İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Geride kalan tek Ermeni köyü: Vakıflı

Halil İmrek
Vakıflı, Hatay’ın Samandağ ilçesine dört km uzaklıkta bir Ermeni köyü. Onca köyden onca yerleşim alanından sonra “Türkiye’nin tek Ermeni köyü” olma özelliğini sürdüren Vakıflı şimdi turistlerin, gazetecilerin uğrak yeri. Biz de Vakıflı köyünü ve doğanın kollarına bırakılmış civarındaki Ermeni coğrafyasını gezdik.

Vakıflı, Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı, yüzlerce yıl Ermenilere ev sahipliği yapmış ve ayakta kalmış tek köy. Musa Dağı eteklerindeki Hıdırbey Vadisi’nin doğal devamı niteliğinde, Akdeniz’i tepeden seyreden ve Yayladağı-Suriye sınırına 30 kilometre uzaklıkta şirin bir yer. Oysa o civarda altı Ermeni köyü daha varmış. Ancak Vakıflı dışında Ermenilerin yaşadığı ne köy ne de başka bir yer kalmış.
Vakıflı bir nefes borusu, bir gönül diyarı olmuş Ermeniler ve halkları ayrımsız sevenler için. Bakınca bunu hissediyorsunuz.
Antakya’da Mistik defne ağaçlarının koyu yeşil yaprakları arasından sızan Akdeniz güneşi insan tenine işlediğinde, fışkıran terin bıraktığı tuz sizi rahatsız ederken imdadınıza Asi Nehri’nin açtığı vadiden geçerek gelen ve denizden esen rüzgâr yetişir.
Defne ağaçlarının saldığı koku insanı eski çağlara götürür. Ve baş döndüren büyüleyen kokunun sebebi genç ve güzel bir kadın olan Dafne’dir. Bir inanışa göre çok güzel bir kadın olan Dafne, Apollon’la karşılaşır. Daha ilk bakışta ona âşık olan Apollon’dan kaçmaya başlayan genç kadın çaresiz kalınca ağaca dönüşmek için yalvarır. İşte bu ağaç kokusunu gençliği ve güzelliğini dillere destan Dafne’den alır.
Antakya’ya rüzgârın kapısı derlermiş Romalılar. Akdeniz’in mavisini, tadını, tuzunu taşıyan rüzgâr bir nebze de olsa rahat nefes aldırır ayaktaki ağaca, kuşa, börtü böceğe, gölgesinde yatan insana.
Ermeni coğrafyasında başımızı kaldırdığımızda asırlık çınar ağaçları, yenidünya, erik ve çok sayıda nar ağaçlarını görüyoruz. Sonra iki yanı yeşil bahçelerle kaplı ve kıvrılıp giden yokuş bir yoldan aşağı iniyoruz. Bir tarafta Kel Dağı, ucunda Akdeniz ve arkasından Suriye tarafı… Kel Dağı’nın yarısı Samandağ’ında yarısı Suriye’de. Diğer adı Cebel-i Akra olarak bilinen Kel Dağı da pay edilmiş. Yerel halk daha çok Cebel-i Akra diyor. Diğer tarafta ise Musa Dağı’nın geniş etekleri yayılıyor.
Tarih ve doğanın iç içe olduğu, zeytin ve çam ağaçlarıyla kaplı yayla köyleri insanı içine çekiyor.
Vakıflı köyüne girdiğimizde Ermeni taş ustalarının elinden çıkmış, mimarisinin hemen farklılığını hissettirdiği evler dikkatimizi çekiyor. Evler doğa ile bir bütünlük oluşturmuş. Çok etkileyici bir doğal güzelliği var, insanı hayretler içinde bırakıyor.
Suyun parlayarak akışı, nar ağaçları, zeytinlikler, verimli ova…
İnsanları, hayvanları, bitki örtüsü, yeryüzü şekilleriyle bir bütün olan doğa ne yazık ki, insandan mahrum. Bu coğrafyanın bir parçası olarak insan unsuru yani Ermeni halkı yok edilmiş…
Yazın sonlarındayız. Narlar artık olgunlaşmaya başlamış. Evlerin bahçe duvarlarının üzerinden insana gülümseyen nar ağaçlarının meyveleri ağızlarını güneşe çevirmiş kana kana içiyor. Ve nar farklılıkların bir arada kardeşçe yaşayabileceğine olan inancın ifadesi olarak kabul edilmiş halklar tarafından. Her halk bir nar tanesi… Oysa burada Ermeniler yok!
Bir de burayı Nisan’da ziyaret etmek var. O zaman portakal çiçeklerinin, nar ağaçlarının, kekiğin mis kokusu kaplarmış olur her yanı.
ONCA HALKTAN KALAN SON ERMENİ KÖYÜ
Kilikya Ermenilerinden ilk olarak Cicero’nun yazdığı mektuplarda ‘İskenderun Körfezi etrafında yaşayan çok sayıda Ermeniler’den bahsedilir. Yaşanan soykırımlar, katliamlarla birlikte zamanla buradaki Ermenilerin bir kısmı Kel Dağ’ın arkasına, bir kısmı ise Musa Dağı eteklerine çekiliyor. Kimi göç yollarında kimi Osmanlı ordusu ile çatışmada ölüyor kimileri de başka ülkelere yetişebiliyor.
Milyonlardan, yüz binlerden gelinen nokta “Son bir Ermeni köyü.” Türkiye ne kadar övünse az!
Egemenler için, medya için Vakıflı köyü bir vitrin olarak kullanılıyor. “Bakın halen nüfusu-muhtarı Ermeni olan bir köyümüz var” görüntüsü veriliyor.
ORGANİK TARIMLA UĞRAŞIYORLAR
Vakıflı köyünde yaşayan Ermeniler, organik tarımla uğraşıyor. Yetiştirdikleri ise, portakal başta olmak üzere narenciye ürünleri ve nar ekşisi, zeytinyağı gibi ürünlerle geçim kaynakları. Organik tarıma kadınlar öncülük ediyor. Bunun için Vakıflı Köyü Kooperatifi kurulmuş. 2005 yılında Kadınlar Kolu’nun kurulmasıyla kooperatifin çalışmaları hareketlenmeye ve çeşitlenmeye başlamış. 5 kadınla kurulan kooperatifin kadınlar kolunda bugün 27 kadın çalışıyor.
Kadınlar; evlerinde ürettikleri reçel, defne sabunu, meyve suyu, defne yağı, nar ekşisi, 17 çeşit likör ve şarabı köydeki kilisenin bahçesinde, köyün çay bahçesinde satışa sunuyorlar.
BAŞKA KATLİAMLAR OLMASIN
Vakıflı köyünü gezerken insan ister istemez hüzünleniyor. Her taşı, her yapısı, her ağacı insana hüzün veriyor. Kendi topraklarında sürülen, soykırıma uğrayan ve bugün tek köye (Vakıflı) sıkışmış kadim bir halkın yüzüne bakmak insanı sıkıyor! Canını acıtıyor… 100 yıl önce bu coğrafyadaki Ermeniler, kapıları çekmişler, çıkıp gitmek durumunda kalmışlar. İnsan ol da utanma!
Oysa 100 yıl önce acı çeken, yerinden edilenlere karşı bir sorumluluğumuz olmalı. Bunun acısını ve utancını hissetmeliyiz. Türkiye artık geçmişiyle yüzleşerek acıyı acısı saymalıdır. Bu tür katliamlardan ders çıkarılmalı ki yeni acılara neden olmasın. Bu topraklarda başka acılar, başka katliamlar, başka tehcirler, soykırımlar yaşanmasın.
Burada gezilecek görülecek onca yer var. Ama her yerinde insanı hüzünlendiren bir hikâye… Musa Dağı, Musa ağacı, Ab-ı Hayat Çeşmesi… Gezmeye ve görmeye değer bir çok yer arasında.
MUSA DAĞI DİRENİŞİ, MUSA DAĞI İSYANI
Musa Dağı Ermenilerinin dağa çıktıkları, burada Osmanlı askerleriyle çatışmaya girdikleri yerdir.
Vakıflı dâhil altı Ermeni köyünden Musa Dağı’na çıkan insanlar, Osmanlı ordusundan gelenlere günlerce direnmişler.
1915’te, Osmanlının tehcir kararına uymayarak, Musa Dağı’na çıkan ve orada Osmanlı ordusunun kuşatması altında haftalarca direndikten sonra bir Fransız savaş gemisinin onları Mısır’daki Port Said Limanı’na götürmesiyle kurtulan 4 bin Ermeni’nin hikâyesidir bu dağdan aşarak yüzümüze vuran güneşin yansıttıkları.
MUSA AĞACI
Musa Ağacı, Samandağ ilçesine 6 km uzaklıktaki Hıdırbey köyünde bir dere kenarında bulunmaktadır. Gövdesinin çevresi 35 metre olan ağacın Hz. Musa’nın asasının Ab-ı Hayat (ölümsüzlük suyu) sayesinde filizlenip kök salmasıyla meydana geldiğine dair efsaneler anlatılmaktadır.
Musa Ağacı ile ilgili mitolojik hikâye şöyledir: Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın Samandağ buluşmasından sonra Hz. Musa, Musa Dağı’na çıkmak üzere yola çıkar. Hıdırbey köyündeki Musa Ağacı’nın bulunduğu yere geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere sapladıktan sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içip döndüğünde ise, yere diktiği bastonunun bir çınar filizi haline geldiğini ve yeşerdiğini görür. İşte günümüzde “Musa Ağacı” olarak bilinen bu ağacın, Hz. Musa’nın bastonunun yeşermesiyle meydana geldiğine inanılır. Çınar ağacının, bilim insanlarına göre, 1000-1200 yıllık bir geçmişinin olduğu tahmin edilmektedir.
http://www.evrensel.net/haber/260005/geride-kalan-tek-ermeni-koyu-vakifli

Yorumlar kapatıldı.