İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Börcüyü Kavukçiyan’a Mektup

Elif Çelik
Sevgili Şefika Babaanne, …Dünyamız bir hassas, bir duyarlı oldu ki sorma… Şimdi soykırım diye bir şey var Şefo’cum, birilerine yaptıklarına bu ad verilirse ayvayı yiyorsun, bütün devletler seni ayıplıyor falan. İşte Türkiye bunu yapmış diyorlar Ermenilere, ya; senin öz babana olanlar falan meğer kocaman politik bir tanımın parçasıymış… Öyle ki bu adlandırma, anasız babasız evsiz yurtsuz kalmış olmaktan sanki daha önemliymiş… kızma, sustum… Biliyorum, “hepsinin ağzına sıçam” , “akılları neredeymiş bunca zaman” diyorsun, haklısın. Ama moda diye bir şey var Şefocum…

***
Şimdi soykırım diye bir şey var Şefo’cum, birilerine yaptıklarına bu ad verilirse ayvayı yiyorsun, bütün devletler seni ayıplıyor falan. İşte Türkiye bunu yapmış diyorlar Ermenilere…
Börcüyü Kavukçiyan ve ikinci bir hayat yaşamak zorunda kalmış tüm insanlara,
Sevgili Şefika Babaanne,
Ben dokuzdum sanırım, öldüğünü söylediler. Oralı olmadım. Bilirsin nineler ölmez. Zaten ölmüş olsan hemen her gün lafın açılmaz. Anneanneme çektirdiklerini halen her gün konuşuruz. Deli kadınsın vesselam…
Görüşmeyeli büyüdüm elbet, kocaman oldum, evlenmedim filan. Anneme benzediğimi söylüyorlar, pek hoşuma gitmese de senin “uy, annene gurban olasın ” dediğini duyuyorum.
Şefo’cum sen burdan gideli olan biteni kısaca özetleyecek olursak dünya halen boktan. Hani fotoğraf çektirmekten nefret edip, çekene küfrederdin ya hep, ohooo şimdi görsen delirirdin herhalde; selfie diye bir şey var “karılar” dudaklarını büzüp büzüp aklına gelebilecek her an kendi fotoğraflarını çekiyor. Sorma… Başka ne desem…İnsanlarla aram yok pek, bu açıdan sana benzetiliyorum. Küçükken dilimden öpmüştün bir gün. Çok tuhaf gelmişti bu yaptığın. Birileri birilerine el verir ya, sen de bence bana dil verdin işte… senin gibi sokuyorum milleti hep. Sonra, bir kardeşim var; senin hiç görmediğin…ve sana nasıl anlatacağımı bilemediğim tuhaf bir iş yapıyorum; ne olduğum belirsiz yani. Hayatımı görecek olsan tespitin “çağam layığını bulamamış” olurdu nitekim. Bana öyle geliyor…
Şefo’cum bu arada bazı şeylerden haberim oldu yokluğunda. Mesela senin şu Washington’da yaşayan kuzenlerin vardı ya, ben çocuktum hani ziyaretlerine gittik maaile saatlerce yol tepip… Ya, işte onların nasıl senin kuzenin olduğunu bir türlü anlamamıştım o vakit. Sen başında yazmasıyla Malatya’lı, benzerlerinden daha tuhaf, daha huysuz bir kadınken; neden, nasıl Amerika’da adı Mari, Rozi bilmem ne olan kuzenlerin olduğunu anlamamıştım. Artık biliyorum. Şu çatlak doktor Astarjian’ı bilir misin? Anneannem ne zaman hasta olsa ona giderdi…Bu deli adam bir gün gözlerimin içine bakıp bana abuk sabuk laflar etmişti, çocuktum saçmalıyor deli demiştim. İşte o lafları da anladım zaman içinde. Olan biten sır falan değilmiş hayır da, kimsenin önemsediği de yokmuş meğer… Ben merak edip sordukça anlattılar. Annemi bilirsin hiç üstüne mal etmez böyle şeyleri, kendine hiç değdirmeden bildiklerini ilgisini çekmeyen bir hikaye gibi anlattı. “Aman” dedi, “ne utanç duyuyorum ne gurur”… “fena mı olmuş yani”, “annesiz, babasız, kocasız kalacaklarına evleri olmuş , baş tacı olmuşlar”. Diğerlerine nazaran ne kadar şanslı olduğunuzdan da söz edildi ben üzülünce. Tabii düşününce orası öyle… Ha bir de bu durum senin hiç umurunda bile değilmiş lafını bile ettirmezmişsin o yüzden benim bu ilgim biraz boşunaymış. Öyle dedi. Sen ve annem psikolojiden anlamadığınız için bu konuda ısrarcı olmayacağım. Bana da düşmez bir yerde, tamam.
Anneannemle dedem on yıla yakındır Malatya’ya geri döndü. Her gün eski mahallenin hikayesi geçiyor. O anlattıkça ben bayılıyorum
Vartuyi’nin şusu, Ohannes’in busu…Bir keresinde kilometrelerce yol tepip Rochester’a sizin eski komşuları görmeye gitmiştik. Bedros amcalara. Bunlardaki mutluluğu görme sen. Sabaha kadar sohbet ettiler. Şu gün olmuş, büyüklerin birbirini bu kadar sevebileceğine, bu kadar can olabildiğine başka yerde de rastlamadım. Herkes o zamanda hep seni sordu, konuştu. İnat etmişsin sen. Ölürüm de gitmem gavur memlekete demişsin ..sahi neden gitmedin ki… nesini bırakamadın oraların…?
Başka şeyler de oluyor pek tabii. Eskiden konuşulmayan önemsenmeyen şeyler açığa çıkıyor falan. Misal bugün. Ermenilere yapılanların üzerinden yüz yıl geçmiş. Bu konuda konuşmak istemeyeceğini biliyorum. Senin zaten ne olduğun umurunda değil, tamam. Ama bir dinle bak… Dünyamız bir hassas, bir duyarlı oldu ki sorma… Şimdi soykırım diye bir şey var Şefo’cum, birilerine yaptıklarına bu ad verilirse ayvayı yiyorsun, bütün devletler seni ayıplıyor falan. İşte Türkiye bunu yapmış diyorlar Ermenilere, ya; senin öz babana olanlar falan meğer kocaman politik bir tanımın parçasıymış… Öyle ki bu adlandırma, anasız babasız evsiz yurtsuz kalmış olmaktan sanki daha önemliymiş… kızma, sustum.
Biliyorum, “hepsinin ağzına sıçam” , “akılları neredeymiş bunca zaman” diyorsun, haklısın. Ama moda diye bir şey var Şefocum… bazı şeyleri bazı zamanlarda konuşunca hem o şeyler daha önemli oluyor hem de onu konuşanlar… işte o diyor ki sen böyle ettin, öbürü diyor ama sen de geri kalmadın, birileri o haklı diyor, birileri bu… Kim samimi kim değil bilinmez ya neticede olan biten konuşuluyor işte, fena mı? Fena diyorsun. Ben silmiş atmışım her şeyi diyorsun.
Agavni de böyle mi düşünürdü acaba? Hıı… eski adını öğrendim annenin. Resminizi gördüm. Çirkin kadın ama var bir asaleti. Dedem ölmeden teneke kutudaki fotoğrafları her gitmemde açtırırdım. Koca işaret parmağıyla fotoğraflardaki yüzlerin üstüne vura vura anlattı hikayeleri dedişkom. İşte şu şunun anası, bu bunun kızı, şu köşk, o konak… Oğlunu bilirsin, dünya umurunda değil, öyle bir hüzün falan yoktu sesinde. Sonuçta onu ilgilendiren bir şey de değil ki… Başkatibin torunu o, sen de gelini. Öyle değil mi Şefo’cum…
Anneannem de arada anlatıyor, komşunun güzel kızlarını sonraki zamanlarda nasıl sizde sakladıklarını, sonradan olan olaylar geçene kadar. Ah anneanne, diyorum neler edilmiş bu insanlara… ”Gurban” diyor… “sadece o değil, onlar da bunlara etmiş, benim annemgil Muş’tan ocaktaki yemeklerini bırakarak kaçmışlar”.
Tarihe çok meraklı değilim ne yalan söyleyeyim ama dünyanın başka bir yerinde anneannemin bir akrabasına rastlamadım… Neyse seni üzüp, sıkmak istemem bunlarla. Zaten hiç umurunda değil, biliyorum. Müslüman Şefika’sın. Hizmetçileriniz var. Tamam.
Eski mahallenize gittim geçen yıl ilk kez. Eskilerden kimse yokmuş. Ha bir de annemin çocukluk arkadaşıyla buluştuk geçen Nişantaşı’nda. Otuz yıldan fazla geçmiş… Bir grup Ermeni kendi memleketlerine yıllar sonra ancak bir turla gitmişler. Yine lafın geçti tabii. Senden çok korkarlarmış. Sokağınıza çirkin mi çirkin bir düğün salonu yapmışlar. O gün, güpegündüz, oraların yerlisi olmadığı belli olan, tuhaf insanların düğünü vardı içinde. Bir de sana esas söylemek istediğim; senin çocukken annenle yaptığın kırkyamayı bulduğum. Annemle, anneannem eski sandıkları temizlerken, az kalsın atacakken yakaladım bundan on yıl evvel. Gördüğüm andan itibaren öyle sevdim ki; o günden beri de duvarımda. Eşyalar konuşabilirmiş bak; zaman makinası gibi bir şey bu da. Börcüğü’nün hikayesini anlattı bana. Hıı… (EÇ/HK)

Yorumlar kapatıldı.