İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Ermeni Soykırımı’ Propagandacılarına…

Bedri Baykam / bedri.baykam@gmail.com
 “Ermeni Soykırım” iddialarına karşı Kemalist Platform’un Göztepe Parkı’nda düzenlediği panelde şunu söyledim: “Günün sorusu: ‘Türkiye özür dileyecek mi? Toprak ve tazminat taleplerini kabul edecek mi?’ Bakın ben hem tazminat sözü, hem de sizleri ikna etme sözü veriyorum. Ama iki şartım var: Birincisi, ABD, Manhattan’dan başlayarak Kızılderililerden aldığı tüm toprakları özür dileyerek geri verecek, Avrupa’ya dönerken ağır tazminatlar ödeyecek. İkincisi, geçmişi açık soykırımlarla dolu Fransa, İspanya, Rusya başta olmak üzere, her ülke parlamento kararları çıkaracak ve başkentlerinin göbeğine bu soykırımların anıtlarını dikecek.” (Sanatçı şöyle diyor onlar da yaptı biz de yaptık. Onlar kabul edip tazminat öderlerse biz de öderiz. Yani soykırım doğru da herkes yapıyor. HYETERT)

Aydın dediğimiz kişi, kendini moda akımların çekim merkezlerine teslim etmez. Kendi bağımsız mantığı, demokratik ilkeleri vardır. “Saldırı konusu olur muyum” gibi endişelerden etkilenmez. Doğru bildiğini savunur. Bu gözle bu satırları okuyun lütfen.
“Soykırımın 100. Yılı” olarak anılan 2015 ve tüm dünyada bu vesileyle Türkiye aleyhine sürdürülen kampanyaların ne ahlaki, ne hukuki, ne de siyasi zeminde kabul edilir bir tarafı var. Bu kampanyalara hoş görünmek için demokrasi, hukuk ve insan haklarının temel verilerini hiçe sayan aydınlarımızı anlayamıyorum. Tabii ki Ermeni halkının yaşadığı ağır dram, verdiği büyük kayıplar, savaşın acımasız yüzü, yalnız Ermeni kardeşlerimizin değil, her birimizin yarasıdır. Dolayısıyla bu ağır ve gözyaşlarıyla yüklü geçmişin paylaşılması ve halkların kardeşliğinin sağlanması için Ermeni halkına dostluk elini uzatmak doğru ve tartışılmaz bir insanlık ödevidir. Ama bunun adını “soykırım” olarak koymak, en azından şu an için mümkün değil. Bunun üzerinden Türkiye aleyhine yürütülen kampanya ise açık bir siyasi linç operasyonudur. Birçok emperyalist devlet, sanki kendi geçmişlerinin ve tüm dünyanın kirli çamaşırlarını Türkiye üzerinden temizlemeye çalışıyorlar!
Batı, asırlardır ne zaman ihtiyacı olsa, “barbar Türkler” kartını çıkarmaktan çekinmez! Çok pratik bir jokerdir bu. İster Kıbrıs, ister Atilla, ister 1915 olayları, her an işe yarar! Bu barbar Türkleri bile “soykırımcı” diye yaftalayabilmek için bir mahkeme kararına ihtiyacınız var! Muz cumhuriyetlerinde bile, göstermelik bir çadır mahkemesi toplanır ve sanığa “Bir savunman var mı” diye sorulur. 1948’de BM’de kabul edilen Soykırım Sözleşmesi’ne göre, bu tarihten önce yaşanmış olayların hiçbiri soykırım olarak nitelenemez. Ayrıca herhangi bir ülkenin bu ağır suçlamayla mahkûm edilebilmesi için, ya o ülkenin bir mahkemesi ya da yetkilendirilmiş bir uluslararası mahkeme kararı olması lazım. Aynen AİHM yargıçlarından Arnavut Ledi Bianku’nun, Strasbourg’da 3 ay önceki duruşmada söylediği veya 3 gün önce BM Genel Sekreterliği sözcüsü Stephane Dujariç’in hatırlattığı gibi! Türkiye açık bir buluşmadan ve tarafsız/bağımsız yargıdan çekinmiyor. Ayrıca tüm arşivlerin karşılıklı açılmasını da kabul ediyor. Ama ne yazık ki Ermenistan buna yanaşmıyor. Maçı oynamadan 3-0 hükmen kazanmak istiyor! Halbuki bu yolda dayatılan değişik parlamento kararlarının hiçbir hukuki dayanağı ve geçerliliği yok! Bu parlamentoların bazılarının çıkardıkları “soykırımı tartışma yasağı” (!) ise aklıma yıllardır herkesin ağzına pelesenk olmuş Voltaire’in sözlerini getiriyor: “Seninle aynı fikirde değilim, ama senin düşüncelerini söyleme özgürlüğün için canımı bile veririm.” Hani bu cümle demokrasinin vazgeçilmez kutsalıydı? Ne oldu şimdi? Konu Türkiye olunca, Voltaire de mi öldü?
Bir köşe yazısında tabii ki 1915 krizini çözecek değiliz. Ancak beyin ve vicdanları, bu siyasi mahalle baskılarıyla gelen “oldu-bitti” komplosuna karşı toplumun gözlerini açmaya davet edebiliriz. Diyelim ki, Türk tarihçilerinin hepsi, 25 yıldır her söylediği yanlış çıkmış 2. Cumhuriyetçi yazarların dediği gibi “resmi tarihçi”! Peki, “Yaşananlara soykırım denemez” diyen Justin Mc Carthy veya Bernard Lewis veya Jean Michel Thibaux gibi yazarları ne yapacaklar? Şu günlerde hiç mi hiç söz etmedikleri ASALA tarafından katledilen 42 diplomatımız gibi olmasa bile, bir şekilde susturulmalarını mı bekleyecekler? Osmanlı, en güçsüz anında asırlardır beraber yaşadığı Ermenileri, karşı taraftan binlerce masum insanımızı katleden bir isyan gelmediyse, neden düşman ilan edip kılıç çeksin? Bu iddia size yanlış mı geliyor? Olabilir. Saygı duyarım. O zaman buyurun tarih masasına…

Bu köşe yazısı, “gerçek şu değildir, budur” diyecek değil tabii ki! Ama Türkiye’nin düşünen insanlarını demokrasinin tartışılmaz kurallarını hatırlamaya davet etmek, benim vazgeçemeyeceğim ödevim. Cumartesi konuşmamı Youtube’dan izleyebilirsiniz…

Yorumlar kapatıldı.