İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rüyadan Gerçeğe

Ömer Özkaya / omerozkaya@gunes.com
1774-1824 yılları arasında Almanya’nın Dülmen kasabasında yaşayan felçli rahibe Anna Katharina Emmerich, gördüğü rüyalarla, Meryem Ana’nın yaşadığı yeri tarif eder. Emmerich’in rüyaları daha sonra “Meryem Ana’nın Yaşamı” adıyla kitap haline getirilir. Felçli rahibenin vefatının üzerinden yaklaşık 70 yıl geçer. Filles de Charité Tarikatı’nın İzmir’de işlettiği bir hastanede tedavi görmekte olan yaşlı bir kadın “Keçilerimi otlatmaya götürdüğüm dağda orman içinde bir yıkıntı bulunuyor. O yıkıntılar arasında birçok kez siyah başörtülü bir kadın gördüm. Kadın bana, ‘Ben Meryem’im’ diyordu” diye sayıklar. Tam da bu günlerde, tarikatın baş rahibesi Marie de Mandat Grancey, Emmerich’in “Meryem Ana’nın Yaşamı” adlı kitabını okumaktadır. Yaşlı kadının “sayıklama”larına önce itibar edilmez, sonra, 29 Temmuz 1891 günü, yaşlı kadının bahsettiği yer, aramaya çıkılır. Bir süre sonra bir kilise yıkıntısına ulaşılır. Kitaba bakılır… Burası ve kitapta anlatılan yer birbirine uymaktadır. Bakire rahibe çığlıkları yankılanır Efes ormanlarında, “Bulduk” derler, “İşte Meryem Ana’nın Evi!”

Yaklaşık 60 yıl sessizliğe bürünen bu mesele, 1950 yılının sonlarına doğru tekrar gündeme gelir, ama bu kez, “rüya” ya da “sayıklama” yoluyla değil! Efes civarında kazı yapan Avrupalı arkeologlar, “Meryem Ana’nın Efes’te yaşadığına dair arkeolojik delillere ulaştık” açıklamasını yapınca, dünya yerinden oynar. Efes, mümin Hıristiyanların akınına uğrar. Vatikan, Efes’i kutsar ve hac yeri olarak kabul eder.
Ankara ise gelişmeleri sessizce izlemektedir. İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin konu hakkında bir rapor hazırlamakla görevlendirilir. Bülbül Dağı’nda gerekli tetkiklerde bulunan Gültekin, Ankara’ya aşağıdaki raporu yazar: “Burada 10,20 metre uzunluğunda ve 5,70 metre genişliğinde taş, tuğla ve harçla yapılmış küçük bir kilise bulunmaktadır. Halen kilisenin üstü açık, duvarları yıkık ve harap bir vaziyettedir. Kilise eski bir Bizans yapısıdır. İbadet mahallindeki nişte 1,18 metre yükseklikte bronzdan yapılmış bir Meryem heykeli bulunmaktadır. Bu eserin son asırdayapılmış bir heykel olduğu muhakkaktır, tarihi bir kıymet taşımamaktadır…”
Hz. Meryem’in yaşadığı yer olabilmesi için en az 1950 yaşında olması gereken bu kilise, 500-600 yıllık, Bizans yapımıdır, heykel ise 80-90 yıllıktır ve o da buraya, sonradan gömülmüştür! Ankara bütün bunları bilir ama dillendirmez ve hatta Efes’e ulaşan yollar yapılır, bölgeye elektrik çekilir. Turiste ve bunlardan gelecek paraya ihtiyacımız varken, neden milyonlarca Hıristiyanı kaşımıza alalım ki! Ayrıca tam da bu günlerde NATO’ya girmek üzereyizdir!
Katolik Kilisesi, Hz. Meryem’in vefatından sonra cesedinin melekler tarafından semaya çekildiğine inanır ve hatta 15 Ağustos günü gerçekleştiği kabul edilen bu hadisenin “Assomption” ismiyle her sene kutlanan bir yortusu dahi vardır. Gökyüzüne çekilmiş sayılan bir cesedin yeryüzünde mezarının keşfedildiğini Katolik lider Papa nasıl kabul edebilir? Bilimci ve mantıkçı Batı, bu hadisede imanı tercih eder!
Teo-Straeji’nin devletlerin uygulamalarındaki varlığı çok eskidir. İzmir Bülbül dağındaki Meryem Ana Evi, Alman İstihbaratı’nın bir üretimidir. Toplam 120-130 yıl içinde, önce rüya, sonra sayıklama ve sonra da üretilmiş ve hedef bölgeye gömülmüş sözde delillerin arkeologlara buldurulması ve tarihin alenen çarpıtılması yoluyla Batı, aslında Efes’e bir kazık çakmıştır. Tıpkı Osmanlı’nın, daha Bizans ayaktayken, Bizans içindeki Eyüp semtine, “Eyüp Sultan burada” diye kazık çakması gibi… Gelecekte, Batı’nın, coğrafyamızdaki başka hedef bölgelere dair yeni rüyalarına, buralara yerleştirilmiş-eskitilmiş delillerin keşfine hazır olun!

Yorumlar kapatıldı.