İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir zamanlar Ermeni komşularımız vardı

Hüseyin Ayrılmaz
İnsanlığın en büyük trajedisi olarak tarihte yer edinen Ermeni soykırımı ve tehciri üzerinden koca bir asır geçti. Suçun işlendiği tarihte on milyon olan Türkiye nüfusunun iki buçuk milyonunu Ermeniler teşkil ediyordu. Kıyımla ve tehcirle birlikte iki buçuk milyon insan bir anda yok oluvermişti.  İnsanlık yaklaşık yüz yıldır Osmanlı kalıntıları üzerine kurulan devletten bu sorunun cevabını istiyor.  Ermeniler bu toprakların kadim halklarındandı, haklıyla haksızın kavgasında komşularıyla hep omuzdaş olmuşlardı.  Şimdi o komşular çalabilecekleri bir dost kapısı arıyorlardı. Bulamadılar onlar bu toprakları terki diyar ederken, yakın komşularına ve nazı geçtiklerine o meşhur sözleriyle veda ettiler.  ‘Bizi sabah kahvaltısı yaptılarsa, siz de öğlen yemeği olacaksınız’ demişlerdi.

Osmanlının Ermeni avı Türkiye’nin dört bir yanında acımasızca sürdürülür, İttihatçıların dört elle sarıldıkları ırkçılık neticesinde yüzyılların komşuluk hakkı bu kadim halk için keskin kılıca dönüşür. Komşu komşuyu boğazlar ve an itibariyle her şey ganimetten sayılır. Terlete başladığında Dersim’i çevreleyen illerde Ermenilere yönelik yapılan kıyım ve tehcirden Dersimliler haberdardır, destek noktasında bir tavır gösterilmez. Ancak Dersim’e sığınan Ermenileri baskı ve ısrarlara rağmen devlete teslim etmezler.
Bu kısa ve genel özetten sonra, şimdi esas anlatmak istediğim konuya geçeyim.   Milyonlarca çocuktan biri olan Ğerib, Trabzon’dan ölümden kaçar ve aylar sonra Munzur’da bir eşkıyanın atı üstünde bulur kendini.
1907 de yapılan ve adına Neşet Paşa Hareketi denilen askeri hareket esnasında bazı aşiret liderleri yakalanıp, hapse atılır.  Bunlardan biri de  Phezgöyru aşiretinin önde gelen isimlerinden Weli Ağa’dır. Weli Ağa sözlü aktarımcılara göre 1907 de tutuklanır, yedi yıl sonra Harput Hapishanesi’nden kaçarak kendi köyü olan Söğütlü’ye (Vialekı ) gelir.
Cezaevindeyken mi duyar, yoksa köye deldikten sonra mı, bilinmiyor. Kemah  (kamax) tarafında Ermenilerin katledildiğini öğrenir. Weli ağa köyden birkaç silahlı adamı yanına alarak,  Havaçur boğazından Munzur Dağları’nı aşıp Erzincan İliç ile Kemah arasında sürgün kafilesine denk gelirler.  Weli Ağa arkadaşlarıyla mevziiye yatar, askerlerin başında ki subaya seslenerek, çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan insanları serbest bırakılmasını ister.  Ancak subay kabul etmez ve ardından çatışma başlar. Subaylardan ve askerlerden vurulanlar olur. Çatışma gün boyu devam eder. Dersimlilerden ilk yarayı Weli Ağa alır ve orada ölür.
Derken Dersimliler çatışma alanından uzaklaşırlar. Gelirken bir kız çocuğuyla bir erkek çocuğunu beraberinde getirirler. Bir anlatıma göre, çatışma esnasında çocuklar kadınlar tarafından Dersimlilere bilerek teslim edilir. Diğer bir anlatıma göre ise,  dönüş yolunda bir kaya dibinde uyurlarken onları buldukları söylenir.
 Altı yedi yaşlarında olduğu söylenen bu çocuklardan erkek çocuğu Aliye Bor, kız çocuğunu ise Babıl Ağa alır. İlk geldiklerinde köyün çocukları ile anlaşamazlar. Çünkü birbirlerinin dilini bilmiyorlarmış. Kız çocuğu bir süre sonra yakalandığı bir hastalığa yenik düşer ve ölür.  Onun adını kimse hatırlamıyor, ama erkek çocuğu için Aliye Bori, ‘O ailesini kayıp etmiş bir yetimdir,  onun adı bundan böyle Ğerib’dir. O artık bizim ğeribimizdir’ der ve adını Ğerib koyar.  Ğerib ergenlik çağına gelince Aliye Bor onu Eğripınar köyünden Bule ile evlendirir.  Aliye Bori 1938 den önce aşiret kavgasında öldürülür. Ancak ölmeden önce çocuklarına vasiyet ederek, ‘Ğerib sizin kardeşinizdir ve bize ait olan her şeyden Ğerip’te pay sahibidir’ der.  Aliye Bor’in vasiyeti yerine getirilmedi. Ğerib’in sadece başını sokacak bir evi vardı, çocuklarını o evde büyüttü.  Geçimini ise, çalışarak ve bir de çıkarılan ürünlerden köy halkı onlara düzenli olarak pay ayırıyordu. Böylece yaşamlarını idame ediyorlardı. Aklımda kalan çocukluğumun en güzel hatırası, onların evinde yaptıklarımızdı. Mesela, Gaxan hep onların evinde kutlanırdı. Akşamları köyün bütün çocukları onların evinde toplanırdı.  Çünkü o tek göz evde hep eğlence vardı. Ğerib, bazen masal anlatır, bazen de Kırmançki  kılamlar söylerek  çocukları eğlendirirdi.  Şakacı biriydi, bir o kadarda küfürbaz. Kızınca da hepimize söver, sayardı.
Yaşıtlarıyla olan muhabbetlerde ise, hep eski anıları vardı. Munzur Dağları’na nereden geldiniz, sorusu, onun yüreğini sanki yeniden kanatıyordu. Ama yine de kırmaz cevaplardı. Ailesiyle birlikteTrabzon’dan kaçtıklarını söylerdi. Kurtuluruz diye Erzincan’a geldik ama orada da ölüm peşimizi bırakmadı. Ardından tatlı bir tebessümle, ‘Beni Trabzon’a götürseniz, o güzelim evimizi bulup size gösterebilirim.’ diyordu.
Ğerib’in çocukları büyümüştü. Kışın hamallık için Arapkir’e giderek para kazanmaya başlamışlardı.  Babalarını ikna ederek Arapkir’e gitmek istiyorlardı.  Komşularının ikna çabaları onlara yetmemişti.   Derken gün geldi,  eşyalar denklendi.  Dağlardan gidildiği için, en iyi nakliye aracı katırlardı. Katırı olanlardan Hesene Peri, Usene Xecoli ve amcam İbe lıvik  Gerib’in göçünü yükleyip  yola çıktılar.  Bütün köy onları uğurlamaya gelmişti ve istisnasız herkes ağlıyordu.  Galiba otuz sekizden sonra köyden giden ilk göçtü. Köy efradı onlarla beraber epey yol yürüdüler.  Önce erkekler, bir süre sonra kadınlar, en sonunda çocuklar kafileden ayrıldılar.
Ğerib’in gözlerinden yaş eksilmiyordu. Bana kalırsa, ikinci sürgünü yaşıyordu. Beraber gidenlerin anlattığına göre,  Ğerib yol boyunca karşılaştığı her pınardan hatırı kalmasın diye suyunu içip, helallik istemiş. Dersimin toprağına taşına börtü böceğine seslenerek onlardan rızalık istemiş. Kemaliye köyleriyle Dersimin sınırı sayılan Deve Boynu Gediği’ne geldiklerinde,  sırtını Yılan Dağı’na vererek,  görünen bütün Dersim dağlarının adlarını tek tek sayarak, ıslak gözlerle, son bir kez de onlardan xatır (hatır) istemiş. Anlaşılan o ki, yurdundan bir kere sürülünce insan, Dersim dahil, yeryüzünün hiç bir mekanı insana yar olmazmış. Gidiş o gidiş…
Hüseyin Ayrılmaz
(Dersim Gazetesi Nisan 2015 sayısından)

Yorumlar kapatıldı.