İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlı’da Gayrimüslimler

Ayşe Gülşad Topal
Hristiyan ve Yahudi tebaa imparatorluğun şehirlerinde, köylerinde, kasabalarında inanç özgürlüğü içinde yaşarlar ve buna karşılık “haraç ve cizye” denilen vergileri verirlerdi… Bunun dışında giyim kuşamda da bazı farklılıklar vardır. Örneğin; gayrimüslimler giysilerinde Müslümanların kutsal saydıkları yeşil rengi asla kullanamazlardı. Bazı dönemlerde Müslim ve gayrimüslimlerin birbirinden ayırt edilmesi zorlaşınca bir takım önlemler alınmıştır. III. Murat döneminde iki grup birbiriyle ayırt edilemeyecek hale gelince çıkarılan bir fermanla bazı yasaklar getirilmiştir. Türk evleri sarı ya da kırmızı, Rum evleri koyu kurşuni, Yahudi evleri mor olacak. Müslümanların kavuk ve ayakkabıları sarı, Yahudilerin ki mavi olacak. Ayrıca gayrimüslimlere sarık yasaklanmış, hamamda ayrı peştamal kullanma zorunluluğu getirilmiştir. İstanbul’da ki gayrimüslimlerin ata binmeleri yasaklanmış, atlas elbise, samur kürk giymeleri, kadınların ferace ve yaşmak takmaları da yasaklanmıştır. 1724’te çıkarılan bir ferman da ise gayrimüslimlerin, Müslimlerden yüksek ev yapamaz, pencereleri Müslüman evlerine bakamaz. Tabii ki bütün bu uygulamalar hiçbir zaman tam anlamı ile uygulanamamıştır.

***
Osmanlı Devleti Müslüman olmayan tebaasına dini aidiyeti ne olursa olsun fark gözetmeden verdikleri genel isim gayrimüslimdir. Osmanlı bu insanları mensup olduğu dine göre gruplandırır ve Millet Sistemi denen usul ile yönetirdi. Küçük farklılıklar dışında Osmanlı bu insanları da kendi tebaası olarak kabul etmiş ve onlara asla ikinci sınıf insan muamelesi göstermemiştir.
Hristiyan ve Yahudi tebaa imparatorluğun şehirlerinde, köylerinde, kasabalarında inanç özgürlüğü içinde yaşarlar ve buna karşılık “haraç ve cizye” denilen vergileri verirlerdi. Haraç, Müslüman olmayan erkeklerden alınırdı. Din adamları bu vergiden muaftı. Yine cizye de gayrimüslimler askerlik görevini yapmadıkları için alınırdı. Bu vergilendirme kişilerin maddi durumu göz önüne alınarak yapılırdı. Ala-evsat-edna (yüksek-orta-düşük) derecesine göre vergi alınırdı.
Bunun dışında giyim kuşamda da bazı farklılıklar vardır. Örneğin; gayrimüslimler giysilerinde Müslümanların kutsal saydıkları yeşil rengi asla kullanamazlardı. Bazı dönemlerde Müslim ve gayrimüslimlerin birbirinden ayırt edilmesi zorlaşınca bir takım önlemler alınmıştır. III. Murat döneminde iki grup birbiriyle ayırt edilemeyecek hale gelince çıkarılan bir fermanla bazı yasaklar getirilmiştir. Türk evleri sarı ya da kırmızı, Rum evleri koyu kurşuni, Yahudi evleri mor olacak. Müslümanların kavuk ve ayakkabıları sarı, Yahudilerin ki mavi olacak. Ayrıca gayrimüslimlere sarık yasaklanmış, hamamda ayrı peştamal kullanma zorunluluğu getirilmiştir. İstanbul’da ki gayrimüslimlerin ata binmeleri yasaklanmış, atlas elbise, samur kürk giymeleri, kadınların ferace ve yaşmak takmaları da yasaklanmıştır. 1724’te çıkarılan bir ferman da ise gayrimüslimlerin, Müslimlerden yüksek ev yapamaz, pencereleri Müslüman evlerine bakamaz. Tabii ki bütün bu uygulamalar hiçbir zaman tam anlamı ile uygulanamamıştır.
İmparatorlukta yaşayan gayrimüslimler dinlerini yaşamakta ve ibadetlerini yapmakta tamamıyla özgürdüler. İbadethane inşa edebilir, tamir edebilir, dini günlerini kutlayabilirlerdi. Evlenme, boşanma, miras gibi özel hukuk alanındaki işlerini kendi dini cemaatlerinin reisinin başkanlığındaki cemaat mahkemelerinde hallederlerdi. İsteyen gayrimüslim her hangi bir davasını şer’i mahkemede de gördürebilirdi.
Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Müslim ve gayrimüslimlerin ilişkileri oldukça iyiydi. Birbirleri ile ticaret yaparlar, komşuluk ilişkileri kurarlardı. Hatta Paskalya bayramında Hristiyanlar, Müslüman komşularına Paskalya çöreği ikram eder Müslümanlarda komşuluk hakkı olduğu için bunu kabul ederlerdi. Bu ikramın alınmasını Ebu Suud Efendi de fetva vererek onaylamıştır.
Çok fazla görülmese de evlilik bağı da kurulurdu. Ama bunun belli kuralları vardır. Müslüman bir erkek gayrimüslim bir kadın ile evlenebilirdi ama Müslüman kadının böyle bir hakkı yoktu.
Rumlar
Giresunlu-Rum-AileRumlar, İstanbul’da Hristiyan nüfus içinde

çoğunluğu oluştururlardı. Bu imparatorluğun diğer şehirlerinde ve kasabalarında da böyleydi. Rumlar, Bizans imparatorluğunda konuşulan Grekçeden farklı bir dil kullanırlardı. 1610 yılında İstanbul’a gelen İngiliz seyyah George Sandys Rumların çoğunun cahil olduğunu, ve Latin-Rumcası denilen bir dil konuştuklarını söyler.

Osmanlı Rumları Fener Rum Patrikhanesine bağlıdırlar. Mezhep olarak Ortodoks’turlar. Kiliselerinin içlerinde azizlerin resmi vardır ve sürekli olarak kandil yakılır. Günlük ayinleri ve duaları St. Chrysostomes’ti. Festival günlerinde St. Basils ayini okurlardı. Senede dört perhiz süresinde et, balık yiyemezler. Sadece Paskalya’dan önce balık yiyebilirlerdi. Çarşamba ve cuma günleriyle kutsal günlerden bir gün önce oruç tutarlar, ayrıca cumartesi günü eğlenirlerdi. İnançlarına göre cumartesi kutsal gündü. Latin kilisesi ve papaya ise karşı çıkarlardı.
Rumların sosyal hayatları ve adetlerine bakacak olursak Bizans Rumlarından oldukça farklıdır. Osmanlının gelmesiyle büyük bir değişim yaşamışlardır. Sandys’e göre Rumlar karakter olarak alçak ve adidirler. Dans edip, içki içerler ve kolay yaşamanın yolunu ararlar, ticarette güvenilmezlerdir. Thevenot ise Rumların cimri, kinci ve kötü huylu olduğunu söyler. Ayrıca batıl inançları çok fazladır Türk ve Katoliklere düşmandırlar. Günlük yaşamlarındaki adetlerinde, yeme-içme ve giyimde Türkleri taklit ederler. Eski adetlerinden sadece şarap içmeyi sürdürürler.
Rumların giysileri Türklerinkine benzemekle beraber kendi adetlerince giyinirlerdi. Genellikle mor renkli kumaştan yarım kollu cüppe ve aynı renkte başlık giyerlerdi. İstanbul’da ki Rum kadınların ev kıyafetleri Türklerinkine benzer. Uzun bir elbise ve onun üzerine kaftandan ibarettir.
Rum kadınları ipekli, altın ve gümüş işlemeli pahalı kumaşlardan elbiseler giyerler. İstanbul’da Rum kadınları yüzlerini örtmezler, sadece genç kızlar yüzlerini örterler. Genç kızlar nadir olarak sokağa çıkarlar.
Evlilik adetlerine gelince bu konuda Thevenot ayrıntılı bilgiler verir. Kendisi de Rodoslu bir Rum kızı ile evlendiğinden bu bilgilerin çoğu doğrudur. Thevenot Rum düğününü şöyle anlatır; evlenecek kız kesinle gösterilmez. Tören sırasında papazın önüne giderler yüzüğü verirler. Vaftiz anası ve babası gelin ve damat ile beraber papazın önünde dururlar. Papaz bazı dualar okuduğu sırada vaftiz anne ve baba altın gibi parlayan bir yaprakla birbirine geçmiş tacı gelin ve damadın başı üzerinde tutarlar. Dua okunduktan sonra yeni evliler el ele ve arkalarında vaftiz anne ve baba birkaç defa tur atarlar. Daha sonra bir kadeh şarap getirilir önce koca biraz içer ve karısına verir. Gelin içtikten sonra ikinci defa sırayla içerler. Sonra kadeh papaza verilir, papaz kalan şarabı içer içtikten sonra kadehi kırar.
Rumlar arasında Pera’da çok zengin tacirler vardır. Bunlar tekneleriyle Karadeniz ve Marmara’da ticaret yaparlar. Şehirlerde ki Rumlar esnaflık ve el sanatlarıyla uğraşırlar. Pera’da meyhane işletirler. Bunun yanı sıra tarım, bağcılık ve şarapçılık ile de uğraşırlar. Özellikle Rumeli’de tarımla uğraşırlar. Yetiştirdikleri buğdayı Akdeniz limanlarına sevk ederler. Ayrıca Doğu Anadolu ve Tokat’ta yaşayan Rumlar demircilikle, Bursa civarındakiler ise gül yağcılığı, bağcılık, sığır ve koyun çobanlığı yaparlardı.
Rumlara memurluk olarak gümrükçülük ve dellallık görevleri verilirdi. İstanbul, Galata, Mudanya, Çeşme ve Foça limanları gümrüğü ve İstanbul ve Galata’da ki kumaş dellallığı da bazı Rumlara verilmişti. Ayrıca Fenerli Rumların eski asil ailelerinden kişiler devlet tercümanlığı da yaparlardı.
Ermeniler
16. ve 17.yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Ermeni nüfusu, Hristiyan azınlıklar arasında Rumlardan sonra en kalabalık topluluktur. Ermeniler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Balkanlar ve Rumeli’de yaşamaktaydılar. Osmanlı, Ermenilere birçok ayrıcalık tanımıştır. Bunlardan en önemlisi çocuklarını devşirme olarak vermekten muaf tutulmalarıdır. Bunun nedeni 1516 yılında Memluk kuvvetlerine karşı Suriye’de Osmanlı ordusunu desteklemeleridir.
ermeniler_kolejli1914
Konuştukları dil Ermenicedir. Ama bazı yerlerde Ermeniler, kendi dillerini unutmuşlardır.  Mesela; Kayseri’de ki Ermeniler, Ermenice bilmedikleri için Türkçe konuşurlar. Halep’teki Ermenilerse sadece Arapça konuşurlar.
Osmanlı Ermenilerinin bir kısmı Katolik bir kısmı ise Gregoryen Kilisesine bağlıydı. Genellikle evlerinde ibadet ederler, tören için kiliseye giderlerdi. Ermeni papazlarını Osmanlı hükümdarları atardı.
Ermenilerin sosyal yaşamlarına bakacak olursak, 1608-1618 yılları arasında Polonya’dan Kudüs’e giden Polonyalı Simeon’a göre Ermeniler nazik insanlardır, sofrada sarhoş olmak ve gevezelik etmek gibi kötü adetleri yoktur. Zeki ve eğitimli, güler yüzlü, endamlı insanlardır.
Sivas ve Harput’ta ki Ermeniler kalabalık büyük aileler halinde yaşarlar. Babaya ve ondan sonra da en büyük kardeşe itaat edilir. Kars civarındaki Ermenilerin ise burada yaşayan Müslümanlar ile en küçük bir ilişkileri bile yoktur. Mısır, Suriye ve Kayseri’deki ermeni evleri kerpiçten, dar, küçük kapılı ve ışık almayan evlerdir. Ama Halep ve Diyarbakır’daki Ermeni evleri böyle değildir. Daha süslü ve gösterişli evler yapmışlardır.
Ermeniler genellikle ticaret ile uğraşırlardı. Halep’te ki büyük tüccarlar Hindistan, Bağdat ve Isfahan’a gidip gelirlerdi. Ayrıca Ermeni tacirler İran ipeğini Ankara-İzmir yolu üzerinden limanda Fransızlara satarlardı.
Ermeniler kuyumculuk ve demircilik gibi el sanatlarında da ustaydılar. Amasya ve Kayseri’de ki bütün kuyumcular Ermeni’ydi. Ayrıca Diyarbakır’ın ünlü kırmızı marokenleri de Ermeni ustaların elinden çıkardı. Bunların dışında terzilik, kaftancılık ve hamallık ile uğraşırlardı.

Yorumlar kapatıldı.