İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İHD, 6-7 Eylül’ün yıldönümünde, ‘Bir daha asla!’ dedi

Hrant Kasparyan / Demokrat Haber
60. yıldönümünde 6-7 Eylül Pogromu’nda hayatını kaybedenleri anmak ve adalet talebiyle bir araya gelen İnsan Hakları savunucuları “Bir daha asla” eylemi düzenledi. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu, 6-7 Eylül 1955’te başta Rumlar olmak üzere gayrimüslim azınlıklara yönelik olarak düzenlenen pogromun 60. yıldönümünde İstanbul Beyoğlu’ndaki Galatasaray Meydanı’nda anma ve protesto eylemi düzenledi.

38 insanın hayatına mal olan ve resmi kayıtlara göre 15 kişinin öldürüldüğü belirtilen 6-7 Eylül Pogromu’nun özel savaş harekâtının bir parçası olarak planlandığını belirten İHD, 60 yıl geçmesine rağmen devletin hâlâ özür dilememiş olmasına dikkat çekti.
“Bir daha asla” yazılı pankartın açıldığı eylemde, Rumca müzik dinletisiyle birlikte, 6-7 Eylül 1955’te saldırıya uğrayan kilise, manastır ve mezarlıkların fotoğrafları da basına ve kamuoyuna teşhir edildi.
6-7 Eylül Pogromu’nda hayatını kaybedenler, 60 yıl sonra saldırıların başladığı noktadan, İstanbul Beyoğlu’nda yakılan mumlarla anıldı.
 
Anmada İHD İstanbul Şubesi, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon adına yapılan açıklamayı, İHD Merkez Yönetim Kurulu üyesi avukat Eren Keskin, İHD Genel Başkan Yardımcısı Meral Çıldır ve Komisyon’un üyeleri okudu.
Açıklamada, saldırıların ana akım medyada fotoğraflara yansıdığı gibi sadece İstiklal Caddesi veya İstanbul’da değil, İzmir, Ankara, Urfa, Mardin ve diğer birçok ilde yaşandığına, Rumların yanı sıra Ermeni, Süryani ve Yahudilerin de hedeflendiğine, sadece işyerlerin değil evlerin, kiliselerin, manastırların ve mezarlıkların yakıldığına ve yağmalandığına dikkat çekildi.
İHD Merkez Yönetim Kurulu üyesi avukat Eren Keskin, İHD Genel Başkan Yardımcısı Meral Çıldır ve Komisyon’un üyeleri tarafından okunan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“6-7 Eylül 1955, kitlesel yakma, yıkma, yağma, linç, tecavüzün adıdır.  Öncelikle Rumların, ama aynı zamanda Ermeni ve Yahudilerin ev ve işyerlerine yöneldi gözü dönmüş kalabalıkların saldırıları.
Yoğun olarak İstanbul’da, ama yalnızca en çok fotoğraflarını gördüğümüz İstiklal Caddesi’nde değil, şehrin bir başından öbür başına, hemen her semtinde yaşandı bu korkunç boyutlardaki saldırı. Yalnızca İstanbul’da değil, İzmir ve Ankara’da da benzer olaylar yaşandı, üstelik Urfa, Mardin, Midyat’ta da Süryanilere saldırıldı.
“BASINA SERVİS EDİLEN RESİMLER ‘ZENGİN AZINLIKLAR’ ALGISINI PEKİŞTİRİYOR”
6-7 Eylül’le ilgili en yaygın bilinen fotoğraflar dükkanlara, işyerlerine yönelik tahrip ve yağmaya ilişkindir. Böyle bir temsil, insan zihninde yanlış bir algıya hizmet eder. Bu, “azınlıklar zengindir ve saldırı bu zenginliğe karşı yapıldı” algısıdır. Oysa 6-7 Eylül kimi aydınların dediği gibi bir servet düşmanlığı değildir. Yaygın algının kodlarına göre “zengin azınlıklara” karşı yapılmamıştır. İnsanların etnik, dinsel kimliklerine, yani ne olduklarına, varlıklarına karşı yapılmıştır.
Bunun somut kanıtı kiliseler ve mezarlıklardır. Saldırılar en yıkıcı, en tahrip edici yüzünü başta Rumların olmak üzere gayrimüslimlerin kutsallarına, kiliselerine, sinagoglarına, mezarlıklarına karşı göstermiştir. Binlerce yıllık bir kültürün izleri yok edilmek istenmiştir.
Kiliseler birkaç saat içinde harabeye çevrilmiş, dinamitler patlatılmış, ateşe verilmiştir. Kilise içinde kutsal eşyalar tahrip edilmiş, İsa tasvirlerinin gözleri oyulmuş, haçlar kırılmış, mezarlar açılıp cenazelerin kemikleri ortalığa saçılmış, yeni gömülmüş bir cenaze ağaca asılarak karnına Türk bayrağı saplanmıştır.
NEFRET SUÇUNDA ERMENİ KİMLİĞİNE ODAKLANILIYOR
Saldırganlığın bu derecesi, Türk toplumunda var olan, Müslüman olmayanlara karşı her an canavarlaşabilecek ırkçılığın ve nefretin boyutlarını gösterir. Bu, 1955 yılında kalmış bir şey değil. Malatya Zirve Yayınevi katliamı aynı potansiyelin bugün de her an eyleme dönüşebileceğinin kanıtıdır. Sık sık dile getirilen “PKK’lıların hepsi Ermeni” sözleri de bunun göstergesidir. Kürt olmak yetmez, Ermeni olmaları gerekir nefreti katlamak için.
Fotoğrafların yanıltıcı olabileceğinden bahsetmiştik. Tıpkı sadece dükkanların yağmalanmasını gösteren, böylece “zengin azınlıklar” ve onlara tepki algısını pekiştiren fotoğraflar gibi, İstiklal Caddesi’ndeki tankları gösteren fotoğraflar da yaygın olarak kullanılmakta. Bunlar, Türk devletinin yabancı ajanslara servis ettiği, devletin kontrolü sağladığının kanıtı olarak sunulan fotoğraflardır. Oysa iki gün süren yağma, yakma, linç ve tecavüzlere asker de, polis de seyirci kalmıştır.
Çünkü 6-7 Eylül bir devlet örgütlenmesidir. Devletin soykırımlarla yerleşen köklü suç işleme, hukuk dışına çıkma, gerekirse komplo düzenleme geleneğinin, insanlık dışı sonuçlara yol açan çarpıcı bir örneğidir.  Evet, düpedüz yasadışı bir örgüt gibi devlet, 6-7 Eylül için bir komplo düzenledi. Galeyana getirmenin aracı olarak Atatürk’ün Selanik’teki evine yerleştirilen bombayı bizzat MİT koydurmuştu.
Amaç o günlerde Londra’da toplanan Kıbrıs konferansına Türklerin ne kadar kararlı olduğunu göstermektir. Bombayı MİT’in koyduğu, 27 Mayıs darbesinin Yassıada Mahkemelerinde tutanaklara geçti. Ama yakın zamana kadar bu gerçek Türk kamuoyuna, bilincine, adalet duygusuna ulaşmadı.
Şimdi mümkün olacak en kısa şekilde, pogromun sadece İstanbul’daki bilançosunu verelim: Yakma, yıkma, yağma,  tecavüz, linç, Yeşilköy’den Nişantaşı’na, Aksaray’dan Edirnekapı’ya, Laleli’den Bakırköy’e, Beykoz’dan Kalamış’a, İstinye’den Çengelköy’e kadar 40 km2 alana yayıldı.
Öldürülen kişilerin sayısı, kayıtlara geçtiği kadarıyla 37’ydi. Kayıtlara 60 olarak geçen tecavüz vakasının gerçek sayısı ise 400 civarındaydı. Bazı kadınlar tecavüz edildikten sonra öldürüldü. 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas diri diri yakıldı.
En az birkaç rahip bıçakla ve zorla sünnet edildi. Onlarca kişi linç edildi. 4 bin 214 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog, işyeri ve dükkan benzeri toplam 5 bin 317 mekan yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. Bu veriler uluslararası literatürde 6-7 Eylül hakkındaki en kapsamlı kitabın yazarı olan Speros Vryonis’in verdiği rakamlar.
6-7 Eylül pogromu Türkiye Cumhuriyeti devleti eliyle düzenlenen ve sonuçları çok ağır olan bir “özel savaş harekatı”dır. Ama yaşananların bize gösterdiği, en az bunun kadar önemli ikinci gerçek, kitlesel halk katılımıdır. Halk katılımı konusunda Speros Vryonis titiz bir çalışma yapmış, İstanbul Emniyet Müdürü’nün Yassıada mahkemesinde verdiği 300.000 kişi bilgisini inandırıcı bulmamış, elindeki verilerle bu sayının 100.000 olduğunu belirtmiştir.
Yani o günkü İstanbul nüfusunun onda biri. Şehrin bugünkü nüfusuna oranlarsak bu, 1 buçuk milyon kişi demektir. Bugün böyle bir yıkıcılığa 2 buçuk milyon kişinin bilfiil katıldığını düşünürsek, halk katılımının boyutlarını daha iyi görebiliriz.
6-7 Eylül iki bin yıllık Rum uygarlığına, kendi topraklarında, ağır bir darbe vurdu. Bir zamanlar bu coğrafyada en kalabalık Hıristiyan toplumunu oluşturan Rumların anayurtlarından göçü büyük bir hız kazandı. Diğer gayrimüslimler de etkilendi.
20. yüzyılın başında bu coğrafyada yaşayan her 5 kişiden biri, yani nüfusun yüzde yirmisi gayrimüslimken, bugün bu oranın binde bire düşmesinde, öncelikle soykırımlar rol oynadı. Ancak Cumhuriyet döneminin “azınlık karşıtı politikaları”nın bir parçası olarak 6-7 Eylül 1955 pogromu da nüfus kaybında çok önemli bir dönüm noktası oldu. 
·         6-7 Eylül pogromu bu memleketin ne yapsa arınamayacağı bir utanç sayfasıdır.
·         Devlet tarafından örgütlenmiş, ama halkın çok geniş bir kesimi tarafından hayata geçirilen, topluca işlenmiş bir suçtur. Devlet kadar toplumun geniş kesimleri de suçludur.
·         Devlet suç işlemiş, suçunu kabul etmemiş, üzerini örtmüş, hesabını vermemiş, Rum toplumunun ağır kayıplarını tazmin etmemiş, bir özür bile dilememiştir.
Bizler, insan hakları savunucuları, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtları olarak, bugün, 6-7 Eylül pogromunun 60. yılında bir kez daha yapılanı lanetliyor, derin utancımızı dile getiriyor ve ‘Bir daha asla’ diyoruz.”

Yorumlar kapatıldı.