İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dün Zeytun, bugün Cizre…Yine yenilecekler

Nihat Kardemir
Ermeni ayrılıkçıları ilk defa 1860’lı yıllarda Zeytun, Muş ve Van’da Osmanlı idaresine karşı ayaklandılar. Bu ayaklanmalar, 1878 yılında, 93 Harbi’nden hemen sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile yaygın bir isyana ve kanlı bir halk savaşına dönüşen ve I. Dünya Savaşı’nda trajik bir sona eren Ermeni Sorunu’nun ayak sesleriydi. Zeytun, Sason, Çapakçur, Hınıs gibi dağlık bölgeler Ermeni topluluklarının Osmanlı idaresinden ve Kürt beylerinin baskılarından nispeten bağımsız yaşadıkları ve bunun bedeli olarak dünyaya kapanarak sadece kendi silahlarına dayandıkları nadir bölgelerdi.

Bu avantajlarını ustaca kullanan Zeytun Ermenileri, yaklaşık 60 yıl süren mücadelelerinde Osmanlı hükümetini çok zorladılar ve Osmanlı ordusuna karşı kazandıkları başarılar ile diğer bölgelerdeki Ermeni nüfusu da isyan konusunda cesaretlendirdiler.
Her ne kadar izole bir coğrafyada gerçekleşmiş olsa da bu isyan, Ermenilerin bağımsızlık hedefleyerek gerçekleştirdikleri ilk isyan olması nedeniyle önemliydi. Ermeni kaynakları da 1862 Zeytun isyanını hükümete karşı yapılan ilk ihtilal hareketi ve önceki kalkışmalardan farklı olarak bağımsız Ermenistan için yapılan projeli, esaslı, propagandalı ve siyasi hazırlığı olan bir silahlı bir hareket olarak değerlendireceklerdir.
Gerçekten de Zeytun merkezli gelişen Ermeni isyanının, hemen önceki dönemde yaşanan Kürt isyanlarından farklı olarak daha politik/ayrılıkçı hedefleri vardı ve özellikle Zeytun isyanının temel hedefi Lübnan’daki gibi özerk bir yönetim kurmak ve bu yönetimin başına bir Ermeni prensi getirmekti.
Ermeni ayrılıkçılarının bu çabaları Batı’da da destek buldu. Nitekim 1860’lı yıllarda patlak veren Zeytun isyanı sırasında “Doğu Hıristiyanlarının koruyucusu” sıfatı ile Osmanlı Devleti’ne baskı yapan Fransa imparatoru III.Napolyon, kendince bu bölgeyi “Zeytun Ermeni Cumhuriyeti” ilan etti ve isyana yönelik Osmanlı askeri seferinin iptal edilmesini sağlayarak Ermeni isyancılara bir zafer bağışladı.
Zeytun’da adeta öz-yönetim ilan etmiş olan isyancılar, “Zeytun Hükümeti” ibaresini, Abdülhamid dönemindeki isyan sırasında, Osmanlı hükümetine gönderdikleri mektuplarda da kullandılar:
“Halas olmuş Zeytun hükümetinden Osmanlı hükümetine”
***
Ermeni öz-yönetim/özerklik projesinin ilk örneği olan Zeytun, uzun isyan süreci boyunca Ermeni komitacılarının gururu ve umudu olmaya devam edecektir. Batı’daki Ermeni diasporasından anavatandaki Ermenilere gönderilen bir mektuplarda Zeytun isyanı için coşkulu ifadeler kullanılacaktır. Batı’da ise “Zeytun Devrimi(!)” için coşkulu nutuklar atılacak ve etkileyici yazılar kaleme alınacaktır. Batı basınında ise Zeytun (ve Sason, Muş ve Bitlis gibi bölgeler) yakın zamanların Bosna, Ruanda ve Kamboçya örneklerini hatırlatan romantik yazılarla dile getirilecektir.
Halklarını İngiliz donanmasının Ermenileri kurtaracağı iddiası ile motive eden isyancılar, bu süre zarfında binlerce Osmanlı askerini şehit ettiler. Sadece bir defasında bir baskınla esir aldıkları tam 400 Osmanlı askerini Zeytun’un merkezinde vahşice katlettiler. Osmanlı Hükümeti bu bölgedeki çatışmaları sonlandırmak ve askerlerini kurtarmak için birçok defa yabancı konsolosların desteğini istemek zorunda kaldı. İsyancıların orduya karşı çaresiz kaldığı dönemlerde ise Patrikhane, Ermeni diasporası, Batı diplomasisi ve hükümetleri üzerinde büyük baskı kuran Batı medyası ve kamuoyu Zeytun’un imdadına yetişti.
İçeriden ve dışarıdan yapılan tüm bu müdahalelere ve kendilerine sağlanan devasa desteğe rağmen, Zeytun’daki öz-yönetim kalkışması akamete uğradı. Bunun için on binlerce askerini ve Kıbrıs gibi stratejik bir bölgeyi feda etmekten kaçınmayan Osmanlı hükümeti, bir devlet gerçekten şayet kararlı davranırsa ve dışarıdan doğrudan askeri müdahale olmadan öz-yönetim/özerklik kalkışmalarının asla başarılı olamayacağını tüm muhataplarına gösterdi.
***
Zeytun Hükümeti’nin ilanından 150 yılı aşkın bir süre sonra, Anadolu’daki son komitacı örgüt, ülkemizin doğusunda benzer bir kalkışma yaptı. Ama daha dezavantajlı koşullarda ve daha güçlü bir devlete karşı başlatılan bu kalkışma da yenilmeye mahkûmdu.
Evet, yine yenilecekler. Hatta bu sefer daha kolay yenilecekler. Çünkü arkalarında ne Zeytun ve Sason’daki gibi bir halk desteği, ne de Türkiye’yi donanması ile tehdit eden güçlü bir İngiltere ve Fransa var.
Dahası seküler/sosyalist ideolojilerine rağmen kilisenin ve belli düzeyde de olsa geleneksel kurumların/liderliklerin desteğini alabilmiş olan komitacı atalarından farklı olarak, şimdikiler dini/geleneksel olan her şey ile kavgalılar. Bu yüzden İslam’ın barbarlığına karşı uygarlığın değerleri adına savaştıklarını iddia eden ideolojik ataları gibi, onlar da Müslüman halkın gözlerinin içine baka baka İslam(cılığ)a karşı modern/demokratik uygarlık ile ittifak yapmak istediklerini haykırıyorlar.
Batı’nın ordularına gönüllü asker yazılmaya can atan bu son komitacılar, en ciddi kalkışmalarını en haksız oldukları ve anaların bu savaşı en az onayladığı bir dönemde başlattılar. Üstelik on dokuzuncu yüzyılın Osmanlı’sına göre çok daha güçlü olan Türkiye Cumhuriyeti, PKK ile olan savaşında hiç bu kadar haklı olmamıştı. Bu ülkenin komitacılık ile olan birkaç yüzyıllık savaşından ve son 40 yıllık mücadeleden ders almamış bir örgütün karşısında barış için her türlü riski almış, ama bu arada her türlü savaşa da hazırlanmış kararlı bir hükümet var.
Bu millet en güçsüz olduğu dönemde bile Taşnak ve Hınçak’ın öz-yönetim denemelerini, çok ağır bedeller ödemek pahasına, engelledi. Bugün de neye mal olursa olsun, İslam’ın kadim yurdunun PKK ile Endülüsleşmesine izin vermeyecektir. 

Yorumlar kapatıldı.