İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Paşa Babanın Pantolonu, Ağır Hüzün ve Ereğlili Ermeni Ustalar

100LEŞMEHakan Kurtuldu, Deniz Keskin ve Melih Dalbudak 100. yılında Ermeni soykırımı için yazdılar. Paşa dedenin dizindeki deri yama, hüznün nedeni ve Ereğlili Ermeniler… “Bir Türkiyeli olarak  tarihimizde Ermeni Soykırımı’nın yaşandığını nasıl öğrendiniz? Bu yüzleşme hayatınızı nasıl etkiledi?”Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle bu soruyu soykırımı kendine çeşitli düzeylerde dert edinen ve yüzleşmenin gerekliliğini düşünen bu topraklarda yaşayan Ermeni olmayanlara sorduk. Herkesin anlatacak bir hikayesi, bir anısı, açıklayacağı bir fikri olmalıydı ve öyle de oldu…
Elimizden geldiğince farklı kesimlerden insanlara danıştık. Kime sorsak bizi kırmadı. Bu sorunun yanıtlarını bu topraklarda hala yaşayan Ermenilerle yaptığımız söyleşilerle beraber 24 Nisan gününe kadar yayınlayacağız. 100. yılın 100leşmenin gerçekten başladığı bir milat olması dileğiyle…

* * *
Katil kim?
Hakan Kurtuldu – İşçi
1986 yılıydı. Tek basamaklı yaşları bitirmiş, göğsümü kabartarak “on yaşındayım” diyerek geziyordum. Büyüdüğüme annem ve babam da ikna olmuş olacak ki, biricik kanalımız olan TRT’deki tarih dizisi “Duvardaki Kan” izleyerek Soğomon Tehliryan’dan nefret etmemin sağlanmasında herhangi bir beis görmemişler.
Dizinin jeneriğinde bir duvardan oluk oluk kan akıyor. İçeriğinden bağımsız bu görüntü bile dizinin yaşıma uygun olmadığının ispatı fakat ne gam. Dizinin konusu hakkında zerrece fikrim yok. O zamanlar Talat Paşa’yı yolda görsem tanımam. Erol Taş var oyuncu kadrosunda.  Eski filmlerinden bir Erol abiyi gözüm ısırıyor. Aklımda tek kalan ise Tehliryan’ın “Bir insanı öldürdüm ama katil değilim” repliği. Aklıma düşmüş on yaşımda.  Bir insanı öldüren biri nasıl olur da katil olmaz?
İlkokulda “tahta metre” ile sopa yiyen bir neslin üyesi olarak bu “tehlikeli” şüpheciliğe nasıl sahip olmuşum onu da bilmiyorum.
Merak ettim etmesine fakat uzun yıllar ne bağımsız bir kaynak bulabildim okuyabilecek ne de Ermeni bir arkadaşım oldu uzun uzun bildiklerini anlatacak. Ama 1900’lü yılların başında, babası Osmanlı Donanması başta olmak üzere birçok askeri görevde bulunmuş bir yaşlıca bir komşum oldu. Hayatta tanıdığım, Türk olmakla en çok gurur duyan insandır kendisi.  Babasının kariyerini anlatmayı yaşamındaki yegane amaç haline getirmiş olsa da Ermeni “meselesi” açılana kadar uzun sohbetlerimiz olmuştu.  Bir gün “yine” paşa babacığının ne kadar şık olduğundan bahsederken söz bir pantolona geldi. Pantolonun sol dizi, yatırıp Ermeni kellesi alırken yıpranmasın diye deri bir parça ile takviye edilmiş. Hala dururmuş dolabında.
Midem bulandı. Her zamankinden daha hızlı, izin istemeden kalktım ve evde çıktım.  Ermeni Soykırımıyla ya da inkarıyla ilgili gördüğüm, duyduğum her şeyde “o “ pantolonun hala o dolapta gururla asılı olduğu aklıma gelir.
* * *
Ağır hüzün, utanç ve hüsran
Deniz Keskin – Okutman/ İTÜ
Bir lise öğrencisi olarak okuduğum tarih ve siyaset kitaplarında “Ermeni olaylarına” dair atıflara denk gelsem de bir soykırımın varlığından tam anlamıyla haberdar olmam üniversite yıllarında, internet ve kütüphane aracılığıyla gerçekleşti. Tesadüfen dinlemeye başladığım Ermeni müziklerinin, bu şarkılarda tanıdık yer isimleri geçmesinin de bu konuya merak duymamda etkili olduğunu zannediyorum. Türk müziğini de Kürt müziğini de pek çok başka Anadolu müziklerini de çok seven biri olarak Ermeni müziğinin icracılarının neden artık buralarda olmadığını, Anadolu’da yüzbinlerce nüfusu olan bu topluluktan geriye neden hiçbir şey kalmadığını merak etmiş olmalıyım.
Yaşananların niteliğinden şüphem kalmadıktan sonra epeyce bir zaman, soykırımdan bir şekilde canlı kurtulabilenlerin İngilizce yazılmış veya İngilizceye çevrilmiş tanıklıklarını okudum, Michael Hagopian gibi isimlerin belgesellerini izledim. Bu yüzleşmenin bende uyandırdığı nihai duygu esasen ağır bir hüzün, utanç ve hüsranın bileşimi oldu sanırım. Katledilen yüzbinlerin acısına ek olarak, içine doğduğum kültür dünyasının bu kadar yoksullaştırılmasının ana sebeplerinden birisi olduğu için öfkelendim.
Onca geçmişine ve onca ihtimale rağmen Anadolu’nun bugün bu kadar çorak, bu kadar güdük bir yer olarak kalışının nedenlerini daha açık gördüm ve bireysel olarak, elimden daha iyi bir ülkede yaşama şansının alındığını düşündüm. Gezi amaçlı olarak Ermenistan’a gitmek istememde de tüm bu süreçlerin etkisi oldu ve sonunda gitmeyi başarıp orada hâlâ kendini son derece hissettiren Anadolu özlemiyle karşılaştığımda kendimi bir kat daha kötü hissettim.     
* * *
Topyekûn sorumluyuz
Melih Dalbudak – Öğretmen
Ben aslen Konya Ereğliliyim ve Ereğli’nin de önemli bir Ermeni nüfusuna sahip olduğunu, hatta bir Ermeni mezarlığı olduğunu da küçükken biliyordum. Ancak soykırımdan önce ve sonra neler yaşandığını çok sonra öğrendim.
Oldubitti orada yaşayan Ermeniler olduğu gibi soykırım sürecinde Konya’ya ve ilçelerine sürgün edilen ya da kaçan Ermeniler olduğunu çok sonra tarih ve anı kitaplarından öğrendim. Mesela Sarkis Çerkezyan’ın ‘Dünya Hepimize Yeter’ kitabı gibi…
Gerçeği öğrendikten sonra büyük bir rahatsızlık duyduğumu söyleyebilirim. Yıllar sonra Ereğli’yi ziyarete giden Ermeniler olmuş ve bu ziyarette soykırımdan hiç konuşulmamış. Bizim ailemiz, çevremiz de hiç bunlardan bahsetmez, geçiştirirdi zaten. Bu yok sayma tavrından rahatsızlık duydum, daha sonra tanıştığım Ereğlili Ermenilerin oradaki Türklere minnet duymasından rahatsızlık duydum, Ermeni ustaların, zanaatkârların mülklerinin yerine saçma sapan dükkanlar açılmasından rahatsızlık duydum. Bir kimliğin, bir milliyetin ve dilin topyekûn bitirilmesinden hepimiz sorumluyuz diye düşünürüm. (HK)
100leşme yazı dizisinin diğer yazıları

Yorumlar kapatıldı.