İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB-ABD Serbest Ticaret Anlaşması Ve Türkiye’ye Etkileri

Yusuf Ertuğral / Beykent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır. İlk seçenek, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da belirttiği gibi, GB’yi serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek olabilir. Ancak, Gümrük Birliği sayesinde Türk ekonomisi dışa açıldı ve 1996-2012 yılları arasında 67milyar dolardan 389 milyar dolar ticaret hacmine ulaştı. Ayrıca, ilk defa Rekabet Yasası uygulamaya konulmasının yanı sıra Türk ekonomisinin rekabet gücüne önemli katkıları olmuştur. Tüm bunlar GB’nin Türkiye üzerindeki olumlu etkilerinden sadece birkaçı. Bu nedenle, birinci tercihin rasyonalitesi tartışmalıdır. Bunun Türkiye-AB ilişkilerini zedelemesi ihtimali de söz konusudur. Bu kaygıdan hareketle Ali Babacan; “O (AB) hedeften Türkiye sapmaya başlarsa o zaman nereye gideceğini kimse kestiremez. İşte siz o zaman ekonomiden korkmaya başlayın” diyerek konunun önemine işaret etmiştir. TTYO’nun hayata geçirilmesi durumunda ABD, GB kapsamında Avrupa pazarları üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz giriş yapabilecektir. Fakat Türkiye aynı şartlarda ABD pazarlarında rekabet hakkı elde edemeyecek. Bu durumun Türkiye’nin zaten açık veren mevcut dış ticaret dengesini daha da bozması söz konusudur Ayrıca Türk firmalarının Avrupa’da da pazar dışına itilme riski bulunuyor. Bu nedenle Türkiye’nin TTYO anlaşmasının parçası olması gerekmektedir.

***
Giriş
2007 yılının ortalarında ABD’de «Subprime mortgage»[1] piyasasının çöküşü ve sonrasında küresel finans piyasalarını etkisi altına alan dalgalanma, 2008 yılının son çeyreğinde hızla küreselleşmiş, küreselleşen finansal kriz dünya ekonomilerinde derin etki bırakmıştır. 2010 yılına gelindiğinde krizin ikinci aşamasına geçilmiş ve küresel kriz AB borç krizine dönüşmüştür. Yunanistan başta olmak üzere Portekiz ve İrlanda’ya sıçramış, daha sonra İtalya ve İspanya’yı da içine alarak genişlemiştir. Bu süreçte ülkeler birtakım önlemler almış ancak alınan önlemler yeterli olmamış, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’in ardından Avrupa’nın önemli ekonomilerinden biri olan İspanya da AB’den mali yardım istemek zorunda kalmıştır.(Bıçakcı,2012)
Dünya ölçeğinde başarılı bir ekonomik proje olarak gösterilmesine rağmen AB, dünya ekonomik ve finansal krizinden en fazla etkilenen örgütlerin başında gelmiştir. Bu ekonomik krizin özelde en pratik sonuçları arasında; Euro Bölgesinin ekonomik ve mali yönden istikrarsızlığı, ülkelerin büyüme oranlarının yavaşlaması, cari açığın büyümesi ve Euro sisteminin temellerinin tekrar sorgulanmasıdır.(Bıçakcı,2012)
Küresel ekonomik krizin özellikle gelişmiş ülkelerde ihracat pazarının daralmasına ve dünyada ticaret ve dolayısıyla güç ekseninin batıdan doğuya doğru kaymasına yol açtığı açmıştır. Gelişmiş ülkelerin güçlerini devam ettirebilmek için ihracatlarını artırmaya ihtiyaç duymaya başlamıştır. ABD ve Avrupa Birliği küresel nüfusunun onda biri ile dünyadaki GSYİH’nin yarısını, uluslararası ticaretin üçte birini gerçekleştirmektedir. ABD ve AB arasındaki ticaret hacmi geçen yıl 500 milyar Euro, hizmet sektörünün değeri ise 280 milyar Euro seviyesindeydi.(Özdemir, 2013.)
Sanayinin üretim devleri Amerika ve Avrupa, giderek zayıflayan ekonomileri, Çin sanayi ürünlerinin dünya piyasalarındaki hızlı artışı, dünya ekonomilerinin merkezinin Asya’ya kayması gibi etkenler nedeniyle Amerika ve Avrupa rekabetle değil ancak işbirliği ile egemenliklerini koruyacaklarını anladılar ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) Anlaşması imzalamaya karar verdiler.(TÜSİAD)
İki ülke TTIP’yi tartışırken dünya ekonomileri de bu anlaşmanın kendilerine ne gibi zararlar getireceği konusunu tartışmaya başladı. Çin de bu konuda endişe duyanların başında geliyor. Avrupa ve Amerika’nın günlük ikili ticaret hacimleri 2,7 milyar dolar civarındadır. İki ülke stok yatırımları ise 3,7 milyar Dolar’a ulaşmıştır. Amerika ve Avrupa arasında imzalanacak olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın (TTIP) dünyanın geri kalan ekonomilerini olumsuz etkileyeceği ve uluslararası ticaret sisteminde büyük bir etki meydana getireceği düşünülüyor.(TÜSİAD)
TTIP ile iki ülke dış ticaret ve yatırım rakamlarının yüzde 0,5 oranında artış göstereceği savunuluyor. Bu artışla iki ülke arasında yaklaşık 460 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi oluşturulması hedefleniyor. Öte yandan, iki ülke ekonomisinin bu anlaşma ile yaklaşık % 1,5 oranında büyüyeceği tahmin ediliyor.(TÜSİAD)
Peki, Çin AB ve Amerika’nın serbest ticaret anlaşmasının kendilerine olası etkilerini nasıl değerlendiriyor? Çin uluslararası ticaretten dışlanacak mı?  Çinli uzmanlara göre TTIP ile iki ülke Çin ile olan ekonomik ilişkilerinde Çin’i pasif bırakacak ve göz ardı edecek. Kimi uzmanlara göre ise, TTIP’nin Çin ile ticari ilişkilerde bozulmaya neden olmayacağı, aksine Çin’in kendisini geliştirmek/değiştirmek için itici bir güç olabileceği yönünde. Anlaşmanın sonucunda Çin ekonomisinin anlaşmayla yaklaşık 32,2 milyar dolar zarar göreceği tahmin ediliyor.(TÜSİAD)
yüzyılın sonlarında sosyal, ekonomik, politik ve kültürel alanda yaşanan gelişmeler sonucu oluşan küreselleşmenin uluslararası ilişkilere yansımaları karşılıklı bağımlılık kavramını ortaya çıkarmıştır. Günümüz uluslararası ilişkilerinde büyük güçler arasındaki karşılıklı bağımlılığın ekonomik boyutunun güvenlik ve askeri boyutun önüne geçtiği görülmektedir.(Akçadağ,2013)
Örneğin, askeri meselelerdeki işbirliği nispeten daha sınırlı olan Çin ve AB ekonomik bağlamda tam bir karşılıklı bağımlılık modeli sergilemektedir.(Akçadağ,2013) Bu çalışmamın birinci bölümünde öncelikle AB ile Çin arasındaki karşılıklı ekonomik bağımlılık ve bu bağımlılığın politikalara yansıması incelenmeye çalışılacaktır.
Birinci bölümde AB-ABD serbest ticaret anlaşmasının ne anlama geldiğini, zamanlamasını, ekonomik entegrasyonun perde arkasında ABD’nin Çin’i çevreleme politikasın mı yattığını ve başarı ihtimalini ve olumlu sonuçlanması halinde Çin’e ve en önemlisi Türkiye’ye olası siyasi ve ekonomik etkilerinin neler olabileceği incelenecektir. Avrupa Birliği’nin ekonomik dinamosu olan Almanya’nın 2014 yılı büyüme hızı beklentisi 1,8’den yüzde 1,2’ye çekilmesi Alman ekonomisin daralmasına sebep olmaya başlamasının İtalya, Fransa, İspanya ve Yunanistan ekonomisine yaşanan sarsıntılara bağlanırken Avrupa krizden çıkmak için Çin’e bel bağlamış durumda. Peki, Çin, bu inisiyatifi alacak mı?
2010 yılından beri Euro bölgesi borç kaynaklı ekonomik krizle mücadele etmektedir. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İspanya ve İtalya ciddi borç yüküyle karşı karşıya bulunmaktadır. Son olarak Alman Şansölyesi Merkel’in sorunun üstesinden gelmek için alınan önlemlerin karşılığını görmeye başladığını, ancak yine de krizin sona ermekten uzakta olduğunu dile getirmesi ekonomik krizin 2013 yılında da kendini göstereceği endişelerini beraberinde getirmiştir. Çin’in Avrupa’nın içinde bulunduğu krize olan yaklaşımı taraflar arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılığın en önemli göstergelerinden biridir.(Akçadağ,2013)
Son on yılda, ABD’nin Irak ve Afganistan müdahalelerinde ve diğer dış politika tercihlerinde AB’nin homojen olarak ABD’yi desteklemesi hiçbir zaman mümkün olmadı. ABD’nin son zamanlarda Asya’yı eksen alan politikaları da, örneğin Transpasifik Ticaret Anlaşması, AB ile olan bir uzaklığı gösteriyordu. Bu anlaşma Atlantik’in iki yakasında Soğuk Savaş zamanından beri devam işbirliğinin bir durağanlıktan sonra tekrar canlanması için çok önemli bir fırsat olarak gösteriliyor. ABD’nin bu işbirliği hareketiyle Çin’e karşı güçlü bir blok kurmak için önemli bir adım attığı da söylenebilir.(Küresel Sorunlar Platformu)
İkinci bölümde, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmasının (TTYO) Kapsamı ve ABD ile AB’nin atacağı adımlar Türkiye’nin AB-ABD ile İlişkileri ve TTYO’nun Türkiye’ye etkilerinin neler olabileceği incelenecektir.
AVRUPA’DAKİ EKONOMİK KRİZ SONRASI AB’NİN KARŞILAŞTIĞI EKOPOLİTİK DURUMU VE ALTERNATİF ARAYIŞLAR
Avrupa’daki Ekonomik Kriz Sonrası AB’nin Karşılaştığı Siyasi Zorluklar
Almanya ekonomi bakanı Sigmar Gabriel, 14 Ekim’de Alman ekonomisine ilişkin yeniden düzenlenmiş veriler konusunda Almanya’nın 2014 yılı Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (GSYİH) büyüme beklentisi yüzde 1,8’den yüzde 1,2’ye çekildiği 2015 yılı için de GSYİH büyüme hedefinde 1,3 olarak saptandığını açıklamasında bulundu. Daha önce belirlenen 2015 yılı hedef ise yüzde 2 idi. (Böğün,2014)
Gabriel, borçlanmaya gidilmeyeceğini, Almanya’da ekonomik büyüme hızını yeniden artırmak için öncelikle yatırımların destekleneceğini ve çoğaltılmasına öncelik verileceğini beyan etmiştir. (Böğün,2014) Peki, desteklenecek ve çoğaltılacak yatırımların üreteceği mallar nereye satılacaktır?
Almanya’daki ekonomik daralma İtalya, Fransa, İspanya ve Yunanistan ekonomilerinde yaşanan sarsıntılara bağlanmaktadır. Ağustos-Eylül döneminde İtalyan ekonomisinde 67 milyar avro sermaye kaçışı yaşandığı hesaplanıyor. Ancak sarsıntı geçiren sadece güney Avrupa ekonomileri değildir. Avusturya da durgunluğa sürüklenmiş durumdadır.(Böğün, 2014) Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti gibi orta Avrupa ülkelerinin ekonomilerindeki gerilemelerin bir sebebi de Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’ya koyduğu yaptırımlar da AB’nin ekonomisini sarsmaktadır.
Alman ekonomist Max Otte, Avrupa’nın ekonomisinin temel çıkmazını ABD’ye “Çok bağımlılık” olarak nitelendirmektedir. Otte’nin savunduğu görüşler, Avrupa’da olduğu kadar ABD’de de yaygın biçimde dile getirilmektedir. Krizi ABD’ye bağımlılıktan kurtulmadan piyasaya para sürülerek önleme çalışması sonuç olarak dolar gücüne sahip Amerikan mali sermayesini güçlendirmiştir. Çin ve Rusya ile diğer BRİCS İnformation Centre (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) ülkeleri bu denklemi anlamış olup Amerikan mali sermeyesinin Dolar’ı devre dışı bırakacak yolları aramaya başlamışlardır.(Böğün,2014)
Max Otte gibi uzmanların ortak görüşüne uygun olarak AB’nin ekonomik dinamosu başta Almanya ve Fransa olmak üzere İtalya’nın ABD’den uzaklaşmaya çalıştığı ve Asya’ya yaklaşmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Bunu bir karşılıklı bağımlılık örneği Olarak AB-Çin ekonomik ilişkilerinde görmek mümkün.
Karşılıklı Ekonomik Bağımlılığın Politik Yansımaları: AB-Çin Ekonomik İlişkileri
Çin ile AB arasında ilk resmi ilişkiler 1975’te başlamış ve 1978’de Çin-AET Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. 1995 yılında Brüksel, AB-Çin ilişkileri ile ilgili olarak ilk uzun vadeli stratejisini “Çin-Avrupa İlişkileri için Uzun Vadeli Bir Politika” başlığı ile açıklamıştır. 1998’de yayınlanan “Çin ile Kapsamlı Bir Ortaklık İnşa Etme” bildirisi 15 Mayıs 2001’de AB’nin daha etkili bir Çin politikası geliştirmesi amacıyla “AB’nin Çin Stratejisi” olarak güncellenmiştir. 2003 yılında önceki iki belge gözden geçirilerek “AB-Çin İlişkilerinde Paylaşılan Çıkarlar ve Meydan Okumalar” adı altında yeni bir belge kabul edilmiştir. Söz konusu bu belge AB’nin bugünkü Çin politikasının ana çerçevesini çizmekte olup ilişkiler üç ana başlıkta toplanmaktadır: insan hakları konusunda özel bir diyalogu da içeren siyasi diyalog; ekonomik ve ticarî ilişkiler ve AB-Çin işbirliği programı. Belgede göze çarpan temel konuları yasadışı göç, insan hakları, ekonomik ve ticarî ilişkiler, bilim-teknoloji ve enerji alanlarında işbirliği oluşturmaktadır.(Akçadağ,2013)
Çin Başbakanı Wen Jiabao, “Çin, AB’nin borç krizini gidermek için yaptığı çalışmaları içtenlik ve kararlılıkla desteklemek niyetindedir ve Avrupa ekonomisine güvenmektedir. Çin, AB’nin mali disiplini güçlendirmesine destek vererek, AB’nin dışa açık ve güçlü bir sinyal vermeye devam etmesini arzu etmektedir. Çin, borç krizinin çözülmesine verdiği çabaları güçlendirerek, AB ile sıkı temas ve koordinasyon kurmaya hazırlanmaktadır.” açıklamasıyla Çin’in borç krizini yenmekte AB’ye yardımcı olacağını ifade etmiştir.(USİAD) Nitekim Avrupa’nın hazine borçlarını satın almış, krizdeki Avrupa ülkelerine milyarlarca dolar yardımda bulunmuştur. Ayrıca Pekin, IMF gibi uluslararası örgütler kanalıyla AB ülkeleri için bir yardım fonu oluşturulmasını da gündeme getirmiştir. Böylece krizin önünü alacak tam güvenli bir kredilendirme sistemi kurulması öngörülmektedir.(Akçadağ,2013)
Krizin ekonomik ağırlığı, ABD ve Avrupa’nın içine kapanmasına neden oldu; Zira ilerleyen bölümlerde görüleceği üzere AB üyesi her devlet kendi başlarına çıkış yolları aramaktadır ve adres olarak Çin’i görmektedir.
Fransa – Çin Ekonomik Yakınlaşması
İngiliz finans uzmanı David Marsh, eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin 2007 yılında Pekin ziyaretini Canossa[2] yolculuğuna benzetmiş ve şunları söylemiştir; (Zhang,2013)
“Son derece utanılacak bir durumdu. Aslında, Çin fakir bir ülke. Döviz rezervi muazzam boyutlarda da olsa fert başına milli geliri Fransa’nın onda biri kadar.”
Deutsche Welle Ekonomi Servisi editörlerinden Danhong Zhang eski Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin ziyareti hakkındaki  analizinde;
“Sarkozy’nin gözü, Çin’in üç trilyon doların üzerindeki döviz rezervindeydi. Aynı zamanda Çin ekonomisi nefes kesen bir hızla büyüyor. Asya devinin milli geliri geçen yıl bir trilyon 300 milyar dolar arttı. Yani Çin ekonomik bakımdan her iki buçuk ayda bir Yunanistan kadar üretiyor ya da her yıl yeni bir İspanya’yı ekonomik gücüne ilave ediyor.” (Zhang,2013)
Halk Üniversitesi Ekonomi Enstitüsü Direktörü Mao Zhenhua yaptığı değerlendirmesinde;
“Dünya ekonomisinin istikrarı için Euro Bölgesi’nin de istikrarlı olması gerekir. Böylece dolar tarafından sömürülme azalır. Euro, rezerv para birimi olarak da dolara alternatif çıkabilir. Böylece riskler daha iyi paylaştırılmış olur ve mali varlığımız zarardan korunur.” (Zhang,2013)
Mao da Çin aynı zamanda Amerikan Doları’na güçlü bir alternatif olmasını istediği için de Euro’nun eski günlerine dönmesini arzuluyor. Mao Zhenhua, doların dünya ticaretindeki egemenliğini haklı bulmamaktadır. (Zhang,2013)
Yunanistan – Çin Ekonomik Yakınlaşması
Mao Zhenhua Çinli meslektaşları gibi Yunanistan’ın ortak para bölgesinden ayrılmasına karşı. Mao da şu yorumu yapmıştır;
“Bu çok sakıncalı bir adım olur. Çünkü olay Yunanistan’la kapanmaz. Euro Bölgesi’nden ihraç nasıl olur? Bunlar açıklık kazanmadı. Bu bakımdan bence Euro Bölgesi’nin küçülmesi dağılmasıyla aynı anlama gelir.”(Zhang,2013)
Ekonomik krizle boğuşan Yunanistan, ciddi yatırıma ihtiyaç duymaktadır. Özelleştirme programının çok gerisinde ve 2015 yılına kadar 50 milyar avro gelir sağlamak zorunda olmasına rağmen ancak gecikmelerin ardından bu hedef 11 milyar avro’ya çekilmiştir.(BBC,2013)
Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras Mayıs 2013’de büyük bir heyetle Pekin’i ziyaret etmiş, Çinliler; ülkenin limanlarıyla, havaalanlarıyla ve büyük olasılıkla ulusal demiryollarıyla ilgilenmişlerdir.(BBC,2013) .
Çin yatırımcılar, Yunanistan’ın limandaki sistem, işletme ve iyileştirme hakları için 500 milyon Euro ödeyerek Çin’in devlete ait gemicilik şirketi Cosco tarafından kurmuştur. Yunanistan’ın bu en büyük iç yatırımı, Çin’in Avrupa’ya ulaşmasında da önemli bir kapı olmuştur. Şirketin Başkan Yardımcısı Jang Anming;
“Her yer bizim için bir iş imkânı. Burada bir imkân bulduk ve başarılı olduk” yorumunu yapmıştır.(BBC,2013) Jang, kimin kime daha fazla ihtiyacı olduğu sorusuna ise diplomatik bir yanıt vererek;
“Yunanistan’ın bize, bizim de Yunanistan’a ihtiyacımız var. Bu herkesin kazançlı çıktığı bir durum” demiştir.
Öte yandan Atina yönetimi, 250 bin Euro değerinde emlak yatırımı yapanlara oturma izni veren bir program uygulamaya başladı. Bir Çinli yatırımcı bu programdan yararlanan ilk kişi oldu. Pire Limanı’nın kargo terminalinde işlem gören konteynerlerin sayısı Cosco şirketinin yönetiminde iki katına çıkmıştır. Ancak Cosco’nun izlediği politika, örneğin çalışanların sendika üyesi olmasının yasaklanması, oldukça sert olmuştur. Pire limanındaki ikinci terminal hâlâ hükümet kontrolünde ve Liman İşçileri Sendikası Genel Başkanı Giorgos Gogos, bunun böyle kalması gerektiğini söylemiştir. (BBC,2013) Çin’in zayıf Yunan ekonomisini sömürdüğünü ve bundan kâr elde ettiğini belirten Gogos;
“Çin kendi çıkarını koruyor. Pire’ye yapılan yatırım Çin şirketleri için olumlu elbette ama Yunan halkının bundan bir çıkarı yok. Cosco, söz verdiği istihdamı sağlamadı” eleştirisinde bulunmuştur. (BBC,2013)
İki ülke arasında artan ilişkiler sonucunda Yunan şirketleri de Çin pazarına yaptıkları ihracatı arttırıyor. Ancak bu artışa rağmen, Yunanistan’ın ihracatı, Çin’in bu ülkede sattıklarının sadece yirmide biri durumundadır. (BBC,2013) İşsizliğin rekor seviyeye ulaştığı Yunanistan’da pek çok kişi Çin’i bir fırsat olarak görüyor. Örneğin 2005’te Çince öğrenen sadece beş öğrencisi olan bir dil okulunda şimdi 100 öğrenci var. (BBC,2013)
Dünyanın iki eski uygarlığı Yunanistan ve Çin bugünün ekonomi yelpazesinin zıt uçlarında. Pek çok ülke Çin’e yakınlaşma çabasında ve Yunanistan yatırım, ticaret ve turizm alanlarında rakiplerinin gerisinde kalıyor. Ancak Avrupa’nın hasta adamı Yunanistan, bu kötü günlerinde Asya kaplanı Çin’le ilişkilerini güçlü tutmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.(BBC,2013)
İtalya– Çin Ekonomik Yakınlaşması
2011 Eylül’ünde Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P), İtalya’nın ”A+” olan uzun vadeli kredi notunu bir basamak düşürerek ”A”ya çekti, not görünümünü ise ”negatif” olarak belirlemişti. (DW,2011)
Kuruluştan yapılan açıklamada, karara, zayıflayan ekonomik büyüme görünümünü ve hükümetin gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYH) yüzde 120’sine ulaşan kamu borcunu azaltamayacağına yönelik endişeleri gerekçe gösterilerek, ülkenin zayıf ekonomik büyüme görünümünün İtalya’nın mali konsolidasyon programının etkinliğini sınırlayabileceği uyarısında bulunuldu.(DW,2011) S&P, Euro Bölgesi’nin en yüksek ikinci kamu borcuna sahip ülkesi İtalya’nın bu borcunun önümüzdeki dönemde daha da yükseleceği ve beklentilerin üzerine çıkabileceği endişelerinin de kararda etkili olduğu vurgulandı. (DW,2011)
Atlantik’in iki yakasını etkisi altına alan borç krizinde Çin İtalya için de devreye girmiştir. İtalya başbakanı Berlusconi hükümeti, Eylül 2011‘de Çin ile İtalyan devlet tahvillerinin satışını görüşmüştür. Avrupa Merkez Bankası’nın sadece milyarlarca avroyu Ağustos 2011’de İtalyan devlet tahvillerine yatırmasına rağmen yatırımcıların tedirginliği devam etmiştir. İtalyan tahvillerine talep yok denecek kadar az olmuştur. Faizler rekor seviyeye ulaşmış olup 13 Eylül 2011 günü rakamlarına göre beş yıl vadeli İtalyan devlet tahvillerinde faizler yüzde 5,6’ya fırlayarak, Avronun yürürlüğe girmesinden bu yana görülen en üst seviyeye yükselmişti.(Turquie Diplomatique, 2011)
İtalya malî krizden çıkış için Çin’e bel bağlamış durumdadır. Ağustos 2011 İtalya Maliye Bakanı Giulio Tremonti, devletin yatırım fonlarını idare eden Çin Yatırım Kurumu Başkanı Lou Jiwei ile görüşme yapmıştı. Görüşmenin içeriği ile ilgili olarak Milano Teknik Üniversitesi’ndeki Çin uzmanlarından Giuliano Noci şu yorumu yapmıştır;
“Şu an en büyük rezervler Çin’in elinde. Üç trilyon 200 milyar dolar… Oldukça etkileyici bir sayı. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın iki katına denk geliyor. Çin’in gözü tabii ki Avrupa ve İtalya’da. Ama bu ilginin arkasında çıkarları var.” (Turquie Diplomatique, 2011)
Uzmanlara göre Çin İtalya’daki kilit sanayi sektörlerine yatırım yapacak. Bunlar arasında teknoloji ve enerji sektörleri başta gelmektedir. Bu zenginliklerin büyük çoğunluğu ise devlete aittir. Çin’in bu sektörlere iştirak etmesi İtalya’nın kasasına büyük paralar girmesi anlamına gelmektedir. Giuliano Noci, İtalya ile Çin arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır;
“Çinliler tabii bizim zenginliklerimize ilgi duyuyor ve ayrıca uluslararası arena da siyasi desteğe ihtiyaçları var. Bu anlamda devlet tahvillerimizin bir kısmını satın alabilirler ve karşılığında İtalya’dan uluslararası alanda destek isteyebilirler.” (Turquie Diplomatique, 2011)
TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI ANLAŞMASI VE ABD- ALMANYA
2007 yılında AB Dönem Başkanı Almanya Başbakanı Merkel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, ABD Başkanı Bush ile bir araya gelerek, Atlantik’in iki yakası arasında bir serbest ticaret bölgesi için çerçeve anlaşmak üzere mutabakata varmışlardı. Paktın amacı ticaret önündeki engellerin azaltılması ve Atlantik’in iki yakasında ortak bir pazar oluşturulması. Bu girişimle Çin, Hindistan gibi ülkelerden gelen rekabete karşı güçlerin birleştirilmesi ve küreselleşmeye daha iyi göğüs gerilebilmesi hedefleniyor.(DW,2007)
Almanya Başbakanı Merkel, ABD ile ekonomik ilişkilerin önemini o dönem şöyle ifade etmiştir;
“Avrupa ve ABD arasındaki ticaret dünya toplam ticaretinin yüzde 40’ını oluşturuyor. İkili yıllık ticaret hacmi 2 trilyon euroyu buluyor. Yine de bu ticari ilişkilerin daha da geliştirilebileceğini düşünüyoruz. Çünkü arada değişik standart ve koşulların getirdiği bürokratik engeller var, bu noktada sistemlerin birbirine uyumlu hale getirilmesi konusunda çalışmak istiyoruz.” (DW,2007)
AB ile ABD arasında Atlantik aşırı ekonomik ortaklık formülü ortaya atılmış ama güçlü tarım lobisinin baskısı bu girişimi başarısızlığa uğratmıştı. Bugün de ortadan kaldırılması gereken önemli engeller bulunmaktadır. Tarım ürünleri, genetik, finans branşı, tıbbi ürünler ve kültürel teşvik programları gibi konulardaki görüş ayrılıklarını gidermek kolay olmayacaktır. Fransa şimdiden, üreticisinin ve kültür alanında faaliyet gösteren Fransızların çıkarları korunmadığı takdirde, ticaret görüşmelerini engelleyeceğini duyurmuştur.(Güngör, 2013)
1998 yılındaki ilk Transatlantik Ticaret Anlaşması girişiminde AB’nin ortak tarım politikası çerçevesindeki geniş sübvansiyonların ortadan kalkma ihtimali görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. Özellikle Fransa’nın tarım politikası konusundaki sert tutumu 1992’deki başarısızlıkta önemli rol oynamıştır. Geriye dönüp baktığımızda da bu tartışmalı konuların hala aynı zorlukta devam ettiğini görmekteyiz.(Küresel Sorunlar Platformu)
AB-ABD Serbest ticaret anlaşmasının arkasında Almanya ve Merkel olduğunu yorumunu yapan Tevfik Güngör bu konudaki yorumu şöyledir;
“AB ile ABD arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması (STA) müzakereleri, bizi de çok ilgilendiriyor. Önceki günlerde DW Alman Radyosu’nda yayınlanan bir haberde bu anlaşmanın takipçisinin Almanya ve ısrarcısının Merkel olduğu belirtiliyordu. Almanya ve Merkel için bu anlaşma ne anlam ifade ediyor? Almanya için AB topluluğu bir pazar. Bu pazar krizden sonra canlılığını kaybetti. Alman ekonomisinin ayakta kalması ihracata bağlı. AB pazarı canlılığını kaybettiğine göre Almanya için ABD pazarı önem kazanıyor demektir.” (Güngör,2013)
ABD Başkanı Barack Obama, ikinci kez başkan seçilmesinin ardından 13 Şubat 2013’te Kongre’de yaptığı açılış konuşmasında ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşması için yıl içinde görüşmelere başlanacağını duyurmuştu. AB Komisyonu Başkanı Manuel Barroso ve Komisyon’un ticaret komiseri Karel De Gucht, serbest ticaret anlaşmasının iki büyük bloku birleştiren dev bir anlaşma olduğunu ifade etmişlerdir. İngiltere başbakanı David Cameron ve Almanya başbakanı Angela Merkel’in bu anlaşma konusunda olukça istekli olduğu gözlenmiştir. Temmuz 2013’te başlayacak görüşmelerin 1-2 yıl içinde bitirilmesi planlanmıştı. (Küresel Sorunlar Platformu)
Anlaşmayı Hızlandıran Nedenler
AB ve ABD arasındaki serbest ticaret anlaşmasını hızlandıran çok önemli ekonomik ve siyasi etkenler mevcuttur. Birinci etken, bu anlaşmanın AB ve ABD’nin eski performanslarından çok uzak olan ekonomilerine katkı yapması beklentisidir. AB’de ekonomideki durağanlık devam etmekle birlikte Fransa, İspanya ve İtalya gibi önde gelen ekonomilere sahip ülkelerde ekonomik göstergeler gelecek için oldukça karamsar bir tablo çiziyor. ABD’de de durum çok farklı değil. Artan işsizlik Obama’yı iç politikada fazlasıyla zora sokuyor. AB ve ABD’nin bu durumu ve Çin’in gittikçe artan siyasi ve ekonomik profili “Batı’nın düşüşü” söylemini öne çıkarmaya başlamıştır. ABD’li uzmanlar 2030 yılında Asya ülkelerinin ekonomik güçlerinin ABD ve AB ekonomisinin toplamından daha fazla olacağını belirtilmektedir. (Küresel Sorunlar Platformu)
Bu göstergeler üzerinden baktığımızda iki gücün ekonomik bir blok oluşturma kararının gayet yerinde olduğu söyleyebilir. Serbest ticaretin büyüme üzerindeki etkisi dikkate alındığında uzmanlar, bu anlaşmanın gerçekleşmesi halinde AB’nin büyüme rakamlarına yıllık yarım puan pozitif etki yapacağını ifade ediyorlar. Bu anlaşmanın ABD’nin de istihdam sorununa çare olacağı söylenebilir. (Küresel Sorunlar Platformu)
İkincisi, AB-ABD ortaklığının iki ülkenin dünya ticaretini düzenleme gücünü artırmasıdır. Çok taraflı ticaretin liberalleştirilmesi için en önemli girişim olan Doha görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla ABD ve AB diğer ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarına hız vermişlerdir. (Küresel Sorunlar Platformu)
ABD, Transpasifik Ticaret Anlaşması çerçevesinde Japonya ve Güney Kore ile görüşmelerde önemli yol kat etmiştir. ABD ve AB arasında serbest ticaret bloğu kurulması girişimiyle birlikte çok taraflı Doha görüşmelerinin yapamadığı ticarette liberalleşme misyonunun bu şekilde gerçekleşmesine çalışmaktadır. Bu girişime iki açıdan bakmak mümkündür. Doha görüşmelerinde ABD ve AB’nin taleplerine karşı çıkan gelişmekte olan ülkeler böylesine geniş bir bloğun oluşma tehdidi nedeniyle pozisyonlarını daha ılımlı bir noktaya çekilebilir. İkinci olarak ise, AB ve ABD gibi iki büyük gücü barındıran bir bloğun üzerinde anlaştığı normlar küresel ölçekte etkili olabilecek düzenlemelerdir. Bu da AB ve ABD’nin çıkarını gözeten düzenlemelerin küresel norm olma ihtimalini ortaya koyduğundan iki ekonomik güç için olumlu bir gelişmedir. (Küresel Sorunlar Platformu)
Üçüncüsü, bu anlaşmanın gerçekleşmesi ile ABD ve Avrupa arasında işbirliği çok önemli bir boyuta taşınacak olmasıdır. Son on yılda, ABD’nin Irak ve Afganistan müdahalelerinde ve diğer dış politika tercihlerinde AB’nin homojen olarak ABD’yi desteklemesi hiçbir zaman mümkün olmamıştır. ABD’nin son zamanlarda Asya’yı eksen alan politikaları da, örneğin Transpasifik Ticaret Anlaşması, AB ile olan bir uzaklığı göstermiştir. Bu anlaşma Atlantik’in iki yakasında Soğuk Savaş zamanından beri devam işbirliğinin bir durağanlıktan sonra tekrar canlanması için çok önemli bir fırsat olarak gösterilmektedir. ABD’nin bu işbirliği hareketiyle Çin’e karşı güçlü bir blok kurmak için önemli bir adım attığı da söylenebilir. (Küresel Sorunlar Platformu)
TRANSLANTİK TİCARET ANLAŞMASI (TTIP) VE TÜRKİYE
Gümrük Birliği’nden Serbest Ticaret Anlaşması’na Yönelim
2008 sonrası dönemin küresel ve bölgesel ekonomik krizlerinin etkisiyle, dünyanın büyük ve büyümekte olan ekonomileri çekim alanı oluşturmak, Pazar açılımı sağlamak, nüfuz dengesi kurmak için stratejik hamlelerde bulunma çabaları günümüzde aratarak devam etmektedir. Bu doğrultuda ABD, Japonya, AB, Çin, Hindistan ve Rusya serbest ticaret ve tercihli ticaret anlaşmaları geliştirmeye çalışmaktadır. Küresel ve bölgesel düzeyde piyasa dinamikleri üzerine nüfuz elde ederek az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik tercihlerini de şekillendirmektedir. Bu bağlamda Türkiye-AB ilişkilerinin seyri ve niteliği ilgili tartışmalarda Gümrük Birliği her zaman gündeme gelen bir konu olmuştur. Günümüzde ABD ile AB arasında görüşülen ‘Serbest Ticaret Anlaşması’ yine böyle bir gündemde karşı karşıya bırakmıştır.  (Mercan, 2013)
AB ve ABD arasındaki ekonomik ilişkiler, dünya ekonomisindeki en büyük iş birliği örneğidir. 2012 yılı verileri AB bölgesi ile ABD arasındaki toplam ticaretin yaklaşık 500 milyar Euro olduğunu gösteriyor. AB bölgesine ABD yatırımı, ABD firmalarının tüm Asya’ya olan yatırımlarından 3 kat daha fazla, ABD’ye olan AB yatırımları ise AB’nin Çin ve Hindistan’a yaptığı toplam yatırımın 8 katı büyüklüğünde. Bu kadar iç içe geçmiş iki ekonomi bu entegrasyonu daha da ileriye taşıyacak bir anlaşma yapmaya hazırlanmaktadır. (Küresel Sorunlar Platformu)
“Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” iki ekonomik gücü serbest ticaret anlaşması ile bir ticaret bloğu haline getirmeyi planlayan bir girişim olarak dikkat çekmektedir. Bilgi olarak, serbest ticaret anlaşmaları tarafların karşılıklı olarak tarifeleri, ithalat kotalarını ve ticaret kısıtlamalarını kaldırdığı anlaşmalardır. AB ve ABD serbest ticaret anlaşması da öz olarak bunu amaçlamaktadır fakat bu iki ekonomik güç arasında tarım dışı gümrük tarifeleri göreceli olarak oldukça düşüktür (% 3 civarında). AB ve ABD arasındaki, ticarette ortaya çıkan en önemli engel ise tarife dışı engellerdir. Bu engeller arasından da en çok sorun çıkaran madde ise iki ülke arasındaki farklı standart tanımları ve düzenleme mekanizmalarının farklı uygulamaları olmuştur. Uzmanlar bu tür engellerin klasik tarife uygulamalarının % 20-30’u oranında zarar oluşturduğunu söylüyorlar. Örneğin mevcut uygulamada, ABD ve AB güvenlik standartlarının birbirinden farklı olması otomobil endüstrisinde ticarete zorluk çıkarmaktadır. (Küresel Sorunlar Platformu)
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmasının (TTYO) Kapsamı ve ABD ile AB’nin Atacağı Adımlar
AB ve ABD arasında gerçekleştirilen 28 Kasım 2011 tarihli zirve toplantısında, istihdam ve büyüme üzerine Üst Düzey Çalışma Grubu kurulmasına karar verildi. İlişkilerde ticaret ve yatırımı artırmak adına gerekli politika ve önlemleri belirlemek için görevlendirilen Çalışma Grubu, ikili ticaret ve yatırım konularını geniş bir yelpazede ele alan, düzenlemelere ilişkin meselelerin yanı sıra küresel kuralların gelişimine de katkıda bulunacak kapsamlı bir anlaşmanın yapılması sonucuna varıldı. Böylelikle iki taraf 13 Şubat 2013 tarihinde aralarında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTYO) oluşturulması kararı alınmıştır. Temmuz ayında müzakerelere başlanan ortaklıkta 20 Aralık 2013 itibariyle üçüncü tur tamamlanmıştır. (Keleş,2014)
13 Şubat 2013 tarihinde çok kapsamlı ticaret ve yatırım ortaklığı kurulması amacıyla müzakere edilmesi kararlaştırılan TTYO, dünya ekonomileri açısından iki temel öneme sahiptir. Öncelikle bu anlaşma serbest ticaret alanı oluşturulması hususunda atılmış en ciddi girişim olarak göze çarpmaktadır. İkinci önemli husus ise böyle bir anlaşma yoluyla ABD ve AB’nin daha önce ülkeler arası ticarette hiç değinmedikleri konularda derinlemesine düzenleme ve kurallar ortaya koyarak dünya ticaretinde söz sahibi olma girişiminde bulunmasıdır. (Çelebi,2013)
AB ve ABD arasında oluşturulması planlanan ve Türkiye’yi de yakından ilgilendiren TTYO sadece teknik bir düzenleme değil aynı zamanda yükselen yeni güçlere karşı Batı blokunun üstünlüğünü koruma mücadelesi olduğu söylenebilir. (Çelebi, 2013)
Dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturacak bir anlaşma olarak planlanan TTYO ile AB-ABD, gümrük vergilerini sıfırlamayı, tarım dâhil tarife-dışı engelleri azaltmayı, piyasalara erişimi kolaylaştırma ve genişletmeyi, düzenleyici rejimlerin uyumlaştırılmasını, fikrî mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemeleri güçlendirmeyi ve kamu ihale süreçlerini şeffaflaştırmayı hedeflenmektedir. Bu açıdan TTYO, basit bir serbest ticaret anlaşması olmanın çok ötesindedir. Avrupa Komisyonu’nun tahminlerine göre, anlaşmanın eksiksiz uygulanması durumunda yıllık refah etkisinin AB için 119 milyar Euro, ABD içinse 95 milyar Euro olacağı öngörülmektedir. (Çelebi,2014)
Öte yandan ABD,  Pasifik ülkeleriyle Transpasifik Ortaklığı (TPO) müzakerelerini yürütmektedir. Müzakerelerin çok zorlu geçeceği bilinse de bu anlaşmalar arasında bir noktada muhtemel bir harmonizasyonu öngörmek mümkün. Bu bağlamda, uluslararası ticaret sisteminin kurallarında yeni normları belirleyecek ölçekte bir blok oluşturulmuş olacak. Bu gelişme, yeni bir oyun kurucu hamle olabilir. Zira TTYO ve TPO ile küresel ekonomik hâsılanın yüzde 63’ü tek pazarda birleştirilecek. Bu sayede ABD, Doha müzakerelerinde elde edemediğini, ikili anlaşmalar yoluyla kazanma şansı bulacaktır. (Çelebi,2014)
2.2.2. Transatlantik Ticaret Anlaşması ve Türkiye
Türkiye, 1996 yılından beri AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını işletmektedir. Bunun anlamı, mallar hiçbir gümrük kısıtlaması olmaksızın Türkiye ve AB bölgesi arasında dolaşmaktadır. Bu anlaşmaya göre, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkeler Gümrük Birliği kapsamındaki ülkelerle gümrüksüz şekilde ticaret yapabilecekler ama bunun tersi üçüncü ülkenin takdirine bırakılmıştır. (Küresel Sorunlar Platformu)
Bunun anlamı, AB ve ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması gerçekleşirse ABD malları Türkiye’ye gümrüksüz şekilde girebilecek fakat Türk malları ABD’de gümrüğe tabii olacaklar. Bu durum da Türkiye’deki firmaların rekabet gücünü azaltacak bir gelişme olacak. Şubat 2013’te serbest ticaret anlaşması için görüşmelerin başlayacağı açıklamaları geldikten sonra Türkiye’de üst düzey yetkililer rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. Dönemin; Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin AB-ABD serbest ticaret görüşmelerine katılması gerektiğini veya ABD ile paralel bir anlaşma yapılmasını dile getiren açıklamalar yapmışlardır. Dönemin AB Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış Türkiye’nin bu anlaşmadan zararlı çıkması durumunda Gümrük Birliği’ni gözden geçirmeyi düşünebileceğini ifade etmiştir. Bu açıklamalardan sonra AB Komisyonu Gümrük Birliği anlaşmasını Dünya Bankası’na göndererek inceleme raporu istemiştir. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs 2013’te ABD Başkanı Barack Obama ile görüşmesinde önemli gündem maddelerinden biri de serbest ticaret anlaşmasının Türkiye ekonomisine etkisi üzerineydi. Başbakan, ABD ziyaretine yüze yakın CEO ile giderek Türkiye-ABD arası ekonomik ilişkilere ne kadar önem verdiğini göstermiştir. (Küresel Sorunlar Platformu)
Obama, ortak basın toplantısında, Türkiye ile ekonomik ilişkileri derinleştirmeyi düşünüyoruz dedi, fakat ayrı bir serbest ticaret anlaşması imzalanacağı yönünde bir mesaj vermemiştir. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ise Obama ve Erdoğan’ın serbest ticaret bloku oluşturma konusunda anlaştıklarını açıklamıştır. Üst düzey bir ekonomi komitesinin oluşturulacağı ve serbest ticaret bloku için çalışma yapacağı ifade edilmiştir. Bu da Türkiye’nin serbest ticaret anlaşması konusunda istediği sözleri aldığını göstermektedir. (Küresel Sorunlar Platformu)
SONUÇ VE TARTIŞMA
Bu bilgiler ışığında sonuç olarak; global kriz çerçevesinde TTYO ile çok taraflı ticaret sistemini güçlendirme ve küresel ticarette başta Çin’e karşı olmak üzere blok oluşturma hedefi söz konusudur.
AB-ABD arasındaki müzakereler, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Zira AB ile 1995’te kurulan Gümrük Birliği (GB) gereğince Türkiye, AB’nin tercihli gümrük rejimine uyum sağlamakla yükümlüdür. Bu uyum, üçüncü ülkeler ile yapılan serbest ticaret anlaşmalarını (STA) da kapsamaktadır.  GB Kararı gereği pazarını üçüncü ülkelere otomatik olarak açmak zorunda olan Türkiye, AB üyesi olmadığı için bu ülkelerin pazarlarına aynı şartlarda girememektedir.
Türkiye, ticaret sorununu çözmek için AB’nin anlaşma imzaladığı üçüncü ülkelerle ayrıca ikili anlaşmalar imzalamaya çalışmaktadır. Fakat bu kolay bir süreç değil; zira AB bugüne kadar 28 ülke ile STA imzalarken, Türkiye 18 ülke ile imzalayabilmiştir. Bu bağlamda, TTYO anlaşması söz konusu asimetriyi çok daha kapsamlı bir boyuta taşıyacak niteliktedir. Zira AB-ABD bloku, Türkiye’nin toplam dış ticaretinin yüzde 46’sını oluşturmaktadır Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların yüzde 76’sı transatlantik kaynaklıdır; Türkiye’nin dışarıya yaptığı doğrudan yatırımların ise yüzde 78’i AB-ABD blokuna gitmektedir. (Keleş,2014)
Türkiye açısından TTYO müzakereleri büyük zorluklar içermektedir. ABD’nin henüz Türkiye’nin taleplerini müzakere masasına yansıtmamaktadır. AB’nin ise sorunu siyaseten sahiplenmediği gözlenmekte. Ayrıca, TTYO anlaşmasına dâhil olmak, GB’den kaynaklanan asimetrinin ortadan kalkması anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle, sorunun kalıcı çözümü için GB Kararı’nda revizyona gidilmesi gerekmektedir. Bu noktada Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır. (Keleş,2014)
İlk seçenek, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da belirttiği gibi, GB’yi serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek olabilir. Ancak, Gümrük Birliği sayesinde Türk ekonomisi dışa açıldı ve 1996-2012 yılları arasında 67milyar dolardan 389 milyar dolar ticaret hacmine ulaştı. Ayrıca, ilk defa Rekabet Yasası uygulamaya konulmasının yanı sıra Türk ekonomisinin rekabet gücüne önemli katkıları olmuştur. Tüm bunlar GB’nin Türkiye üzerindeki olumlu etkilerinden sadece birkaçı. Bu nedenle, birinci tercihin rasyonalitesi tartışmalıdır. Bunun Türkiye-AB ilişkilerini zedelemesi ihtimali de söz konusudur. Bu kaygıdan hareketle Ali Babacan;
“O (AB) hedeften Türkiye sapmaya başlarsa o zaman nereye gideceğini kimse kestiremez. İşte siz o zaman ekonomiden korkmaya başlayın” diyerek konunun önemine işaret etmiştir. (Keleş,2014)
TTYO’nun hayata geçirilmesi durumunda ABD, GB kapsamında Avrupa pazarları üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz giriş yapabilecektir. Fakat Türkiye aynı şartlarda ABD pazarlarında rekabet hakkı elde edemeyecek. Bu durumun Türkiye’nin zaten açık veren mevcut dış ticaret dengesini daha da bozması söz konusudur Ayrıca Türk firmalarının Avrupa’da da pazar dışına itilme riski bulunuyor. Bu nedenle Türkiye’nin TTYO anlaşmasının parçası olması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Elektronik Kaynaklar
Akçadağ, E.,2013. Bir Karşılıklı Bağımlılık Örneği Olarak AB-Çin Ekonomik İlişkileri. BİLGESAM, http://www.bilgesam.org/incele/62/-bir-karsilikli-bagimlilik-ornegi-olarak-ab-cin-ekonomik-iliskileri/#.VE5FEFw5nIU
BBC, (2013), Yunanistan’ı Çin mi Kurtaracak?, (9 Eylül 2013), BBC, http://www.bbc.co.uk/turkce/cep/ekonomi/2013/09/130909_yunanistan_cin.shtml [Erişim Tarihi: 29.10.2014] .
DW,(2007), AB-ABD Zirvesi. (30 Nisan 2007), Deutsche Welle, http://www.dw.de/ab-abd-zirvesi/a-2519337
DW,(2011), İtalya’nın kredi notu düşürüldü. (20 Eylül 2011), Deutsche Welle, http://www.dw.de/italyanın-kredi-notu-düşürüldü/a-15401416
Güngör, T., AB-ABD Serbest Ticaret Anlaşmasının arkasında Almanya ve Merkel var.(22 Nisan 2013), Dünya Gazetesi, http://www.dunya.com/ab-abd-serbest-ticaret-anlasmasinin-arkasinda-almanya-ve-merkel-var-151755yy.htm
Keleş, Ö.,2014, Transatlantik Ticaret Anlaşması ve Türkiye.(4 Şubat 2014), USAK, http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366660#.VE4cKlw5nIV [Erişim Tarihi:29.10.2014]
Sezgin, M.,2013. Yeniden Gümrük Birliği Meselesi, 21.yy.Türkiye Enstitüsü, http://www.21yyte.org/arastirma/avrupa-birligi-arastirmalari-merkezi/2013/04/08/6938/yeniden-gumruk-birligi-meselesi [Erişim Tarihi:29.10.2014]
Zhang, D., AB’nin umudu Çin, Deutsche Welle.
http://www.dw.de/abnin-umudu %C3%A7in/a-16509310
Gazete
Böğün, H.,2014.Avrupa ekonomisinin ‘üçüncü dip’i. Aydınlık Gazetesi, 20 Ekim 2014.s.13.
Turquie Diplomatique, 2011, Euro Bölgesinde Ürküten Kısır Döngü, Turquie Diplomatique, 15 Ekim 2011, s.22. (Ayrıca bkz. http://www.dw.de/euro-b%C3%B6lgesinde-%C3%BCrk%C3%BCten-k%C4%B1s%C4%B1r-d%C3%B6ng%C3%BC/a-15403741
Zhang, D.,2013. Avrupa Birliği’nin Umudu Çin. Turquie Diplomatique, 15 Şubat 2013. S.3.
Süreli Yayınlar
Çelebi, I.2013. ABD ve AB’nin Yeni Ekonomik İşbirliği Stratejileri ve Türkiye’ye Etkileri. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü Yayını. 21 (2), ss.217-229. http://dosya.marmara.edu.tr/avrupa/MJES/2013%20No2/mjes_21_2.pdf#page=218
Yayınlanmamış Tezler
Bıçakcı,İ., (2012), Küresel ekonomik kriz ve Euro bölgesi üzerindeki etkileri. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE.
Rapor
Özdemir, G.,2013. AB-ABD Transatlantik Ticaret Ortaklığı Anlaşması ve Türkiye Toplantısı. İstanbul: AB Mevzuatı Uyum Şubesi.
http://ab.immib.org.tr/web/eklenti/AB-ABD_STA.pdf
Bilgi Notu ve Basın Bülteni
Küresel Sorunlar Platformu, Yeni Ticaret Düzeninde Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi. http://pgchallenges.org/wp-content/uploads/2014/06/Yeni-Ticaret-D%C3%BCzeninde-T%C3%BCrkiye.pdf
TÜSİAD, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması ve Çin. Pekin: Çin
http://www.tusiad.org.tr/__rsc/shared/file/Transatlantik-Ticaret-ve-Yatirim-Ortakligi-Anlasmasi-ve-Cin.pdf
USİAD, AB ile Çin arasındaki yeni dönem. İstanbul: Ulusal Sanayi ve İşadamları Derneği http://www.usiad.net/index.php?option=com_content&view=article&id=128:ab-ile-cin-arasnda-yeni-doenem&catid=52:haberler&Itemid=71
[1] ABD’de 2007 yılında yaşanan finansal dalgalanma büyük ve gelişmiş bir ekonominin bankacılık sistemini geçmişte emsali olmayan bir şekilde sıkıntıya sürüklemiş, basta denetleyici ve düzenleyici kurumlar olmak üzere herkesi nerede hata yapıldığı konusunda düşünmeye sevk etmiştir. “Subprime mortgage “kredilerinde geri ödemelerde yaşanan sorunlarla ortaya çıkan finansal dalgalanma, çok hassas dengeler üzerine kurulu ve
birbiriyle ilişkili ABD piyasalarında büyük etki meydana getirmiştir. Mortgage kredilerine dayalı menkul kıymetler ile kredi türev ürünlerinin risklerinin yanlış ölçülmesi, kimi zamanda finansal mühendislik teknikleri kullanılarak ölçülemez hale getirilmesi akabinde denetleyici yapının eksiklikleri finansal kurumları etkilemiş ve mortgage kredi krizi olarak adlandırılan durum küresel bir likidite krizine dönüşmüştür. (Kaynakça: http://www.bddk.gov.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/5176ABDMORTGAGE05082008x.pdf
[2] Orta güney İtalya’da Apenninler’de  bir köydür; 1077 yılında Alman Kralı 4. Heinrich, hakkındaki aforoz kararını kaldırması için Papa VII.Gregory ‘ye yalvarmak üzere Papa’nın ikamet ettiği Canossa Şatosu’na zahmetli bir yolculukla varabilmiş ve  Kral günlerce şatonun kapısında bekletilmiştir.

Yorumlar kapatıldı.