İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ölü Ozanlar Köyünün Memed’i – 2

Arat Barış Altan /  arat.guven@hotmail.com
Ermeni olduğunu çekinmeden söyleyebilirsin, ben Kürt olduğumu söyledim… Sustuğumu görünce üstelemedi.Bizim köyde bir kilise var gazeteci abi. Kilisenin hali harap şimdi; içerisinde koyun beslediler, altın aramak için kırıp döktüler. Buralar Ermeniler’in yurdu biliyorum. Biz onların komşularıydık, birlikte yeni güne uyanıyorduk. Kürtler, Osmanlı entrikalarıyla baş edemedi, komşularını yalnız bıraktı, düşmanla saf tuttu. Komşusuz kaldık, Ermenilerle beraber merhametimizi, ağzımızın tadını yitirdik. Ayrı gayrımız yoktu oysa, birlik olmadığımız için bir bir yok oluyoruz. Ben niye hiç gülmüyorum biliyor musun gazeteci abi; geçmişte ağlayan çocukların çığlıkları peşimi bırakmadığı için. Anıları incinsin istemiyorum.

***
Bir muhtarın (muhbir) kamu güvenliği için ne derece kıymetli olduğunu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tekraren ifade etti. Bizde ehemmiyet ettik ve bu itibarla da köyleri gezmeye karar verdik.
“Yalnız kalmak ve kitap okumak dışında yaşadığımı kimse iddia edemez, ölü bir ozan gibiyim” diyerek kendisini tanıtan Memed’in ağzından Ölü Ozanlar Köyünün hikayesine kaldığımız yerden devam edelim.
Derin uykudan uyanır gibi miskin bir ağırlıkla; adın ne gazeteci abi diye sordu? Arat dedim. Sen Ermeni misin, atalarının köyünü bulmak için mi geldin, hazine mi arıyorsun… Sorular pes peşe geldi, önü kesilen bir suyun bendini yıkıp oluk oluk akması gibi.
Her ağaç kendi kökü üzerinde yeşerir Memed, bir dal parçası bile o yüce ağacın varlığının kanıtıdır. Hazine aramıyorum, hazineyi buldum! Hazine sensin…
Ermeni olduğunu çekinmeden söyleyebilirsin, ben Kürt olduğumu söyledim… Sustuğumu görünce üstelemedi.
Bizim köyde bir kilise var gazeteci abi. Kilisenin hali harap şimdi; içerisinde koyun beslediler, altın aramak için kırıp döktüler. Buralar Ermeniler’in yurdu biliyorum. Biz onların komşularıydık, birlikte yeni güne uyanıyorduk. Kürtler, Osmanlı entrikalarıyla baş edemedi, komşularını yalnız bıraktı, düşmanla saf tuttu. Komşusuz kaldık, Ermenilerle beraber merhametimizi, ağzımızın tadını yitirdik.
Ayrı gayrımız yoktu oysa, birlik olmadığımız için bir bir yok oluyoruz. Ben niye hiç gülmüyorum biliyor musun gazeteci abi; geçmişte ağlayan çocukların çığlıkları peşimi bırakmadığı için. Anıları incinsin istemiyorum.
Soru sormama fırsat vermeden yaşlı bir derviş edasıyla konuşuyordu Memed. Muhtarların muhbirlik yapması üzerine konuşmak isterken kendimi bambaşka bir serüvenin içerisinde buldum.
Bu memlekette köylücülük; fakirliğin tarihçesidir. Çocuğunu zor bela okula gönderir. Ne bir harçlık ne bir ilgi; etini kendisine alır, kemiğini hocasına verir… Oğlanı al hoca hüküm de senin, ferman da… Kızlar hâlâ okutulmaz. Mütemadiyen gelin olma adayıdır, küçüklüğünden tutun erişkin zamanlarına kadar.
Çocuğun evlilik zamanı geldi mi fukara babanın boğazı kurur, dizleri titrer. Ne ederim,  kimden borç alırım şimdi! “Ev yapana, oğul everene Allah yardım eder” bakarsın bir yerden kapı açılır, diyerek sayıklar durur. Ekin yanmasaydı halimiz böyle mi olurdu? Neyse Allah bir yerden kapı açar elbet!
Allah’ın hiç gelmeyen yardımını sayıklar dururlar. Gelecek elbet, gelmese de Allah’a hamd olsun, neyimiz eksik şükür halimiz iyi!
Gelmeyen yardıma, olmayan kısmete şükür ha! Evet gazeteci abi… Ama bu bir tevekkül meselesi yahut itikadın neticesi değil. Yoklukla, fakirlikle yoğrulmuş insanların alışkanlığıdır.
Bir de yağmurun, karın, börtü böceğin sıkıntısı var. Yer gök kavrulmuştur hasretle yağmuru bekler… Gecenin bir vakti yağmur başlar, börtü böcek duaya durur. Köylünün hali yine harap; toprak damlı evinde oturur da sabahı getirmez. Yağmur suyu sicim gibi evin içine akar. Çoluk çocuk perişan olur, sabahi zor getirirler.
Bu anlattıklarım çoğu insana eski zamanların hikayesi gibi gelecek ama şunu bilsinler ki; ülkenin varlığını, birliğini, bütünlüğünü umursamayan köyler, bu köylerde hayat süren insanlar var.
Devlet denen bir yapı varsa en evvel bu insanlara yaşam kaygısı, geçim sıkıntısı olmayan bir hayat sunmalıdır. İnsanları açıkla terbiye etme, bu yolla burunlarını sürtme anlayışı dünyanın en adi oyunudur.
Hangisi daha hakçadır; halkını doyuran, halkına refah sağlayan devletin tutumu mu, halkına muhbirlik teklif eden devletin basiretsizliği mi! Hangisi daha insanca?
Halkın kendisini sahipsiz hissettiği bir yerde; ben devletim demek bir mânâ taşımıyor.
Devlet buradaki insana ne vaad ediyor?
Batıda romantik yağan yağmur, buradaki insanın kâbusu oluyorsa; devletin bu kasveti dağıtmak için de münasip bir dili olmalı.
Koca yürekli bir çocuğun isyanını yansıtan sözler bunlar! Devlete öneri, topluma nasihat, doğaya sitem olsa da “Halkın kendisini sahipsiz hissettiği bir yerde; ben devletim demek bir mânâ taşımıyor” sözü sizce de bir manifesto niteliği taşımıyor mu?

Yorumlar kapatıldı.