İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hortlak Hikayesi, “Üstün Biz” ve Ada

100LEŞME
Yıldız Tar, Tuğçe Erçetin ve Özgür Kaymak 100. yılında Ermeni soykırımı için yazdılar. Yıldız Tar Elazığ’da definecilerin ne aradığını anlattı, Tuğçe Erçetin ve Özgür Kaymak ise akedemik araştırmalarına nasıl karar verdiklerini…

“Bir Türkiyeli olarak tarihimizde Ermeni Soykırımı’nın yaşandığını nasıl öğrendiniz? Bu yüzleşme hayatınızı nasıl etkiledi?”
Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle bu soruyu soykırımı kendine çeşitli düzeylerde dert edinen ve yüzleşmenin gerekliliğini düşünen bu topraklarda yaşayan Ermeni olmayanlara sorduk. Herkesin anlatacak bir hikayesi, bir anısı, açıklayacağı bir fikri olmalıydı ve öyle de oldu… Elimizden geldiğince farklı kesimlerden insanlara danıştık. Kime sorsak bizi kırmadı. Bu sorunun yanıtlarını bu topraklarda hala yaşayan Ermenilerle yaptığımız söyleşilerle beraber 24 Nisan gününe kadar yayınlayacağız. 100. yılın 100leşmenin gerçekten başladığı bir milat olması dileğiyle…
Hortlayan Ermeniler
Yıldız Tar – Gazeteci
Arkadaşlarının sürekli dalga geçtiği içine kapanık bir çocuk olduğum; kaçışı kitaplarda ve büyüklerin sohbetinde bulduğum yıllardı. Kitap okumadığım zamanlar bir köşede uslu uslu oturur, büyükler ne anlatıyor onu dinlerdim. Her dedikleri bana inanılmaz büyülü gelirdi. Hele köye gittiğimizde anlatılan ecinni hikâyeleri, köye dadanan hortlaklar, perili sular, mezarlıklar…
Bizim köy Elazığ merkeze bağlı dağ köylerinden. Yolun bittiği yerde başlıyor köy sınırı. Her şeyden ve herkesten kaçan, içine kapanık insanların olduğu bir yer. Ekseriyetle Alevi ama esasen inançsız. Köylüler ise aşure çorbası gibi. Beş benzemez bir yerde. Haliyle dedikodusu ve hikayesi de bol.
Seneyi hatırlamıyorum ama sanırım 10-12 yaşlarındayken köye gittiğimizde bu dedikodu ve hikayelerden ileride beni en çok etkileyecek olanlardan birine kulak misafiri oldum. Kulağım misafirliğe giderken neyle karşılaşacağını bilmiyordu tabi. Bilseydi gitmezdi bence.
O yıl köyün girişindeki bir tarlayı define arayıcıları talan etmiş. Tarla dediğime bakmayın kocaman arazi. Altından girmişler, üstünden çıkmışlar. Gani gani altın varmış o toprağın altında. Öyle duymuş defineciler. Altın buldular mı bilmiyorum ama köy yıllar boyu definecilerin saygısızlığıyla çalkalandı durdu. Tarla sahibine saygısızlık sanmıştım ben başta ama bir yandan da hortlak hikayeleri köyde kulaktan kulağa yayılıyordu. Defineciler hortlakları uyandırmış. Köye musallat olacaklarmış. Geceleri kapıları kapalı tutmak lazımmış.
Şimdilerde de sorularıma cevap aradığımda takındığım en masum ifademle anneme sormuştum bu hortlak meselesini. Annem korktuğumu sanıp, “Gözünü kapatıp dua okursan sana ilişmezler” demişti. Hangi duayı okuyacağımı sorduğumda ise anacığım, “Ne bileyim ben. Duadan filan anlamam. Okulda öğrettiklerinden birini oku. Ben korktuğumda sadece kendi kendime konuşuyorum” demişti. Tabi ben ısrarcıydım ve mevzuyu araştırmak için farklı kişilerin ağzından laf almaya çalıştım bir süre. Herkes farklı hikayeler anlatıyordu ama tek ortak noktaları vardı: Kazılan yer birilerinin mezarıydı
Mezar bilgisine ulaştıktan sonra geriye tek bir soru kalıyordu: Kimin mezarı ve neden mezar taşları yok?
Bu sefer doğrudan sormak yerine ortaya laf atmaya başladım.
– Dede o mezarlar Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerin mezarlarıymış, nenem öyle dedi.
– Nene o mezarlarda askerler yatıyormuş, teyzem öyle dedi.
– Dayı o mezarlarda kimin yattığını biliyorum ama sana söylemem.
Bütün bu çabalarımı uzaktan izleyen annem sonunda ortalığı velveleye vermeme dayanamamış olacak ki çekti beni köşeye ve anlattı. Kimseye söyleme diye de tembihledi sıkı sıkı:
– Orada Ermeniler yatıyor. Bundan çok önce hepsini öldürmüşler, köyün çevresine gömmüşler. Defineciler de Ermeniler altınlarıyla kaçmıştır, o altınlar da hâlâ toprak altındadır diye kazdılar. Ama altın maltın yalan. Olsa da kalmazdı bu zamana. İnsanlar can derdine kaçmış altını mı düşünecek? Yanlarında olsa bile öldürenler altınları bırakır mı hiç?
– Çocukları da mı öldürmüşler?
– Evet çocukları da. Bazı çocuklara aileler acımış da evlat edinmiş. Bizim sülalede de var onlardan ama sen kimseye deme tamam mı?”
– Ölenlerin ruhu gelir mi anne köye?
– Gelir çocuğum. Ama gelirlerse sen ‘Anamın nenesi de sizdendir, bana ellemeyin’ de, giderler.
Ergenliğe giriş dönemim hortlayacak Ermenilerin korkusuyla geçti. 15 yaşına kadar hayalî arkadaşları olan bir çocuk için hortlak görmek çok sahici bir korkuydu. Annemin nenesinin onlardan olmasının beni koruyacağına da hiç inanmıyordum.
Şimdi de inanmıyorum. Türkiyeliler olarak bir parçamızın onlardan olması bizi kaçtığımız yüzleşmeden korumaz. “Hepimiz Ermeniyiz” demek yaşananları anlamamızı sağlamaz. Bize korkudan kaçmak, yüzleşir gibi yapıp yüzleşmemek, havalı cümlelerle demokrat kesilmek değil; korkmak, iliklerimize kadar korkmak gerekli.
Ermeniler hortlamayacak belki ama hayaletleri içtiğimiz sudan yediğimiz ekmeğe kadar her yerde. Onlara ait olup da kan dökerek ellerinden aldıklarımız bizi inşa etti. O yüzden şimdi korkmamız gerek. Kanla inşa edilenin vebalinden korkmamız gerek. Utanmak, utancı çoğaltmak için korkmamız gerek. Ve korkan herkes gibi susmamız. Sözü ölenlere bırakmamız…
“Gerekli” denilen katliamlar o kadar çoktu ki
Tuğçe Erçetin – Akademisyen
Sanırım Türkiye’de yaşayan ve Türk eğitim sisteminde öğrenim görmüş biri olarak birçok kişiyle benzerlik taşıyordur benim soykırımdan haberdar olma ve yüzleşme halim. Ailem Ermeni değil, herhangi bir azınlık grubuna da ait değiliz; dolayısıyla evine sadece Hürriyet gazetesi alan ailemin de bu konuda fazla bir katkısı ben sorana kadar olmadı. Türkiye’de Türk-Sünni bir ailenin üyesiyim ben, her ne kadar bunu diğerlerine karşı “güvenli yaşama” açısından avantajlı görüyorsam, aynı şekilde de başkalarının haline karşı eşitsiz ve zararlı görüyorum.
Ermenilerin 1915’de neler yaşadığını kendim okuyana ve tanıklık hikayelerini dinleyene kadar hiç bilmedim, bir şeyler duydum tabii. Duyduklarım şöyleydi: “Aslında Ermeniler bizi katletti, Ermeniler haindi ve tehcir gerekliydi, bizi bölmeye çalıştılar, düşmanlarımızla işbirliği yaptılar, o zaman bu gerekliydi…”. Yani kısacası soykırımı anlatırken bir “biz’lik” vardı hep ve bu “biz” hep haklıydı, nedense Ermeni soykırımı olarak bahsedilmesine rağmen, “Türklerin mağduriyeti” olarak öğretildi yani. Ama şanslıydım, tanışıklıklarım oldu benim, hep bahsedilen o “öteki Ermeni dölü” lise yıllarımda öğrenmeye başladığıma göre aslında farklı şeyler yaşamıştı; sürgün edilmişti, öldürülmüştü, ayrılıklar olmuştu… Hayalkırıklığı oldu, insanlık adına, bu kadar zulmü inkar edip üzerine geriye kalanlara düşmanmış gibi yabancılaştırmak bu insanları nasıl bir kötülüktü. Genel bir Türk tarihine baktığımda ise öğrendiklerim çok da şaşırtıcı gelmedi, “gerekliydi” denilen katliamlar çoktu, adeta gelenekti…
Yalnızca zorunlu derslerdeki kitapları okumamalıydım artık, kendim de seçmeye başladım. Bu bir farkındalıktı sanırım; ağabeyim ve arkadaşları olsun, tiyatrodaki abiler/ablalar olsun (seçmeli tiyatro kolundaydım), tanımaya başladığım “diğer” gruplar olsun bana hep anlattı, önerdi, kendilerinden bahsetti. En sonunda yüzleşme sürecinde kendimi Türkiye’de yaşayan Ermenilerle ilgili araştırma yaparken ve tez yazarken buldum. Çünkü benim anlamaya başladığımı ama toplumun inkar ettiğini başkalarının da acılı bir süreç de geçirseler bilmesi gerekliydi. O “üstün biz” olmaktan uzaklaşıp düşman/suçlu “öteki’yi” dinlemeleri lazımdı, empati kurulmalıydı.
1915 Kimliğimi Sorgulamama Vesile Oldu
Özgür Kaymak, Akademisyen
1915 ile yüzleşmem hayatımın geç kabul edilebilecek bir evresinde oldu. Yüksek lisansımı yaptığım 30’lu yaşlarda. İstanbul’da doğmuş büyümüş, Girit ve Selanik göçmeni avukat bir anne babanın, kolejde okumuş, Amerika’da üniversite eğitimi almış çocuğu olarak çok okumaya meraklı bir insan olmama rağmen maalesef “30’lu yaşlarda” diyorum.
Üstelik bütün hayatım doğumumdan itibaren Büyükada’da gayet kozmopolit bir çevrede geçmesine rağmen… İlk çocukluk arkadaşlarım ve en yakın dostlarım Ermeni, Yahudi, Rum olmasına rağmen… Gayrimüslimlere uygulanan Türkleştirme politikalarından ve yaşanan travmatik süreçlerden, eğitim sistemimizle bize enjekte edilen ve apolitik bir kuşak olmamızı sağlayan resmi tarih tezi sayesinde, bihaber yetişmişim/iz.
Yüksek lisansımı yaparken “Ben adada büyüdüm ve bu kadar içlerinde olmama rağmen tam olarak o çemberin içine niye giremiyorum” sorusuyla İstanbul’daki gayrimüslimleri araştırmaya başladığımda ve kitaplar arasında kaybolurken öğrendim 1915’i ve diğerlerini. Aileme sormaya başladığımda “Aa evet bir şeyler oldu ama o dönemler olağanüstü şartlar vardı” denilerek hep üstü kapatıldı. Doktora tez konum vesilesiyle gerçekleştirdiğim görüşmelerde esas olarak 1915 yüzüme bir tokat gibi çarptı. Hayatımı nasıl etkiledi? Utandım. Bunu bilmediğim için, dostum dediğim insanların içini kemiren ve onları bu sırla yaşamaya mahkum eden olaydan 30 yaşına kadar haberim olmadığı için çok utandım. En önemlisi de, 1915, bir Türkiyeli olarak kendi kimliğimi sorgulamama vesile oldu… (HK)
100leşme yazı dizisinin diğer yazıları
* Nazlı Esina Anlatıyor “Ermenice’yi Oğlumdan Öğreniyorum”
* Tatyos Bebek Anlatıyor “Ermeniler İyi Komşu Olmak Zorundaydı”
* Tarsus, Erzurum ve Leman Hala

http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/163941-hortlak-hikayesi-ustun-biz-ve-ada

Yorumlar kapatıldı.