İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yahudi Soykırımı: Dokunan Yanmıyor

Burcu Karakaş
Bu memleket nasıl bir yerdir ki soykırım gibi korkunç bir olayı romantize eden ifadelerle tur paketi pazarlanabiliyor? Biz nasıl bir yerde yaşıyoruz ki soykırımı destekleyen insanlar yüzleri hiç kızarmadan toplum içine çıkmaya devam edebiliyor? İfade özgürlüğünün sınırları, tüm dünyada sıklıkla tartışmalara konu olan bir durum. Avrupa ile ABD’deki yaklaşımların oldukça farklı olduğu ise bilinen bir gerçek. Türkiye’de ise yasal bir çerçeveden ziyade dönemin muktedirleri tarafından belirlenen atmosfere göre yelken açıldığını söylersek çok da yanlış bir ifadede bulunmuş olmayız. Yasalara değil, siyasi konjonktüre göre mağdur kavramının değiştiği bir coğrafyadayız. Bunun sıkıntısını çok çektik, halen de çekiyoruz.

Geçen hafta bir turizm şirketinin uzun zamandır gazetelere verdiği ilandan Twitter sayesinde yeni haberdar oldum. Bu şirket, Almanya ve Polonya’ya düzenlediği tur paketini şu sloganla pazarlıyor:
“Hitler’in hüzünlü mirası.”
Türk Dil Kurumu’nun internet sitesi açık. İsteyen “miras” ve “hüzün” kelimelerini aratarak ne anlama geldiklerine bakabilir. Söz konusu sloganı görünce şirketi arayarak bir vatandaş olarak şikayet ettim. Bir ofislerinden, “Yani o bölgede insanların yaşadıkları üzüntülerden bahsediyoruz” sözünü işittim. Diğerinden ise “Bu bir şirket politikası, kimseyi ilgilendirmez” yanıtı aldım. Bir yetkili telefondaki şikayetimden huylanarak, “Nereden arıyorsunuz” diye sordu. Daha sonra şirketin üst düzey bir yetkilisi dava açmakla tehdit ederek, “Arkanızda birileri var herhalde” diyebildi. Telefonda konuşulanları sosyal medyadan da paylaşmıştım. Anlaşılan o ki, bir vatandaş olarak gazete gibi kamusal bir mecrada verilen ilana tepki vermeme anlam verememişlerdi. Doğru ya, insanın rahatsız olduğu bir durumdan yurttaş olarak şikayette bulunması nerede olurdu ki? İlla arkamda birileri olması gerekirdi. Ne alaka yani, şikayet hakkını kullanmak hangi demokrasiye sığardı?
Sonrasında şirketten Twitter aracılığıyla bir bilgilendirme e-postası aldım. Ofislerini gazeteci olarak aramamıştım ama bir gazeteci olarak haber yazmamış olmama rağmen eksik (?) bilgiyle haber yazmakla ve iftira atmakla suçlandım. E-postada yer alan bazı ifadeler şöyleydi:
“Amaç soykırımın ve savaşın yıkıcılığına dikkat çekmektir. Bu tarz turlar Türkiye’de birçok acentenin programında toplama kampları ziyareti olarak bulunmaktadır. (…) Bu zeminsiz ve bilimsel hiçbir veriye dayanmadan paylaşımınızı en kısa zamanda düzeltmenizi ve yine ilk fırsatta misafirimiz olarak bu turumuza katılarak içeriğini anlamınızı ve yorumlamanızı sizden rica ederim. Tur dönüşünde araştırmacı bir gazeteci gözü ile tur hakkında yorumlarınızı paylaşacağınıza olan inancımız tamdır.”
Hadi yine iyiydim, bedavaya tur kazanmıştım! Bir pazarlama sloganını zeminsiz bir şekilde nasıl eleştirirdim? Hem de elimde hiçbir bilimsel veri olmadan! Araştırmacı gazetecilik de zaten turlara katılarak yorum paylaşmak demekti. Ben kimdim, neredeydim? Bu nasıl bir bakış açısıydı?
Gülüp geçtim. Sonra aradan bir hafta geçti geçmedi. Hürriyet Pazar’da Ayşe Arman’ın Yıldız Tilbe ile söyleşisine denk geldim. Tilbe çok değil, bundan birkaç ay önce Twitter hesabından Yahudileri kastederek, “Allah Hitler’den razı olsun, bunlara az bile yapmış” demişti. Gelen bazı tepkiler üzerine özür dilemek bir yana sözlerini daha ateşli bir şekilde savunmuştu. Arman’dan en azından iki tam sayfa söyleşi yapacaktıysa da bunu sormasını beklerdim. Aslında Tilbe’nin bir daha insan içine çıkamamasını beklerdim ama bu beklenti bu ülke için epey fazla!
Söyleşide beni benden alan şu satırlar oldu:
Arman: Senin bir tarafın filozof gibi.
Tilbe: Çok okurum ondan.
Şaka değil, gerçek. Tilbe’nin çok okumasına üzüleyim mi sevineyim mi, bilemedim. Ya bir de okumasaydı, maazallah?
Yıldız Tilbe’nin Türkiye medyasının tırnak içine alarak ifade ettiği gibi “Yahudi tweetleri” sonrası çevremden “Ama o da öyle bir kadın işte” diyenler olmuştu. Ciddiye almamamız gerektiğini söylemişlerdi. Halbuki dünkü söyleşiden akli dengesinin gayet de yerinde olduğunu öğrendik:
“Üç kere Balıklı Rum’a, iki kere Lape’ye yattım yavrum. Ama akıllı çıktım Allah’a bin şükür!”
Pespayeliğin dizboyu olduğu bir ortamda neyi ciddiye alıp almamamız gerektiği bir muamma ama bazı şeylerin şakası olmaz.
Bu memleket nasıl bir yerdir ki soykırım gibi korkunç bir olayı romantize eden ifadelerle tur paketi pazarlanabiliyor?
Biz nasıl bir yerde yaşıyoruz ki soykırımı destekleyen insanlar yüzleri hiç kızarmadan toplum içine çıkmaya devam edebiliyor?
Türkiye, kendi topraklarında meydana gelmiş soykırımlarla henüz yüzleşememiş bir ülke. İnsanlık suçu sayılan ve okullarda ders niyetine okutulan Yahudi soykırımını anlamaktan da fersah fersah uzak bir memleketiz. Tam da bu nedenle Yahudi soykırımına dokunan yanmıyor. Ve hatta destekçileri de maddi manevi cezasız kalıyor. Tüm bunlar nedeniyle de normalleşme imkanı doğmuyor.
“Arkanızda birileri var herhalde” diye sormuştu ya tur şirketinin üst düzey yetkilisi.
Şirket ile yaşadığım polemik sonrası Twitter’dan destek çıkan tanımadığım kişinin, “Arkanızda insanlık var” sözündeki gibi, bizzat mağduru olmadığımız olaylar konusundaki meselelere de ses çıkararak sırtımızı insanlığa yasladığımızda normalleşebileceğiz.
Burcu Karakaş
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Boston Üniversitesi’nde gazetecilik ve Ortadoğu üzerine aldığı yüksek lisans eğitimini, “Devlet Söyleminde Kürt Meselesi: Diyarbakır Askeri Cezaevi Üzerine Bir Çalışma” başlıklı teziyle tamamladı. Milliyet gazetesinde başladığı mesleği halen burada sürdürüyor.

Yorumlar kapatıldı.