İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkler parlak Yahudiler kara Ermeni ve Rumlar kurşuni renkteydi

Belkıs Kamut Aktürk
Osmanlı evlerinde Türkler parlak renkler, Ermeni ve Rumlar kırmızı ya da kurşuni tonlar, Yahudiler ise kara renkler kullanırdı. Arnavutköy’deki kiliseler, birbirinden güzel yalı ve konaklar, Osmanlı kültürünün renkliliğini tüm güzelliğiyle yansıtır. Öylesine özel bir şehir ki burası her semti farklı hikayelerin ev sahibi. Bazen bir meyvenin bazen bir yapının bazense bir ağacın peşinden koşarken dahil olunan hikayelerin. Boğazın süsü olan, yerleşmelerinin süreci ilk çağa dayanan Arnavutköy gibi…

Hestiai olarak anılan bölge IV. yüzyılda konsül Promotus’un yaptırdığı villa nedeniyle ‘Promotu’ olarak da tanınır. İlerleyen zamanlarda Anaplus ismini de kullanan Boğazın eşsiz güzellikteki bu küçük köyü, Hıristiyanlığın kabülünden sonra inşa edilen kilise ile anılır. Köy, ayazmaları ile ünlüdür. Günümüzde de varolan Taksiyarhis Kilisesi’nin ayazmasının göz hastalıklarına iyi geldiğine inanılıyor. Ünlenen sadece ayazmalar olmaz en önemli kiliselerden Hagios Mikhael’de semtle bütünleşenlerden olur. Başmelek Mikhael’e adanan kilise Jüstinyen devrinde yenilenir. Zeynep Nayır, “Arnavutköy Tarihi Çevre Özellikleri” makalesinde bu yapıdan bahseder. Revaklarla çevrili, mermer döşeli bir avlu içinde yer alan yuvarlak planlı bir yapı olan “Anaplus Mikhaelion”un avlusu önemliymiş. Arnavutköy koyuna yapılan bir rıhtımla ulaşılan avluda kayıklarla getirilen mallar sergilenip, satılıyormuş.
SÜTUNA TÜNEYEREK YAŞADI
İlerleyen dönemler de Melekler Köyü olarak bilinen bu semtin sakladığı hikayeler arasında “münzevi yaşam” olduğunu da söylesem şaşırışınız değil mi? Semtin adının Anaplous olduğu süreçlerde burada inzivaya çekilen ve “münzevi” denilen iki kişi bulunurmuş. M.S 433-460 yılları arasında bir sütuna çıkarak inzivaya çekilen Münzevi Simon’u, 460-493 yıllarında Münzevi Daniel izler. Ancak olay bununla sınırlı kalmaz, İmparator I.Leo durumdan etkilenir ve Münzevi Daniel’e yardımcı olmak ister. Daniel’in oturduğu sütunun hemen gerisine bir sütun yaptırır. İki sütunu da birbirine bağlar ki Daniel ayaklarını uzatabilsin. İmparator bir de hava şartlarından korunsun diye sundurma şeklinde gölgelik yaptırır. Ancak o dönemi için de oldukça sıradışı olan bu durumu, yani bir sütuna tüneyerek yaşamayı tercih eden bu “münvezi” insanları halkın halkın kalabalık gruplar halinde gelip izlediği anlatılır.
RUMELİ HİSARINA TEMEL YAPILDI
Ancak zaman içinde yaşananlar bu güzel yapının kaderini etkiler. Türklerin 14. ve 15. yüzyıllarda Bizans üzerine yaptıkları akınlar sırasında güvenlik kaygısıyla terk edilen yöre bakımsız kalır. Öle ki Fetih öncesi Mikhaelîon ve yanındaki manastırın harap olur. Zeynep Nayır, yapının kalıntılarının Rumelihisarı yapımında kullanıldığını ifade eder. Günümüzde semti süsleyen, semtin zerafetini ve hoşgörüsünü temsil eden iki dini yapı beni çok etkiler:  Arnavutköy Taksiyarhis Kilisesi ve Tevkifiye Camii. Taksiyarhis’in 19. yüzyıldan kaldığı biliniyor. Başmelek Mikail ve Cebrail’e adanan kilisenin içine girildiğinde, pırıl pırıl temizliği etkileyici. İlyas Peygambere -Profitis Elias- adanan diğer kilise ise semtin üst taraflarında yer alır. Rum Ortodoks kilisesi olan yapı, İstanbul’da fazla rastlanmayan kubbeli kiliselerden.
1908’DE ARNAVUTKÖY KÜL OLDU
32 yıldır burada olan Hutu Bey’den kilise içinde 50’den fazla ikona olduğunu öğrendim. Hem dinsel hem de mitolojik konuların işlendiği ikonolar arasında bulunan Meryem Ana, İsa Peygamber, Aya Nikola, Aya Varvara ikonaları görülmeye değer. Ancak, “Mavromolitisa” ikonasının hikayesi ilginç geldi bana. Karadeniz’den gelmiş balıkçılar bulmuş bu ikonayı dolayısı ile ikona her yıl gider, ayinden sonra geri gelirmiş. Bu yapıda gördüğüm ikonlara bana, aynı adı taşıyan, Ayvalık’ta bulunan Taksiyarhis Kilisesi ve Cunda’daki Taksiyarhis Kiliseleri’ni anımsattı. Başpiskoposluk Kilisesi olarak yapılan Ayvalık’taki kilise de Girit resim sanatı etkileriyle Rönesansın inceliklerini buluşturan ikonoları ile dikkat çekiyor. Cunda’daki Taksiyarhis Kilisesi ikonaları arasında Yunus Peygamberin balığın karnından çıkışının tasviri çok önemlidir.
Arnavutköy Taksiyarhis Kilisesi’nde işlevsellik ön planda tutulmuş. Kripta -mahzen- bölümünün üzerinde bulunan kapak, kilisenin kalabalık olduğu zamanlarda kapatılıyor, sakin zamanlarda ise açılarak, merdivenle, içeride bulunan mezarlara ulaşılıyor. Kilisenin sadece içi değil, bahçesi de oldukça bakımlı. Bahçede kuruculara ait olduğu anlatılan mezarların yanı sıra Osmanlı itfaiye teşkilatında çalıştığı ve 1857’de vefat ettiği bilinen Rum itfaiyecinin tulumbaya benzeyen mermer lahti de bulunuyor. Tulumbacılık önemli bir görev zira şehrin deprem gibi büyük dertlerinden biri de yangınlar. Ahşap evlerle donatılan Arnavutköy’de yaşanan son büyük yangın ise 1908 yılında yüzden fazla evin yanarak yok olduğu felaket olur. Semtin merkezinin dokusu ve düzeni büyük oranda bu yangından sonraki döneme aittir.
AHŞAP YALILAR VE RENKLERİ
Arnavutköy denince akla ilk gelenlerden biri de renkli ahşap yalıları oluyor. Osmanlı’nın son dönemlerinde gelen ve sürece dair çok önemli ipuçları veren gezginlerin notlarından renk seçimlerinin tesadüf olmadığını öğreniyoruz. Sosyal, kültürel ve toplumsal hayatı anlamamıza yardımcı olan gezginlerin notları önemli. 1835 yılında İngiliz Kraliyet Ordusu’nda binbaşı olan babasıyla İstanbul’a gelen ve 9 ay kalan Miss Julia Pardoe’nin notları da çok kıymetli. İki cilt olarak ilk kez 1837’de basılan ve Sultanlar Şehri İstanbul ismiyle dilimize çevrilen notlar arasında ev kültürünün detayları, şehrin belası yangınlar ve evler arasında karşılaştırmalar bulunur. Evlerin renkleri düzenlemeye tabii imiş. Türkler parlak renkleri, Ermeni ve Rumlar ise kırmızı ya da kurşuni tonları, Yahudiler ise kara renkleri uygulayabiliyorlarmış.

Yorumlar kapatıldı.