İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dış Politikada “Ben” Yoktur!

Şükrü Alnıaçık
Ermeni lobisinin ülke Parlamentolarına Ermeni Soykırımını kabul ettirme stratejisi karşısındaki Türk Dış Politikası, 1965’ten bu yana: “Parlamentoların 1915’e karışması, anayasalarla tanımlanan işlevine aykırıdır, Tarihte yaşanmış olaylar, Tarihçilere bırakılmalıdır” şeklindedir… Mesela, bir Türk Milletvekilinin herhangi bir insanlık trajedisini, TBMM’ye “soykırım” olarak kabul ettirmek amacıyla önerge vermesi, ilk bakışta “kahramanlık” gibi görülebilir. Ancak bu lobi faaliyeti, Türk Hariciyesinin 50 yıllık “konuyu bilimin tarafsızlığına, tarihçilere bırakalım” tezini geçersiz bırakacağı için aslında kendi ayağımıza sıkılmış bir mermidir. Hatta böyle bir mermi, ayağa değil doğrudan doğruya Türk Dış Politikasının beynine sıkılmıştır. Çünkü yarın bir Ermeni yetkili çıkıp da, “parlamentolar bu işte yetkili değilse sizin parlamentonuz neden ‘Hocalı Katliamı’nı tanıdı?” diye sorduğu zaman verecek cevabınız yoktur… Hocalı Soykırımı önergesinin TBMM genel kurulunda reddedilmesi “Türkiye bile Hocalı soykırımını tanımadı” algısını ortaya çıkarmış ve kardeşlerimizi bir kez daha gücendirmiştir. Bunun aksinin gerçekleşmesi halinde ise “parlamentoların tarihi olaylar hakkında karar mercii olmasını” reddeden “50 yıllık Türk Dış Politika tezi” yıkılmış olacaktı. (Bu önergenin verilmiş olması ve görüşülmesi bile parlamentoların yetkili olduğunu gösterir. Ayrıca objektif hukukun suç kabul ettiği bir konuda tarihçilerin karar vermesi dünya bir ilk olur. HYETERT)

***
Değerlerin kolay yetişmediğini, meyveli ağacın taşlandığını, kıskançlığın, dedikodunun ve iftiranın milletimize zarar verdiğini çok iyi biliriz.
Bununla birlikte tek sesli, bütüncül bir dış politikası olan kurumlara devlet denildiğini de iyi biliriz.
Ermeni lobisinin ülke Parlamentolarına Ermeni Soykırımını kabul ettirme stratejisi karşısındaki Türk Dış Politikası, 1965’ten bu yana: “Parlamentoların 1915’e karışması, anayasalarla tanımlanan işlevine aykırıdır, Tarihte yaşanmış olaylar, Tarihçilere bırakılmalıdır” şeklindedir.
Bunun anlamı, “Arşivler ve tarafsız bilim adamları bizden yanadır; ama Hıristiyan seçmenlerin oluşturduğu parlamentoları hakem yaparsak, Ermeni lobisiyle başa çıkamayız”dır!
     Türkiye’de biraz Dış Politika bilenler, TBMM, Milletvekilleri ve siyasi partiler de dâhil olmak üzere bütün milli güç unsurlarının “bir bütün olarak, eş güdüm halinde kullanılmasının etkin diplomatik sonuç elde etmedeki önemini” de bilirler.
     Yani devlet “içerde ne yaparsak yapalım, düşmana karşı tek yumruğuz” diyebiliyorsa devlettir.
     Hatta Osmanlı denge politikasından bu yana Türk Hariciyesi, padişahı başka, sadrazamı başka, iktidarı başka, muhalefeti başka, sağcıyı başka solcuyu başka görevlerle düşmanın üzerine sürmüştür. Eğer süremediğiniz biri varsa bilin ki o sizin “haininiz”dir.
     Paris’teki Orly davasına 1985’te müdahil olarak katılan Türk heyetinde yer alan Prof. Hasan Köni, son gece otelde Türk Dışişleri yetkilileri tarafından ellerine tutuşturulan hazır metnin, uzun hazırlıklarını nasıl boşa çıkardığını derste gülerek anlatmıştı.
     Heyetteki diğer bilim adamları, Türkkaya Ataöv, Sina Akşin ve ismi bizde saklı bir Ermeni vatandaşımızdı. Abdullah Çatlı’nın, MİT’in emrinde Lyon’u patlattığı dönemden bahsediyorum.
     Kısacası hariciyede tek seslilik, ülke bütünlüğü demektir. Siz kafanıza göre komşu bir ülkenin Türk Dışişlerinden bağımsız izlediği lobi faaliyetlerine eklemlenerek bireysel dış politika üretemezsiniz.
     Mesela, bir Türk Milletvekilinin herhangi bir insanlık trajedisini, TBMM’ye “soykırım” olarak kabul ettirmek amacıyla önerge vermesi, ilk bakışta “kahramanlık” gibi görülebilir.
     Ancak bu lobi faaliyeti, Türk Hariciyesinin 50 yıllık “konuyu bilimin tarafsızlığına, tarihçilere bırakalım” tezini geçersiz bırakacağı için aslında kendi ayağımıza sıkılmış bir mermidir.
     Hatta böyle bir mermi, ayağa değil doğrudan doğruya Türk Dış Politikasının beynine sıkılmıştır.
     Çünkü yarın bir Ermeni yetkili çıkıp da, “parlamentolar bu işte yetkili değilse sizin parlamentonuz neden ‘Hocalı Katliamı’nı tanıdı?” diye sorduğu zaman verecek cevabınız yoktur.
     Böyle bir durumda sizin faydası tartışılacak bir şekilde aldığınız parlamento kararınız, Ermeni Diasporası için ilaç değerindeki pek çok parlamento kararını meşrulaştırabilir; haklı çıkarabilir.
     Bu sebeple Iğdır eski Milletvekili Sinan Oğan’ın 26 Şubat 2015’te TBMM’ye sunduğu “Hocalı katliamının soykırım olarak kabul edilmesi” önergesi, bir kardeş ülkeye, davaya sahip çıkma faaliyeti gibi görünse de kendisinin de sebebini açıklamakta zorlanacağı ağır bir strateji hatasıdır.
     Bu hatanın, 50 yıllık milli stratejinin dışına çıkarak yapılmasını sadece duygusal bir milliyetçiliğe bağlamak kolay değildir.
     Kardeş Azerbaycan adına lobicilik yaparken, Türkiye Cumhuriyeti’ni, “Ermeni Soykırımı” iddiaları karşısında dünya parlamentolarının muhatabı haline getirecek ve açık düşürecek olan bu hatanın “neden ve nasıl yapılmış olduğu” da sorgulanmalıdır.
     Çünkü Hocalı Soykırımı önergesinin TBMM genel kurulunda reddedilmesi “Türkiye bile Hocalı soykırımını tanımadı” algısını ortaya çıkarmış ve kardeşlerimizi bir kez daha gücendirmiştir.
     Bunun aksinin gerçekleşmesi halinde ise “parlamentoların tarihi olaylar hakkında karar mercii olmasını” reddeden “50 yıllık Türk Dış Politika tezi” yıkılmış olacaktı.
     Bir siyasi uyruk (TC yerine AZE) veya ideolojik eksen kaymasının (Turan yerine Avrasya) sonucu olarak da görülebilecek bu hayati çelişki, Oğan’ın bu stratejik hatayı “neden yaptığı” sorusunu da akıllara getirmektedir.
     Ben bunu, sadece AKP’nin mezhepçi dış politikasının Caferileri ve Azerbaycan’ı Ankara’nın uzağına, hatta Şam’ın yanına savurmasıyla izah etmek istemiyorum.
     Sinan Oğan’ın MHP Genel Merkezinde, Meclis Grubunda, Dışişleri Bakanlığında, hatta Türkiye sınırları içinde hiç kimseye sormadan yaptığı bu profesyonel lobicilik “vatanî” bir hatadır ve bunlar, bir taşra disiplin kurulunun boyunu aşan konulardır.
     MHP Genel Merkezinin “değer öğütmek” gibi bir merakı ve hevesi yoktur. Bunları iletişim çağında fazla susmanın “davamıza” ve partimize zarar verdiğini gördüğüm için yazıyorum.
     Daha fazlasını yazmaya mecbur kalmak da istemiyorum.

Yorumlar kapatıldı.