İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Protokoller bahane, biz istersek şahane

Tuğçe Erçetin / twitter.com/tugceercetin / www.facebook.com/tugce.ercetin.7 / ercetintugceercetin@gmail.com
Ermenistan ve Türkiye arasında ilişkilerin geliştirilmesi ve sınırların açılması için imzalanmaya çalışılan protokollerin altıncı yıl dönümü. Ben de tesadüfen akademisyenlerin, gazetecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının  katıldığı bazı toplantılar için ikinci ziyaretime geldim Ermenistan’a. Bu sefer Ermenistan’a direkt uçmak yerine, önce Tiflis’e uçakla oradan da arabayla Erivan’a geçtik. Yolun yarısında ise resmi olmasa da “dostluk” toplantısı akşam yemeğinde önce şarap, sonra vodka ile devam etti. Masada ne politikacıların inatları ne de birbirine parmak sallayan konuşmalar vardı. Hep beraber oturduk, aslında ne kadar benzediğimizi konuşmaya başladık…

Protokollerde olduğu gibi kimse birbirine şart koymuyor, tüm içtenliği ile sohbete devam ediyordu. Eskiden tanıdığım ve sonradan kızıyla daha samimi olduğum sevgili Stepan Grigoryan bir proje için bizi davet etmişti. İlk akşam yemeğinde sıklıkla sınırların iki taraf için de açılması gerektiği, iki toplum arasındaki diyalog için çabalamak gerektiği vurgulandı. Aslında hepimiz artık bir araya gelmenin daha kolay olması gerektiğini istiyorduk. Birbirimize hikayelerimizi anlatırken sıra geldi yemeğin sonundaki kahveye… “Kahve içer misiniz” sorusunun ardından güleceğimiz bir şeyi önceden sezdim tabii. Ne kahvesiydi? Ermeni kahvesi mi, Türk kahvesi mi? Tabii bunu Yunan, Arap kahvesi diye de uzatabiliriz. Çok gecikmeden bu şaka kendini ortaya attırdı yine. Güldük, hepsi bu kadar. Kadeh kaldırarak güldük. Stepan o sırada daha önce söylediği başka bir şakadan bahsetti: “Azerbaycan ile Karabağ sorununu çözebiliriz, ama dolma meselesi kalır”. Tüm mesele bu olsun zaten, buna da güldük.
Hiç kimse doğduğu gün birilerini düşman olarak bilmiyor hayatında. Öğreniyor zamanla, çünkü öğretiliyor da. Algımız oluşuyor, bize inşa edilen çok şey var. Ailemiz, okuldaki öğretmenlerimiz, ders kitaplarımız, medya ve asla doğruluğunu bilemeyeceğimiz efsaneleri anlatan kişiler.. Onların bize anlattığı bizim kendi başımıza öğrenmeyi seçmediğimiz nedenlerle düşman oluyoruz. Ders kitaplarına kalsa Stepan’ın koca elli, 3 metre boyunda, boynuzları olan bir canavar veya şeytan olması gerekirdi. Ama değil, Stepan benim için kadeh kaldırıyor. Belki de çok kibar bir canavardır kim bilir…
“Biz” kendini tanımlamak için veya kendini ifade etmek için hep bir “öteki” seçer. Ama “biz” kendini hep “iyi” olan olarak tanımlar ve olumlu özellikleri sahiplenir. “Öteki”, yani karşı taraf ise “kötü” olan ve başımıza gelen her kötülüğün nedeni olarak bırakılır. İlk akşam yemeğinde bu bakış açısına ne kadar çok rastladığımızı konuştuk, çoğu tanık olduğumuz ortak hikayelerdi; içeriği aynı ama kişiler farklı. Şu ortaya çıktı, biri başarılı olursa ve iyi özelliklere sahipse “Ermeni veya Türktür” diye kendilerinden görülmeye başlanır, ama bir suçu varsa “yoo bizden değil” diyerek kendinden görmez kimse. Bunu sıklıkla Türkiye’de görüyoruz, birinin ailesinin Ermeni olma ihtimalinden bahsederken sanki suç işlemiş gibi gözüküyoruz, Ermeni olmak bir suç, bir ayıpmış gibi.. Hakaret olarak algılanıyor Ermeni olma ihtimali, bunun için açılmış davalar bile var malum. İşte sınırları kapalı tutan, algımızın iyie kapanmasına sebep olan tam da bu bakış açısı. Sınırlar kapalı kaldıkça kimse birbirini tanımayacak, iki toplum arasında ticaret veya eğitim gibi şeylerle bir araya gelme imkanı varken, sınırların arkasında yalnızlığa itiyoruz birbirimizi.
Yaşanan bir trajedinin unutulmasını beklemek yanlış olur, sürekli devam eden bir şeyler var. Bazı kimlikleri ve yaşananları reddettikçe bu kimliklere sarılmanın nedenini anladığımız ve empati kurduğumuz yerde telafi edebiliriz. Geçmiş geçmişte kalmıyor ne yazık ki, ama insanlığımız ve vicdanımız ömrümüz boyunca bizimle olacak. O zaman bir altı yıl daha geçmesin, hepimiz bir yerlerde rol üstlenelim. Daha gezecek çok yer ve toplantılarda konuşacağımız çok konu var. Onları da anlatmaya çalışacağım, ama protokollerin yıldönümünü atlamak istemedim. Altı yıl geçmiş bile, daha iyi olabilecek günlerden altı yıl çalmışız aslında. Devam etmesin…
Bir de şu kahve meselesine gelecek olursak, kahve işte… Bir farkı yok, hepimizin içtiği kahve. Kırk yıl hatrımız var artık, daha ne olsun.

Yorumlar kapatıldı.