İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Merkel’in Ziyareti

Rahim Er / İstanbul Üniversitesi, Hukuk
Angela Merkel, İstanbul’da her konuda çok güzel konuştu. Fakat cümlelerini “bu tabiî sadece bizimle bitmez; AB devletlerinin de kabulü gerekir”le ihtirazi kaydıyla bağlamakta. Şüphe edilmesin; bu ümit verici taahhüt ve vaadler burada kalır. Bahsi geçen 3 milyar avronun Ankara’ya ödenmesini de uzak ihtimal görüyoruz. Bir miktar para yardımıyla işi kotarmaya çalışırlar. 4 mevzu da zaman içinde unutulmaya terk edilir. Biz yanılalım isteriz ama… onlarca senedir zaten bu sözleri duya geldik. Ortada yeni olan sadece Suriye ve onunla irtibatlı problemlerdir. Bu sebeple inanmakta zorlanıyoruz.

***
Almanya başbakanı Angela Merkel, Türkiye’ye kısa fakat muhtevalı bir ziyaret yaptı. Önce başbakan Ahmet Davutoğlu’yla Başbakanlık Dolmabahçe Dairesi’nde bir görüşmeleri oldu. Sonra Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan, kendisini Yıldız Sarayı Mâbeyn Köşkü’nde kabul etti…
Burada zaviyeyi bir miktar malumat vermek lâzım:
Osmanlı Devleti’nde devletin idare edildiği 3 Saray vardır. Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı. Yıldız, son 3 padişahın, Abdülhamid, Reşad ve Vahideddin Han’ların ikametgâhıdır.
Alman-İttihatçı “stratejik ittifakı”yla Türkiye, Almanya saflarında “Harbi Umumi”ye girdiğinde karar mercii Yıldız Sarayı idi. Geçmiş yazılarımızda İstanbul’u “Yazlık Başkent” olarak teklif ederken Cumhurbaşkanlığı Sarayı için de Yıldız Sarayı’nı göstermiştik. “Devlette devamlılık” fikrinden hareket ediyorduk. Nitekim sn Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya başbakanını Yıldız’da kabul etmesi, Devlet-i Ebed Müddet ve devlette devamlılık fikrinin mânidar bir tezahürüdür. Şansölyenin Yıldız Sarayı’nda ağırlanması bir tesadüf değil, tarih şuuru ve devlet vakarının ifadesidir. Tarihe ve müzakere edilmedik gerçeklere atıftır.
Almanya’nın Karadeniz’e sevk ettiği Türk bayrağı çekilmiş Goeben ve Breslau adlı iki kruvazörünün Rus limanlarını topa tutmasıyla harbe dahil olduk. Dünya Harbine girerken, mesele Yıldız’daki Sultan Reşad’a arz edilmemişti, Meclis-i meb’usan’ın haberi ve kararı yoktu. Buna mukabil erkânı harbiye-i umumiye reisliği/genelkurmay başkanlığı, 1. Kurmay Başkanlığı’na Alman Alb. Bronsart Von Schellendorf getiriliyordu. Çanakkale Harbi’nin komutanlığına ise Yahudi asıllı bir Alman olan Tümg. Liman Von Sanders daha evvel tayin edilmişti. Bizim tarih fukaralarımız ise Çanakkale komutanı olarak Mustafa Kemal’i bilirler. Almanya savaşta mağlup olunca, Türkiye de hükmen mağlup sayılıp parça parça edildi. Bugünkü Suriyeler, Iraklar, Filistinler, Yemenler vs bu hikâyenin mahsulüdür. Almanya ile böyle bir cephe arkadaşlığımız vardır.
Biz, Almanya sevdası uğruna bir imparatorluğu feda etmiş bir milletiz. Buna rağmen aynı Almanya, II. Cihan Harbi’nden yıkılmış olarak çıkınca, işçilerimiz 1960 başlarında oraya giderek onları ayağa kaldırdılar.
Hakikat bu iken biz Türk milleti, Türk devleti, izahı mümkün olmayan meçhul sebeplerle Almanya’dan hep çektik. Birtakım vakıflar içeriyi karıştırdı. Daha ağırı ise Türkiye’ye karşı el altından PKK’ya destek oldu.
18 Ekim 2015 Pazartesi günü Büyük Türkiye Başbakanıyla Cumhurbaşkanının Suriye, Suriyeli mülteciler dramı, Türkiye’ye musallat edilmiş terör ve terör örgütleri, Avrupa Birliği… gibi konuları görüştükleri başbakanın temsil ettiği devletle bizim devletimizin böyle bir mâzisi vardır.
Hâdiselerin yaşandığı ân, kesişme noktasıdır. O noktanın bir de mâzi diye geriye doğru ve istikbal diye de ileriye doğru kanatları bulunur. Biri eldeki malzemedir, diğeri, üzerinde çalışılacak malzemedir. Bunlar bilinmeden ânlık vaadleri esas almak yanıltıcı olur.
Daha 3 ay evvel, bir Filistinli çocuk sn Merkel’e gözyaşları içinde “ana dilim gibi Almanca biliyorum, beni dışarı göndermeyin!” diyordu. Çaresiz yavru sığındığı yerde kalmak istiyordu. Şansölye, yalnızca çocuğun yanına kadar giderek çenesini okşadı ve “yapacak bir şey yok!” dedi. O Filistinli kız çocuğunun gözyaşlarını da unutmayacağız.
Suriye’ye sinsi Arap Baharı gelip de iç harp çıkalı 4 sene oldu. Milyonlar Suriye dışına hicret ettiler. Yüz binler öldü. Dehşetli bir insanlık felaketi yaşanıyor. Türkiye, 2.5 milyon mülteciyi bağrına basmış vaziyette. Bu zaman zarfında ne Almanya’nın ne hiç bir “medeni” devletin kılı kıpırdamadı. Akılları, fikirleri petrol için Orta Doğuda yer tutmakta.
Ne zaman ki Suriyeli mazlumlar, boğulmayı, kovulmayı, açlığı, dayağı göze alıp AB kapılarına dayandılarsa AB liderleri, dramı yeni gördüler. Onlar da ikiye ayrıldılar biri Macar başbakanı Viktor Orban gibi insafsız, diğeri de Alman başbakanı gibi diplomatik olanlar.
Angela Merkel, İstanbul’da her konuda çok güzel konuştu. Fakat cümlelerini “bu tabiî sadece bizimle bitmez; AB devletlerinin de kabulü gerekir”le ihtirazi kaydıyla bağlamakta. Şüphe edilmesin; bu ümit verici taahhüt ve vaadler burada kalır. Bahsi geçen 3 milyar avronun Ankara’ya ödenmesini de uzak ihtimal görüyoruz. Bir miktar para yardımıyla işi kotarmaya çalışırlar. 4 mevzu da zaman içinde unutulmaya terk edilir. Biz yanılalım isteriz ama… onlarca senedir zaten bu sözleri duya geldik. Ortada yeni olan sadece Suriye ve onunla irtibatlı problemlerdir.
Bu sebeple inanmakta zorlanıyoruz.
Gerçekler acı olur…

Yorumlar kapatıldı.