İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dikkat akacak kan aranıyor! Vatan-Millet İdeolojisi Üzerine Prolog (1)

Murat Utkucu
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Vatan eğer uğrunda ölen varsa vatandır!” (Mithat Cemal Kuntay)
Hitler, bu dizeleri duymuş olsaydı Ari kanı taşımadığı için kahredeceği şairlerden ilki, sanırım Kuntay olurdu. Vatan ve Bayrağın, hayat ve temsiliyet değil kan ve ölüm üzerinden yüceltilmesi Faşizme özgüdür çünkü. Kuntay, o kötü şiirinin son iki dizesinde tıpkı Frankist General José Millán Astray gibi ölümü öpüp başı üstüne koyar: Viva la Muarte!… Ya Vatan? Herkesin mutlu yaşayıp sıralı ölümü hayal ettiği, çocuklarının mürüvvetini görmek için dua ettiği, akşamları sahile inip kafa dinlediği, sabahları duraktan otobüsüne binip işine gittiği, ev ve sokaklar, semtler yani şu bizim memleket?… Nerde canım efendim nerde! Kuntay’a göre değildir. Kan kuyusudur vatan. Mezarlıktır. Ne kadar ölü o kadar vatandır! Dev bir morgdur anlayacağınız. İşin kötüsü faşizmin kitle tabanı genişledikçe böyle düşünenlerin sayısı hızla artmaktadır.İyi de bayrak sadece devleti değil halkı da simgelemez mi?

***
 “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Vatan eğer uğrunda ölen varsa vatandır!”
(Mithat Cemal Kuntay)
Hitler, bu dizeleri duymuş olsaydı Ari kanı taşımadığı için kahredeceği şairlerden ilki, sanırım Kuntay olurdu. Vatan ve Bayrağın, hayat ve temsiliyet değil kan ve ölüm üzerinden yüceltilmesi Faşizme özgüdür çünkü. Kuntay, o kötü şiirinin son iki dizesinde tıpkı Frankist General José Millán Astray gibi ölümü öpüp başı üstüne koyar: Viva la Muarte! Çocukların bayramlarda güle oynaya salladığı o ince çıtalara tutturulmuş parlak kâğıtlara rengini veren kandır ona göre. İzmirli kadının balkon korkuluğuna göğsünü gere gere 29 Ekim’de astığı da kanlı bir bezden başkası değildir. Ya Vatan? Herkesin mutlu yaşayıp sıralı ölümü hayal ettiği, çocuklarının mürüvvetini görmek için dua ettiği, akşamları sahile inip kafa dinlediği, sabahları duraktan otobüsüne binip işine gittiği, ev ve sokaklar, semtler yani şu bizim memleket? Salıncak sırası bekleyen çocuğun iç sıkıntısından başka bir azap olmadığı düşlenen çocuk bahçesi değil midir vatan? İnsanların doğduğu ve doyduğu mesela bayram yeri gibi bir yer falan? Nerde canım efendim nerde! Kuntay’a göre değildir. Kan kuyusudur vatan. Mezarlıktır. Ne kadar ölü o kadar vatandır! Dev bir morgdur anlayacağınız. İşin kötüsü faşizmin kitle tabanı genişledikçe böyle düşünenlerin sayısı hızla artmaktadır.
İyi de bayrak sadece devleti değil halkı da simgelemez mi? Küba bayrağı gördüğünüzde sadece güzel bir ada değil müzik, dans, yoksul ama onurlu bir halk gelmez mi aklınıza? Eğer ucuz bir antikomünist değilseniz tabii. Suud’un kılıçlı ayetli bayrağı; sadece erkeklerden ibaret bir kraliyet ailesini değil, sonradan görme pespaye bir ilkelliği, kadınların parya muamelesi gördüğü tarih öncesi fundamental bir klanı hatırlatmaz mı herkese? —Siz hiç Suud bir aşk romanı okudunuz, ne bileyim bir polisiye izlediniz mi hayatınızda?— Üstelik bu kılıçlı bayrak antipatisi, Müslümanlar için de geçerli! Yoksa Arap kara baharının zavallı mültecileri neden Sahra sınırına değil de utanmaz arlanmaz Hıristiyan Batı’nın kapısına dayansınlar değil mi ölüm ve aşağılanmayı göze alıp!
Bayrak, devlet ve halk hakkında fikir verir, bu doğru! Ama dünyanın bütün milliyetçileri için bayrak; mermi ağızda bir tüfek, hedefe kitlenmiş bir roket, gözünü kan bürümüş bir psikopat, bela arayan bir külhanbeyi, komşusunun malına göz dikmiş mütecaviz ve aç gözlü bir arsa simsarıdır. Üstelik dünyanın bütün milliyetçileri için işgal ettikleri topraklar, vatan savunması içindir. Bayrak adına ne yapılırsa meşru müdafaaya dâhildir. Mesela, bir Türk Milliyetçi için, 1453’te şehrini savunan Bizanslı ile 1915’te Çanakkale’yi yarıp İstanbul’u işgal etmek isteyen Britanya askeri arasında fark yoktur. Ona göre, Ulubatlı Hasan ile Seyit Onbaşı; 462 yıl arayla aynı kutsal amaç için canını ortaya koyar. Oysa ki biri düpedüz işgalci bir mütecaviz diğeriyse toprağını savunan bir mazlumdur. Ama mesela Mehmet Akif’in zihninde, Osmanlı; Konstantinopolis surlarında da Çanakkale tabyalarında da aynı tek dişi kalmış canavara karşı mücadele eder. Bunun nasıl zalimce bir tutarsızlık olduğu aklının ucundan geçmez. İşgal ederken de haklıdır işgale uğrarken de. Çünkü Akif de, milliyetçiliğin vicdanî körlüğünden mustariptir. Oysa biliriz, iyi ve dürüst bir insandır kendisi. Ama insaniyeti, hakikati görmesine yetmez işte. Halkına saygı bekler ama saygı duymaz.
Hakkını yemeyelim, Arif Nihat Asya bu konuda Akif’ten daha tutarlıdır. Ona göre işgal, zaten meşrudur. Vatan, mevcudu korunacak değil sınırları genişletilecek bir coğrafyadır. Hitler’in tanımış olsaydı NASDP üye kartını kendi elleriyle dolduracağına şahsen inandığım bu kıymetli şairimiz —şiirleri hamaset yüklü ve etkileyicidir. Az faşist şairde bulunan bir özelliktir bu— bakın bayrağı için neler arzular: “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım… Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim: Yeryüzünde yer beğen! Nereye dikilmek istersen, Söyle, seni oraya dikeyim!” Ne kadar şanslıyız değil mi? Mithat Cemal’in bayrağından akan kan, Arif Nihat Asya’nın dizelerinde yolunu bulur. Öteki bayraklarla birlikte yaşama iradesi yoktur bu şiirde. Başkasının en basit bir yamuğu savaş nedenidir. Yan bakmayı geçtik, aynı gözle bakmamak savaş nedenidir! İyi de elin adamı neden senin bayrağına aynı duyguyla baksın ki? Sen elin bayrağına gözyaşları içinde mi bakıyorsun yani? Olsun! Arif Bey öyle buyurmuş bir kere. PEKİ, VATAN NERESİDİR?Hani uğrunda ölünen vatan? Tabii ki bayrağın artık paşa gönlü nereyi dilerse işte oraya dikildiği yerdir. Avustralya sahilleri mi geçiyor içinden. Tutana aşk olsun! New York mu? O biraz sıkar! Peki, kim can verecek? Kuntay mı, Arif Nihat mı, yoksa Taner Yıldız ya da AKP’li vekillerin oğulları mı? Hadi canım sen de! Yoksulun tohumuna kim para vermiş? Tabii ki ölecek olan emekçi çocukları, bir de hani şu Soma’da kurtarıldıktan sonra ambulansta çizmesini çıkartacak kadar devletine saygılı Madenci Murat var ya, işte onun torunları! Şehitlik edebiyatı yapanların, çocuklarını askerden kaçırmak için ne hastalıklar icat ettikleri hepimizin malumu. Bedelli askerlik de kutsal vatan vazifesi ile yatıp kalkan bu ülkede, bir başka yaygın askerlikten yırtma yolu. Yanlış anlamayın lütfen. Zorunlu askerliğe karşıyım ve vicdani reddin insan hakkı olduğunu düşünüyorum. Devletin vicdani redde, ölümüne karşı olması da kahraman Türk halkına zerre kadar güvenmediğinin bir göstergesi tabii ki. Nasıl güvensin? Bedelli askerlik için başvuranların çoğu, Kürt savaşında sözümona şehit olmak için can atan çakma Malkoçoğulları? Nereden biliyoruz? Sanal medya sağ olsun! Görseniz günde üç posta şehit olup diriliyor sanırsınız. O hâlde bizim milliyetçi Türkler asker filan doğmuyor, doğuyorsa da sonradan askerlikten fena hâlde soğuyor ve kaçmak için can atıyorlar. Bedelli askerliğin gündeme geldiği her dönemin nasıl bir ihanet tartışmasına döndüğünü biliyoruz. Zengin gençlerin hayatlarını parayla satın alması sahiden vicdanları yaralayan bir durum. Yoksul, sakat kalır ya da ölürken birinin parasıyla hayatta kalması! Peki, siz İstiklal Savaşı olarak bilinen 1919-22 Döneminde, savaşın en ateşli günlerinde, İlk Ankara Meclisi’nde, bedelli askerlik için kanun teklifi sunulduğunu biliyor muydunuz? Yok artık! İnanmam diyorsunuz. Ama değil. Teklifi savunanların neler dedikleri tutanaklarda yazılı. Ama karşı çıkanların söyledikleri çok açık: Aynı kasabada biri yavuklusunu bırakıp savaşa yani ölüme giderken zenginin parayla hayatını satın alıp geride kalanın nişanlısına göz koymasına karşı siz sahi savaşacak kimi bulacağınızı sanıyorsunuz?
Vatan ve savunması üzerine düşünmeye devam edeceğiz. Sahi, ne kadar çok şeyi kolayından okuyor, anladığımızı sanıyor ve sorgulamadan sahipleniyoruz. Bu tespiti 9 Eylül 1922’de yani Yunan askerlerinin denize döküldüğü gün olarak kutlanan tarihte İzmir’de tek bir Yunan askerinin dahi kalmadığını ve denize dökülenlerin —aslında katledilenlerin— bin yıllık İzmir Halkını oluşturan Rumlar olduğunu yeni öğrenen biri olarak yazıyorum. Ne çok şeyi kolayından biliyoruz. Nasıl da vicdanen yara bere içindeyiz de farkında değiliz. Ama öğreniyoruz. Hızla öğreniyoruz. Ve birileri de iç savaş arzusunda kan arıyor. Gençlerin yaşlıların çocukların akacak kanını arıyor. Vermeyeceğiz.

Yorumlar kapatıldı.