İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Behçet’in İçinde Yaşayan Aram

100LEŞME / Vecdi Erbay
Aram Haçikyan, korkunun mutsuz ettiği Ermenilerden sadece biri. Tehcirden, soykırımdan, yurtsuzluktan kurtulmuş olsa da, korkunun mutsuz ettiği bir ruhla, Behçet Şayan adıyla yaşadı yıllarca. “Bir yandan Fresno’daydık, bir yandan hiçbir yerde. Ölüm içimizden birini yakalamadığı, biz de onu gömüp orada yattığını bilmediğimiz sürece nasıl herhangi bir yere ait olabilirdik ki?” Bu satırların yazarı William Saroyan, Bitlis’ten Amerika’ya göç etmiş, Kaliforniya eyaletinin Fresno kasabasına yerleşmiş Ermeni bir ailenin orada doğan ilk çocuğudur.
(Aram Haçikyan)

Saroyan, “Ailede Delilik” öyküsünde, Fresno’yu yurt edinebilmeleri için, aileden birinin ölmesi ve göç ettikleri bu topraklara gömülmesi gerektiğini anlatır. Sonunda aileden biri ölünce, “Nihayet Amerika’da olduğumuza emin olabileceğiz artık” diye yazar.
Bu satırların Ermeni bir yazara ait olması önemli. 1915 tehcir harekatından sonra doğdukları toprakları terk eden Ermeniler, dünyanın birçok ülkesine dağıldılar. Geride toprakları, malları, hayalleri kaldı. Bir de sürgün yolunda hayatını kaybedenlerin anıları…
Geride kalanlar
Geride, göçten ya da ölümden kurtulanlar da kaldı elbette. Geride kalanlar için hayat, asla eskisi gibi olmadı. Sürgüne, zulme, ölüme tanıklık etmişlerdi. Devlet denilen mekanizmanın bir kararla onları nasıl darmadağın ettiğini yaşamış, komşularının nasıl düşman kesildiğine tanıklık etmiş bir halk, bir daha nasıl eskisi gibi olabilir ki? Gittikleri yerde yurtsuz, kaldıkları yerde mutsuz yaşadılar.
Aram Haçikyan, korkunun mutsuz ettiği Ermenilerden sadece biri. Tehcirden, soykırımdan, yurtsuzluktan kurtulmuş olsa da, korkunun mutsuz ettiği bir ruhla, Behçet Şayan adıyla yaşadı yıllarca.
İhtiyarlar nece konuşuyor
Berhçet Şayan, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Mellê (Yünlüce) köyünde 1968 yılında doğdu. Tehcir sırasında dedesi ve dedesinin kız kardeşiyle birlikte yedi Ermeni çocuk, Müslüman bir Kürt tarafından kurtarılmış. Ailenin diğer bireyleri, akrabalar ve komşular sürgün yollarına düşmüş. Kimse bir daha onlardan haber alamamış, akıbetleri konusunda bilgi sahibi olamamış.
Kürtçenin içine doğan Behçet Şayan, ailede Ermenice bilen tek kişi olan dedesini kaybettiğinde çok küçükmüş. “Evde Kürtçe konuşuyorduk. Hacı Ahmet ve Hacı Hüseyin vardı dedemin yaşıtları. Onları hatırlıyorum. Yalnızken anlamadığımız bir dilde konuşurlardı kendi aralarında. Biz çocuklar anlamazdık ne konuştuklarını ve komik gelirdi bize. Gülerek, ‘Nece konuşuyorsunuz’ diye sorardık. Onlar da her defasında, ‘Büyüyünce öğrenirsiniz nece konuştuğumuzu’ diyerek kovalardı bizi.”
Behçet Şayan’ın Ermeniceye dair hatırladıkları bu anıdan ibaret. Muzip çocukluk günlerinde kulağına çalınan sesleri anlamlandırabilmesi ve Behçet’in içinde taşıdığı Aram’ı ortaya çıkarabilmesi için daha uzun bir zamana ihtiyacı var.
Köyde kalan Ermeniler Müslüman olmuş, Ermeniceyi unutmuş, tarım ve hayvancılık yaparak geçinmeye çalışmış. Behçet Şayan Müslüman Kürt köylüleri tarafından bir baskı görmediklerini anlatıyor. Ancak herhangi bir anlaşmazlık, kavga sırasında ‘gavur oğlu gavur’ hakaretiyle karşılaşmışlar. Bu hakaret, Ermeni olduklarını hep hatırlatmış onlara.
Bir kez daha sürgün

PKK ile halk arasına mesafe koymaya çalışan devlet, 1990’lı yıllarda çok sayıda köyü boşalttı, yakıp yıktı. Bu köylerden biri de Behçet Şayan’ın köyüydü. Şayanlar, 1991 yılında, aynı köyü paylaştıkları Kürtlerle beraber göç yoluna düştüler.
Behçet Şayan, 1991 yılında Diyarbakır’a yerleşti. Suriçi’nde kirada kaldı, inşaatlarda çalıştı. 1993 yılında Surp Giragos Kilisesi’ne yerleşti. Cemaatsiz, bakımsız, kaderine terk edilmiş kiliseyi, 2009 yılına kadar, bütün mahallelinin Xalê Agop’u (Agop Dayısı) ile bekledi, korumaya çalıştı. “Kilisenin tavanı çöküyordu. Her düşen parçayla birlikte içimden de bir parça gidiyordu. Ama bir şey yapamıyorduk.”
Kilisenin restorasyonu gündeme gelince başka bir mahalleye taşındı Haçikyan, ama kiliseden hiç ayrılmadı. İşte bu yıllarda Aram Haçikyan adını kullanmaya başladı. Onu eskiden beri tanıyanlar hâlâ Behçet diye sesleniyor olsa da, o kendini Aram olarak tanıtıyor. Köyden farklı olarak, Diyarbakır’da kimse ona ve çocuklarına ‘gavur oğlu gavur’ diye hakaret etmiyordu artık.
Kilisenin restorasyonu bitip ibadete ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaya başlayınca da ayrılmadı buradan. Her gün yüzlerce kişinin ziyaret ettiği kilisenin bakımını yapıyor, gelenlere rehberlik yapıyor. “Huzurluyum burada. Benim evim burası” diyor.
Soykırımın 100. yılı nedeniyle binlerce Ermeni Diyarbakır’a geldi. Bunlar, soykırımdan kurtulmuş, başka diyarları yurt edinmeye çalışmış, hayata ve anılarına tutunmuş insanların çocukları, torunlarıydı. Yan sokaklarda dolaşıp atalarının izini aradılar. Yorulunca kilisede soluklandılar, kilisenin avlusunda oturup çay içtiler, atalarının hatıralarını paylaştılar. Aram Haçikyan hep yanlarındaydı, sorularına cevap vermeye, duygularına ortak olmaya çalıştı. “Gelenlerin hepsi benim akrabam” diyor Haçikyan. “Uzaklardan bana misafir gelmişler, ben de elimden geldiği kadar ilgileniyorum onlarla. Belki içlerinde benim gerçek akrabalarım da vardır, kim bilir?”
Akrabalarıyla çok kalabalık bir hafta geçirdi Aram Haçikyan. Soykırımda hayatlarını kaybedenleri anmak için düzenlenen etkinliklere onlarla birlikte katıldı. Şimdi birer ikişer dağılıyorlar, yurt edindikleri memleketlere geri dönüyorlar. Geride Aram Haçikyan ve Ermeni olduğunu sonradan keşfedenler ile Ermeni olduğunu artık gizlemeyen birkaç kişiyi bırakarak… (VA/HK)

Yorumlar kapatıldı.