburen oy verdiğiniz Mustafa Sarıgül’ün aslında bu ülkenin halkına en çok ulaşabilen isim olduğunu göreceksiniz.

CHP Kadin Kollari
Odak noktası…
Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin amacı halkının ortalama yaşam standartını yükseltmek olmalıdır. Bu nedenle yönelmesi gereken asıl kesim halkın el alt tabakasıdır. Bu yazıyı okuyan hiç kimse Türkiye halkının yaşam ortalamasının altında değildir, bu nedenle de hiçbiriniz aslında sosyal demokrat ve halkçı olan bir partinin odak noktası olmamalısınız. Oysa CHP’nin kalesi olarak adlandırılan il ve ilçelere baktığınızda gelir düzeyi ve yaşam standartları görece yüksek bir kitleyle karşılaşacaksınız.
Bugün bir paket makarna ve bir torba kömüre oyunu ‘sattığı’ için aşağıladığınız ve aptallıkla suçladığınız ‘halk’ için öncelikli ihtiyacı o bir paket makarna ve bir torba kömürdür. Sizler Karatay diyetinde yasak olduğu için makarna yemez ve sahip olduğunuz çevre bilinciyle kömür yakmazken, onlar için makarna kendilerini açlıktan, kömürse soğuktan donmaktan kurtaran yegane öğedir ve elbette ki bunu onlara sağlayan kişi kahramanlarıdır.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini inceleme imkanı bulduysanız, açlık sınırında yaşayan bir insan için ifade özgürlüğünün hiçbir anlamı olmadığını kolaylıkla anlayabilirsiniz.
Sosyal demokrat ve halkçı olduğunu iddia eden bir partinin bu hatalı odak noktasını koruduğu müddetçe kaybetmeye mahkum olması kaçınılmazdır.
Kıskançlık
Birçok kişinin gözden kaçırdığı çok kritik bir konu da, sınıf farkından doğan kıskançlıktır. Bugün siz mevcut iktidarı hem cahil, görgüsüz, köylümsek, hem de aynı zamanda ahlaksız, sahtekar, hırsız ve katil olduğu için sevmiyor, hatta nefret ediyor, böyle bir iktidarın sizi yönetiyor olmasını nasıl hazmedemiyorsanız, o iktidarın seçmeni de sizin kendilerinden kat be kat fazla para kazanıyor olmanızı, kız/erkek arkadaşlarınızla nikahsız yaşamanızı, parklarda öpüşmenizi, içki içmenizi, kendisi Temmuz sıcağında metrobüste pardesü ve türbanıyla son derece rahatsızken, sizin klimalı arabanız, mini eteğiniz ve askılı bluzunuzla yanından geçmenizi, kendisi çarşafla denize girerken sizin bikiniyle güneşlenebilmenizi ve buna benzer her konuda sınırsız özgürlüğe sahip olmanızı kıskanıyor, hazmedemiyor ve ‘Ben yapamıyorsam, o da yapmasın.’ duygusu bu kitlenin kalbinde perçinleniyor.
İşte bu ayrıma sürekli vurgu yaparak, haset ve kıskançlığı daha da arttıran ve bunu yönetebilen de iktidarın sahibi oluyor.
Bu noktada ‘Yahu durduran mı var, o da yapsaymış.’ diyorsanız bilin ki bu halkı hiç tanımıyorsunuz ve ‘mahalle baskısı’ denen kavramı hiç duymamışsınız.
Ayrıca bunca hırsızlığa rağmen hala mevcut iktidarı nasıl olup da desteklediğini bir türlü anlayamadığınız halkın cebinden aslında bir kuruş bile çalınmamaktadır.
Çalınan sizin paranız, imkanlarınız ve özgürlüğünüzdür. Ve hayatının hiçbir döneminde sizin kadar zengin, kültürlü, bilgili ve özgür olamamış ve zaten hayatının her döneminde hor görülmüş olan bu insanların her zaman gıptayla baktıkları Beyaz Türkler’e karşı galibiyet kazanabildikleri tek alan seçimlerdir.
Evet, hayatlarında belki bir iyileşme olmamaktadır ama en azından bir alanda kendilerini kazanmış hissedebilmekte ve kendilerinin hiçbir zaman sahip olamadığı özgürlüğe artık Beyaz Türkler’in de sahip olamayacak olması onları içten içe çok mutlu etmektedir. Kıskançlık insana dair en temel duygulardan biridir. ‘Tanrım, beni zayıflatmıyorsan bari arkadaşlarımı şişmanlat.’ sözünü size hatırlatmak isterim. Yasakların ve baskıların bu kesim tarafından bu kadar canhıraş biçimde savunulmasının başlıca nedeni budur.
Siktir GitYol Haritası
Bütün bu bilgiler ışığında önünüzde 3 tane opsiyonunuz var. Bunları da sıralayarak yazımı bitirip halen tümüyle yasaklanmamışken bir bira açmayı düşünüyorum.
1) Eğer yazının ortalarında bahsettiğim gibi siyaset yapabilecek bir potansiyeliniz olduğuna inanıyorsanız, hiç durmayın ve aktif siyasete atılın. Eminim oldukça yorucu ve yıpratıcı ama bir o kadar da renkli deneyimler içeren bir yolculuk olacaktır sizin için. Kimbilir, hayal ettiğimiz ütopik cennet olmasa da, daha iyi bir Türkiye’ye bizi ulaştıracak lider belki de içinizden biridir.
2) Eğer benim gibi ‘Politika benim işim değil.’ diyenlerdenseniz ve başka bir ülkede yaşamak da size çok zor geliyorsa, o zaman kendi balonunuz içinde hayatınızı sürdürmeye devam edin ve artık seçim sonuçlarını çıldırmış bir şekilde takip etmeyi bırakın. Sonuçta iktidarlar gelir, gider ve siz de hayatınızın her anında mevcut duruma bir şekilde adapte olup, kendi balonunuz içinde dış etmenlerden minimal düzeyde etkilenerek hayatınızı sürdürebilirsiniz.
3) Eğer ‘Yok, ben ne politikayla, ne de bu ülkeyle uğraşabilirim.’ diyenlerdenseniz o zaman bohçanızı toplayıp, en kolay hayatta kalabileceğiniz ülkeye tek yönlü bir bilet alın ve bu maceraya çıkın. Sonuçta hayat zaten başlı başına bir maceradır ve bu yolu seçmek de diğerlerinden daha zor ya da daha kolay olmayacaktır.
Ve tabi seçtiğiniz yol hangisi olursa olsun, gittiğiniz her yere kendinizi de götüreceğinizi unutmayın. Şairin dediği gibi ;
‘Yeni bir ülke bulamazsın.
Başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
Aynı mahallede kocayacaksın,
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de…’
NOT : Bu yazı Mart 2014 yerel seçimlerinin hemen ardından kaleme alınmıştır. Ancak geçen bunca zamana rağmen hala hiç bir şeyin değişmediğini gördükten sonra kaleme aldığım ve bu yazının devamı niteliğinde olan ‘Ne Kadar Değişmemişsin Türkiye’ başlıklı yazıma da bu linkten ulaşabilirsiniz.
ÖZGÜR KÜÇÜK

Yorumlar kapatıldı.