İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Horoz dövüşüyle kazanılan kilise

Ermeni cemaati ve Rum Ortodokslar, kilisenin inşasında anlaşamayınca zamanın padişahına müracaat eder. Sultan da kiliseyi kimin yapacağına karar vermek için iki cemaatin horoz dövüştürmesini ister… 

Efsaneler halkın müşterek hafızası. Hakikatten bozma veya büsbütün uydurmaca olan bu hikâyelere insanoğlu çoğu zaman inanmıştır. İnanmakla kalmamış gerçeğin peşinde koşan bir heva ile amel edip bu hevesle işini görmüştür. Memleketin her tarafında bunun gibi menkıbeler, meseller, anlatılar pek çok bulunur. Ancak aşina olanlar, İstanbul’un bunun gibi onlarca efsanenin vücut bulduğu, yer yer hayal ile gerçeğin karıştığı bir maneviyat cevheri olduğunu bilir. Kazdıkça genişleyen, eştikçe derinleşen nice hikâyeler kim bilir kimleri ardına takıp, kimleri yolundan alıkoymuştur…

Balıklı’daki balıklar
Bugün, İstanbul surları dışında Silivrikapı karşısında bir mevkide yer alan Balıklı semti, tıpkı yukarıda zikredildiği gibi efsaneyle gerçeklerin iç içe geçtiği merkezlerden biri. Buraya Balıklı denmesinin ardında yine bir hikâye var. Rivayet şöyle: İstanbul’un surları dışında bugün de var olan bir ayazma ve manastır varmış. İstanbul fetholunup Müslüman askerler içeri girince, bir kişi çıkıp haberi rahibe ulaştırmaya gelmiş. O sırada balık pişiren rahip aldığı habere inanmayıp şu sözleri söylemiş: İşte bu tavada kızaran balıklar canlanırsa ancak o vakit bu söylediklerine inanırım. Demeye kalmamış, tavada pişen balıklar zıpladığı gibi ayazmanın sularına dalıvermiş. Bugün de burayı ziyaret edenler, Meryem Ana (Zoodohos Piyi) Kilisesi’nin haziresindeki havuzda yaşayan balıkları görünce efsaneyi hatırlar.
İmparatorun vefası
İstanbul’un en meşhur ayazma sularından biri kenarına inşa edilen manastır, Bizans hükümdarı I. Leon (Leon o Makallis) zamanında yapılmış. Manastırın yapılış hikâyesi de efsanelerde farklı şekilde anlatılıyor. Halk arasında anlatılan veya kimi ibarelerde geçen imparatorun manastırı inşa ettirmesini Reşat Ekrem Koçu şöyle naklediyor: Leon gençliğinde esnaf tabakasından ve son derece yoksuldu. Çok sıcak bir yaz günü sur dışında, yalın ayak, hırpanî kılıkla dolaşır iken ihtiyar bir köre rastlar, selam verir, kör de:
-Oğlum.. der, beni gölgelik bir yere götür, bağrım yanıyor, bana azıcık da su bul. Leon, ihtiyarın koltuğuna girer, fakat etrafta bir gölge yer ve bir çeşme göremez. O zaman gökyüzünden bir ses işitir. “Sağda bir bataklık var, oraya götür. Onun gözlerine o çamurdan sür, orada bir kaynak, yüzlerinizi yıkayın, onun gözleri görecek ve sen imparator olacaksın!..” İlerleyen zamanlarda Leon işini bırakır ve orduya yazılır. Bir ihtilal ile imparatorluk tahtına oturunca ihtiyarı ve bataklığı unutmaz. Miladın 457. senesinde Panayia’nın (Meryem Ana) adına bir manastır yaptırır. Bu hikâye, kiliseye girince sağ kolunuzun üzerindeki duvara da resmedilmiş. Bugün dahi görülebilir.

Balıklı Meryem Ana Rum Ortodoks Manastırı’nın duvarındaki horoz kabartmaları.
Horozun hediye ettiği kilise
Kilise etrafında anlatılanlar burada nihayete ermiyor elbette. Binanın dış kapısı üzerinde bulunan horoz kabartması da kilisenin dikkat çekici bir başka yönü. Biri diğerinden daha irice bu iki horoz kabartması, Osmanlı tarihinden bir hadisenin hatırasını anlatıyor. İstanbul, tarih boyunca salgın hastalıklar, deprem ve yangın gibi tabi afetlerden malul düşmüş. Manastır bunun dışında birçok defalar tahripkâr ellerin de hedefi olmuş. Sultan II. Mahmut devrinde çıkan Yunan isyanı sırasında temeline kadar yıkılmış. Akabinde Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen ayazma ve manastırı tamir etme işi çevredeki Ermeni cemaati ve Ortodokslar arasında münakaşa mevzuu olur. Zira her iki cemaat de bu işe talip olmuştur. Nihayet saltanat makamına müracaat edilir. Oradan da şu ilginç düelloya karar kılınır. Denilir ki her iki cemaat kendine bir horoz beğensin, onlar dövüştürülsün. Kimin horozu galip gelirse kiliseyi bina etme salahiyeti ona bağışlansın. Müsabakada Rumların horozu üstün gelince Padişah da bir beratla inşa faaliyetini Ortodoks Rumlara inayet eder. İşte bu mermer horoz kitabesi, o hadisenin yadigârıdır.

Ayazmaya inen koridordaki tünelin (sağdaki pencere), Ayasofya’ya kadar uzandığı söyleniyor.
Avludaki Karamanlıca taşlar
Manastır ve ayazmanın bugün tüm dünyadan ziyaretçileri var. Hıristiyanların yanısıra  Müslümanlardan da burayı ziyaret edenler oluyormuş. Kilisenin haziresinde Hıristiyan cemaatin ileri gelenlerinin kabirleri bulunuyor. Zamanla civarda tahrip edilen mezar taşları 1930’lu yıllarda yapılan tamirat esnasında kilisenin avlusuna taşınmış. Bunlardan birçoğu Ortodoks Türklere ait. Reşad Ekrem Koçu’nun naklettiğine göre Selçuklu’dan evvel Anadolu’ya gelip Ortodoks mezhebini kabul eden Türkler bir kelime Rumca bilmeseler de yazı dilince Grekçe alfabeyi kullanırlarmış. Mermerler üzerinde dolaşırken mevtaların mesleklerine ve vasıflarına işaret eden rumuz ve şekilleri görebilmek mümkün. İşte onlardan bir tanesi:
Niğde sancağında Kurdonostur vatanım
İvan torunu Prodomostur zatım,
Donanma gecesi bir kazaya uğradım
Gece gittim ateş talimin karşısına
Taş kışlada bir fişek vurdu başıma
Yeni girmiştim yirmi beş yaşıma
Rahmet çıkarın okuyan kardaşlar,
Ustam da ahü figân akıtır kanlı yaşlar,
Tarihi bin sekiz yüz altmış yediye başlar.

Yorumlar kapatıldı.