İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Brecht’in ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ ve Türkiye’nin Güney Kafkasya politikası

Ünal Çeviköz
Kuzey Kafkasya Rusya Federasyonu’nun toprakları içerisindedir. Güney Kafkasya’da ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan üç doğu komşumuzdur. Kuzey Kafkasya ile ilişkilerimiz, Rusya ile karşılıklı toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama prensiplerine dayalı biçimde, bölge kökenli vatandaşlarımızın akrabalık ilişkileri çerçevesinde olabildiğince sürdürülmektedir.  Güney Kafkasya için ise Türkiye’nin kapsamlı bir politika oluşturduğunu söyleyebilmek güçtür. Gürcistan ve Azerbaycan ile gelişmiş ilişkileri olan Türkiye, planlı bir Ermenistan politikasına sahip olamadığı ve bu ülkeyle olan ilişkilerini hep “24 Nisan korkusu” ya da “soykırım iddialarını bertaraf etme çabaları”na dayalı olarak kurguladığından, etkili ve bütüncül bir Güney Kafkasya politikası oluşturmayı başaramamıştır. 

***
Kafkasya ABD, AB ve Türkiye’nin gündeminde geri planlara düşecek kadar önemsiz midir? Yukarı Karabağ sorunu, Gürcistan’daki Abhazya meselesi ve tüm Güney Kafkasya’ya bir kara delik edasıyla çöken fakat aslında hiç de mevcut olmayan Türkiye-Ermenistan ilişkileri bu bölgenin gerçek barış, dostluk ve işbirliği alanına dönüşmesini daha ne kadar süre engelleyecektir?
Bertolt Brecht, ünlü epik sahne oyunu “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni annesi tarafından küçük yaşta terkedilen ve bir başka kadın tarafından büyütülen bir çocuğun hikayesinden esinlenerek yazmış ve bu hikayeyi oyunun içinde bir tür “kıssa’dan hisse” olarak kullanmıştır. Asıl hikaye Rus devrimi sırasında iki kolhoz (Sovyetler Birliği’nde köylülerin ortak olarak çalıştıkları tarım işletmesi) arasında tartışma konusu olan bir toprak parçasıyla ilgilidir. Söz konusu toprak tapulu sahibine mi yoksa onu en yararlı biçimde işleyene mi verilmelidir? Çocuk da, yıllar sonra yeniden ortaya çıkan gerçek anneye mi yoksa her türlü fedakarlık ve çileye göğüs gererek onu büyüten kadına mı verilecektir. Yargıç yere tebeşirle  bir daire çizer, çocuk iki kadın tarafından kollarından çekiştirilir ve birkaç kez tekrarlanan bu deneyde hep gerçek anne kazanır. Oysa çocuğu büyüten kadın yavrunun canı acımasın diye kolu bırakmaktadır ve çocuğu kaybetmeye razıdır. Yargıç bunu anlayınca çocuğu gerçek anneye değil onu bakıp büyüten kadına vermenin daha adil bir karar olacağı sonucuna varır.
Türkiye’de önemli sayıda Kafkasya kökenli vatandaşımız yaşamaktadır. Bu vatandaşlarımızın soydaşları ve akrabaları Kuzey ve Güney Kafkasya olarak bölünen geniş coğrafyada yaşamlarını sürdürmekte ve Türkiye ile olan bağlarını canlı tutmaktadırlar. Kuzey Kafkasya Rusya Federasyonu’nun toprakları içerisindedir. Güney Kafkasya’da ise Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan üç doğu komşumuzdur. Kuzey Kafkasya ile ilişkilerimiz, Rusya ile karşılıklı toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama prensiplerine dayalı biçimde, bölge kökenli vatandaşlarımızın akrabalık ilişkileri çerçevesinde olabildiğince sürdürülmektedir.  Güney Kafkasya için ise Türkiye’nin kapsamlı bir politika oluşturduğunu söyleyebilmek güçtür. Gürcistan ve Azerbaycan ile gelişmiş ilişkileri olan Türkiye, planlı bir Ermenistan politikasına sahip olamadığı ve bu ülkeyle olan ilişkilerini hep “24 Nisan korkusu” ya da “soykırım iddialarını bertaraf etme çabaları”na dayalı olarak kurguladığından, etkili ve bütüncül bir Güney Kafkasya politikası oluşturmayı başaramamıştır. Ermenistan ile 2009 yılında imzalanan protokollerin yürürlüğe sokulamaması da bu konudaki son ümit kırıntılarını silip süpürmüştür.
Kafkasya ABD, AB ve Türkiye’nin gündeminde geri planlara düşecek kadar önemsiz midir? Yukarı Karabağ sorunu, Gürcistan’daki Abhazya meselesi ve tüm Güney Kafkasya’ya bir kara delik edasıyla çöken fakat aslında hiç de mevcut olmayan Türkiye-Ermenistan ilişkileri bu bölgenin gerçek barış, dostluk ve işbirliği alanına dönüşmesini daha ne kadar süre engelleyecektir?
Bu konular geçtiğimiz hafta Washington’da Brookings Enstitüsü tarafından yayımlanan bir raporun sunumu sırasında tartışıldı. Rapor, Brecht’e de yollama yapan bir sembolizmle, “Kafkas Dairesi’nin yeniden çizilmesi: Güney Kafkasya’da ABD, AB ve Türkiye’nin dikkate alabileceği hususlar ve kısıtlamalar” başlığını taşıyordu. Brookings Enstitüsü’nün ABD ve Avrupa Merkezi, TÜSİAD’ın desteğiyle oluşturulan ABD-Türkiye Forumu ile işbirliği içinde yürüttüğü Türkiye Projesi çerçevesinde bu çalışmayı da Türkiye Politika Raporları serisi kapsamında yayımladı. Rapor Güney Kafkasya hakkında ABD, AB ve Türkiye’nin birlikte neler yapabileceklerini inceleyen önemli bir belge niteliğini taşıyor. Bu açıdan bakıldığında da, son yıllarda Türkiye’nin dış politikasında yitirilmeye başlayan bu uyumun yeniden, en azından Güney Kafkasya bağlamında, hayata geçirilmesi için bazı düşünce ve önerileri sıralıyor.
Aslında Güney Kafkasya’da ABD, AB ve Türkiye hiç bir zaman birlikte hareket edemedi. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından sonra bu coğrafyada  en hareketli aktör olmasına rağmen, Türkiye bölgede diğer ikili tarafından hep yalnız bırakıldı. Bağımsızlıklarının ilk yıllarında Güney Kafkasya ülkelerine yardım elini uzatan, onların uluslararası toplumla bütünleşmelerini sağlayan hep Türkiye oldu. Hazar Denizi’nin hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı’ya nakli gündeme gelince Güney Kafkasya Batı tarafından keşfedildi. 2008’den sonra ise, Gürcistan-Rusya savaşı ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin “normalleşememesi” bölgeyi dış politika gündemlerinde yeniden geri plana itti. Bu gelişmede Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan, bugün de Türkiye’nin güney sınırlarını zorlayan “Arap Uyanışı”nın yarattığı karmaşanın rolünü yadsımak elbette mümkün değil. Bununla beraber, Güney Kafkasya, hele son zamanlarda Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ateşkes hattında meydana gelen gerginlik nedeniyle, giderek gündemdeki ağırlığını artırıyor, dikkatleri de yeniden üzerine çekiyor.
Brookings raporu bölgenin sorunlarının çözümü, iç ve dış ilişkilerinin gelişimi için “yumuşak bölgeselcilik” kavramı üzerinde düşünülmesi gerektiğini öneriyor. Kafkasya’da mevcut çatışma odakları ve çözümlenememiş sorunlar bölgesel kurumların ve çok taraflı oluşumların kurulmasını engelliyor. Hal böyle olunca, bölge içi ekonomik ve siyasi ilişkilerin gelişmesi de mümkün olamıyor. “Yumuşak bölgeselcilik” kavramıyla bölgede mevcut olan bazı güven artırıcı önlemler ve girişimlerden hareket edilerek ticaret, sivil toplum düzeyinde temaslar ve çatışmaların yönetimi gibi yöntemler üzerinden  gayrıresmi mutabakatların oluşturulması hedefleniyor.
Türkiye, 2008 yılında ortaya atmış olduğu Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu (KİİP) girişimiyle esasen bu maksada yönelik bir altyapının temellerini ortaya koymuştu. Bu girişimin resmi düzeyde değil de gayrıresmi ve sivil toplum düzeyinde yeniden canlandırılması Brookings’in tanımını yaptığı yumuşak bölgeselcilik için en uygun ortamı oluşturacaktır. Güney Kafkasya’da sivil toplum girişimlerinin öne çıkarılması da bölgenin geleceğinin oluşumunda önemli rol oynayacaktır.
Kafkasya kuzey-güney ve doğu-batı ulaşım hatlarında Türkiye için önemli bir kavşak ve geçiş noktasıdır. Orta Asya ile bağlantımızın sağlanmasındaki konumu yadsınamaz. Önümüzdeki dönemde Kafkasya’nın önemi daha da artacaktır. Çin “demir ipek yolu” adını verdiği ekonomik açılım projesinde bölgeye önemle bakmaktadır. İran uluslararası toplumla barışmakta ve bölgedeki politikalarda daha etkin bir konum kazanmaya hazırlanmaktadır. Türkiye, bölgenin kalkınmasına ve Batı ile kavuşmasına en uygun olanakları sağlayabilecek potansiyele sahip tek ülkedir. Brookings’deki tartışmada ABD ve AB’nin bu konuda ülkemizle eşgüdüm içinde çalışmayı önemsedikleri de  vurgulandı. Yeter ki Türkiye bu fırsatı, bölge ülkeleri arasında ayırım yapmaksızın, tüm bölgeyi kucaklayarak, kolları bacakları birbirinden ayırmadan sürdürme basiretini gösterebilsin.

Yorumlar kapatıldı.