İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Annem Türkçeden yorulduğu için dilimi öğrendim

Önder Elaldı
Türkiye’de asimilasyon politikalarından nasibini alan bir halk da Hemşinliler. Karadeniz adıyla tekleştirilip Türkleştirilmeye çalışılan o coğrafyanın kozmopolitik yapısı içinde kendi dillerini koruyabildiler. Çoğu Hemşinli’nin söylemekten çekindiği Ermeni kültürü ve diliyle çok yakın bir ilişkileri söz konusu. Hemşince yazılmış ilk kitap olma özelliğini taşıyan “Hemşince Öyküler” kitabının yazarı Mahir Özkan’la, dilini ve kültürünü konuştuk. Özkan, Hemşin dilinin korunması ve geleceğe taşınması için acil önlemlerin aranması gerektiğini belirtti. Bu önlemlerin başında ise anadilde eğitimin önemine dikkat çekti. Özkan ayrıca Hemşince ve yerelde konuşulan diğer dillerin yerel yönetimlerce resmi statü kazandırılması gerektiğine vurgu yaptı.

Bu coğrafyanın en eski halklarından biri de Hemşinliler. Ama çoğumuz Hemşinliler hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. İlk olarak Hemşinlileri biraz tanıtabilir misiniz?

Hemşinliler dediğimizde ilk olarak Rize’nin Hemşin ve Çamlıhemşin ilçeleri akla geliyor. Ama Hemşin bölgesi daha geniş bir bölge. Bugünki Çayeli’nin yukarı vadilerini de kapsıyor. Erzurum’un İspir ilçesinin kuzey yamaçlarını da. Esasında da Hemşinliler bu bölgeden Hopa ve Batum’a kadar göç etmişler. Batum’dakilerin bir kısmı 40’lı yıllarda Kırgızistan ve Kazakistan’a sürgün edilmiş. Bir kısmı da Trabzon Araklı bölgesine göç etmiş. Erzurum’un Rize’ye sınır ilçelerinde Tortum, İspir, Uzundere ilçelerinde yaşayanlar var. Amasya ve Tokat’a kadar iç bölgelere kadar sürgün edilmiş kişilerin olduğunu duyduk.
Adapazarı’nın Kocaali ilçesine ve Düzce Akçakoca’ya gelenleri biliyoruz. Hemşinlilerin iki grubundan söz etmek gerekiyor. Müslüman ve Hırıstiyan Hemşinliler. 1489 Ermeni Beyliği yıkıldıktan sonra bir kısmı Hıristiyan kalmakla birlikte diğer bir kısmı müslümanlaşıyor. Hıristiyan Hemşinliler Karadeniz kıyılarında, 1915 Soykırımı dönemine kadar varlıklarını sürdürüyor. En son aileler ya katlediliyor ya da bölgeyi terk etmek zorunda kalıyor. Göç edenler Abhazya ve Rusya’nın farklı şehirlerinde yaşıyorlar. Şu anda Türkiye’de kalan Hemşinliler ise Müslüman Hemşinliler.
Topluluklarda Hemşinlilik bilinci var mı?
Bütün topluluklar kendilerini Hemşinli olarak tanımlıyor. Ama Hemşinlilik kimliği ile ilişkileniş biçimleri birbirinden farklı. Mesela Hıristiyan Hemşinliler Ermeni Apostorik Kilisesi’ne bağlı oldukları için Hemşinli olmak onlar için Ermeni olmak. Türkiye’ye geldiğimizde Müslümanlaşmış Hemşinliler için Hemşinlilik bir kimlik ismi. Yani Ermeni’den kendini ayırdığı bir kimlik ismi aynı zamanda. Ermeni demek Hiristiyan demek olduğu için kendileri müslüman olduklarında aynı zamanda kendilerini Ermenilikten de çıkmış olarak düşünüyorlar. Türk de olmak istemiyorlar Türk de değiller zaten. Hem Ermeni’den kendini ayıran hem de Türk kimliğine direnen yeni bir kimlik icat ediyorlar bir bakıma. Buna Hemşinlilik diyorlar.
Hıristiyan Hemşinlilerle bağınız var mı?
Hıristiyan Hemşinlilerin varlığını bile 15 sene öncesine kadar bilmiyorduk. Sovyet sınır kapısının açıldıktan sonra böyle bir şeyin varlığından haberdar olduk. Bu konu ile ilgili araştırmalar yapıldıktan sonra öğrendik. Ermenice’yi bizim gibi konuşan insanlar olduklarını fark ettik. İlk teması nakliyat işleri yapan kamyoncular kurdu. Daha sonra temaslar sürdü. Evlilikler oluyor. Sosyal medya üzerinden iletişim kuruyoruz.
Oradaki dilin kullanımı ile buradakilerin kullanım düzeyi arasında ne gibi farklar var?
Orada da yok olma tehlikesini taşıyor Hemşince. Ama orada Doğu Ermenice eğitimi alıyorlar. Hemşince olarak ayrı bir eğitim almıyorlar. Hemşince’yi ağız olarak görüyorlar. Uluslaşamamış her halkın yaşadığı dil kayıplarını yaşıyorlar. Müslüman Hemşinliler içinde de bir grup Artvin Borçka, Hopa, Kemalpaşa bölgelerinde yaşayanlar hala kendi dillerini konuşabiliyorlar. Onun dışında batı bölgelerindeki Hemşimliler Rize, Erzurum ve Trabzon’dakiler Hemşince konuşamıyorlar. Ama dillerinde Hemşinceden miras kelimler barındırıyorlar. Biz de ne Ermenice eğitim ne Hemşince biçiminde eğitim var. Yani burada kaybolma düzeyi, dolayısıyla tehlike durumu çok yüksek.
Bu coğrafya çok eski zamanlardan beri çok kültürlü. Ama cumhuriyetle beraber kültürler asimile edilmeye çalışılıp yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakıldı. Halkların mücadelesi ile bir noktadan sonra bir kırılma yaşandı. Ve halklar kendi kültürlerinin farkına vardı. Bu farkındalık Hemşinlilerde ne zaman yansımasını buldu?
Hemşinlilerin bu coğrafyadaki diğer halklara göre geciktiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Hemşinliler açısından 2000’lerle birlikte bir uyanış söz konusu. Bu meselelerin tartışmaya başlamasında, esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin asimilasyona karşı radikal çıkışı önemli bir etken oldu. Diğer halklar üzerinde etki yarattı. Buna rağmen Hemşinliler geç kaldı. Bunun nedeni Hemşin kimliğinin Ermeni kimliğiyle ilişkilendirilmiş olması. Müslüman bir toplum olarak Hemşinlilerin öteden beri Ermeni kimliğiyle özdeşleştirilmesi Türkiye’deki Ermeni algısıyla birlikte düşündüğümüzde zaten içte de bu çatışmayı yaşayan bir toplumun bu konuda talepkar olmasını geciktirdi.

Aslında çok trajik bir şey var. Cumhuriyete hakim olan kemalist tek ulusçu ideoloji halkları kendi gerçeğinden nefret ettirdi. Hemşinlilerde de onu görüyoruz. İçinden çıktığı Ermeni kimliği ile özdeşleştirilmesi onlarda bir tepkiye yol açıyor.
Ermeni kimliğiyle özdeşleştirmek böyle bir şey yapıyor. Bütün halkların çocukları yaşamıştır. Okulda dilin bozulur, Türkçe’yi düzgün konuşamaz diye Hemşince konuşmayın dedi abilerimiz, ablalarımız. Üstelik baskı yapıyorlardı Kitabımda da hikayesi var. Annem, okuldan arkadaşlarım evimize geldiğinde onlarla Türkçe konuşuyordu; ama bir süre sonra Türkçe konuşunca çok yoruluyorum deyip Hemşince konuşmaya başlıyordu. Bu olgu olmasaydı ben Hemşince bilmeyecektim. Annem Türkçe konuşmaktan yorulduğu için dilimi öğrendim. Bir de genel Türkiye solunun ‘aydınlanmacı’ bakışı ile Kemalizm’le ilişkili bakışı asimilasyonu artıran diğer bir etkendi.
Türk solu, uzun süre devrim önünde dil, kültür taleplerini geri talepler olarak gördü. Sıkıştığında ise halkların kültürel taleplerini devrim sonrasına erteleyerek geçiştirdi…
Biz de devrimden sonra görülecek bir şey olarak bile görünmüyordu. Bundan kurtulunması gereken bir şey olarak düşünülüyordu. Hemşinlik köylülüktü aşılması gereken bir şeydi. Sistem ile birlikte bu gibi anlayışların etkileri çok ciddi oldu. Toplumun tabanında ciddi yaralar açmış durumda. Bu yaraların yeniden yeniden onarılması, kapatılması gerekiyor. Şimdilerde Hemşin entelektüelleri bunları aşmanın gayretini gösteriyor.
Bugün Hemşinliler ne gibi çalışmalar yürütüyor?
Bizim Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneğimiz (HADİG) var. 2011’de kuruldu. Hemşin kültür çalışması HADİG’in kurulmasından sonra daha örgütlü biçimler almaya başladı. Öncesinde tekil çalışmalar vardı. Hemşin kültürünü görünür olmaya başlaması Kazım Koyuncu’nun Hemşince bir ezgiye yer vermesi ile başladı. Vova müzik grubunun çıkardığı albüm, Özcan Alper’in “Momo” ve “Sonbahar” filmleri biraz görünür kıldı. Onun arkasından işte yeni şeyler gelmeye başladı. Benim topladığım Hemşin öyküleri kitabı. Gor dergisinin ilk sayısı gibi. Hemşin tarihi ve kültürüne dair kitaplar çıkaracağız. Hemşince sözcük çıkarmayı düşünüyoruz.
Son dönemde Karadenizli gençler arasında kendi kültür ve dillerine yönelik belirli bir ilgi gözlemleniyor. Dili öğrenme konusunda ne gibi çalışmalar söz konusu?
Evet özellikle gençlerin dili öğrenme gibi genel bir merakı var. Bu eğilimin anlamlı biçimler  ve sonuçlar üretebilmesi için bunun politik mücadeleye konu edilebilmesi ve kentsel alanlarda dilin yaşayabileceği imkanların yaratılabilmesi gerekiyor. Dil çalışmasında önce kendimizin bir mesafe alması gerekiyor. Hemşince öğrenecek bir müfredat ve sözlük yok. Bunların adım adım hazırlanması gerekli. Dernek binamızda Hemşince derslere başladık. Türkiye’de ilk defa Hemşince öğrenme çalışması yapılıyor.
Dilin yaşayan bir organizma olduğunu biliyoruz. Dil öğrenim ve öğretiminde dilin coğrafyadan kopması aynı zamanda bazı dezavantajları da beraberinde getiriyor…
Şimdi kuşaklar arasında bağ kopmuş. Kentlerde yaşamış ve yaylayla ilişki kuramamış birçok Hemşinli var. Kültür kendini yaylada üretiyordu ama mekan olarak köy ve yayla tasfiye edildikçe bu kültürün yeniden üretilmesini sağlayacak tek araç eğitim kaldı. Edebiyat, tiyatro ve sinema kaldı. Hemşince bilenlerin sayısı 40 bin civarında. Tamamı Hemşince’yi aynı düzeyde konuşmuyor. Çok iyi bilenler ve unutanlar var. Halkımızdan isteğimiz Hemşince her şeyi kaydetsinler. Bir şeyler yazmaya çalışıp bize ulaşsınlar.

’Hemşin Öyküleri’ kitabınız Hemşince yayınlanan ilk kitap olma özelliğini taşıyor. Kitap hakkında neler söylersiniz..
Kitapta 24 adet öykü var. Bu öykülerin sayfalarda karşılıklı çevirileri var. Uzun süren bir çalışma oldu. Kullanılan kelimeler için sözcükler taradık, dilbilimcilere ve öğretmenlere danıştık. Birbirinden farklı öyküler var. Hemşinliler içinde geleneksel olarak anlatılan masalsı hikayeler. Hikayelerin bir kısmı anılara dayalı. Diğer kısmı da benim bizzat ekleme ve çıkarmalar ile belirli bir kurgu içinde birleştirdiğim şeyler. Yaşam öyküsel hikayeler. Birkaç tane de tamamen kurgu hikaye mevcut.
Ölülerin çığlıkları hâlâ duyuluyor
1915 süreci ile birlikte katledilen ve göç ettirilen son Hıristiyan ailelerden bahsettiniz. O dönemde Hemşinliler soykırımdan nasıl etkilendi?
Hemşin kimliği üzerinde çalıştığım bir konu bu. Hemşinlilerin benim anladığım kadarıyla soykırımla ilişkisi ikili. Genellikle müslüman olan topluluklar fail kimliği ile özdeşleşmişler. Hıristiyan kesim ise mazlum kimliğiyle. Şöyle hikayeler var; Ardanuç’tan sallara doldurulup Çoruh nehri vasıtasıyla Batum’a kaçmaya çalışan Ermenileri, içinde müslüman Hemşinlilerin bulunduğu çeteler saldırıyorlar, tecavüz ediyorlar mallarına el koyuyorlar. Ve bununla övünüyorlar bazı Hemşinliler bizimkiler Ermeni teröristleri öldürdüler diye. Artvin Ermenilerine yönelik bir sürü hikaye anlatılıyor. Çoruh nehrinde öldürüldüklerine ilişkin anlatılanlar önemli simgesel anlatım. Bir de Ardanuç’ta Sesli Kaya dedikleri bir kaya var. Ora ile ilgili efsanevi bir anlatım söz konusu. O kayadan aşağıya atmışlardır insanları. Sürekli çığlıklar yükselmiş attıkları yerde. Hâlâ ölülerin oradan çığlıklarının duyulduğu rivayeti ile oraya sesli kayalar denilmiş.
Doğaya saldırı kültürel uyanışı doğurdu
Köy ve yaylanın tasfiyesi bugün de HES’ler aracılığı ile hızla devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda kültürel uyanışı da doğurdu değil mi?
Evet. Ekolojik yaşama ilişkin bu saldırılar aynı zamanda kültürel bir uyanışı da beraberinde getirdi. Bunlar iç içe geçti Karadeniz’de. Çünkü yaşam alanlarına saldırı oldu. Derelere, ağaçlara yapılan saldırılar, yayla yolu projelerinin tamamı oradaki kültürleri de yok eden bir süreç. Gösterilen reaksiyonda kimlikler ve kültürlerin birbirini tanıması birbirlerinin özgürlüklerine sahip çıkması şeklinde gelişti.

Dilimiz statü kazanmalı
Ne gibi taleplerde bulunuyorsunuz, dilin yaşatılması için neler yapılabilir.
Şu devirde artık dilin yaşayabilmesi artık o dille eğitim yapılmasına bağlıdır. O dille öğretim yapılmasına değil. Bir dil eğitim dili olmadıkça eğer ekonomik bir anlamı yoksa o dil yok olur. Kurslarla olmaz. O dilin politik olarak resmi statü kazanması gerekir. Bütün diller Türkiye’de resmi dil olsun demek istemiyorum. Hem Hemşinliler tarafından hem Türkiye’deki halklar tarafından şu sorgulanmalı. Makedonya’nın Üsküp’e bağlı bir beldesinde belediye meclisinin kararı ile Türkçe resmi dil ilan edildi. Türkiye Cumhuriyeti destek verdi. Belediye artık hem Türkçe hem de Makedonya dilinde hizmet vermek zorunda. Biz de yerelde böyle bir modeli uygun görüyoruz. Hopa Belediyesi Hemşince, Lazca ve Türkçe üç dilli hizmet verse yerelde de bu diller resmi dil kabul edilse dilimiz bugünkü noktada mı olurdu?

http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=127246&haberBaslik=Annem%20T%C3%BCrk%C3%A7eden%20yoruldu%C4%9Fu%20i%C3%A7in%20dilimi%20%C3%B6%C4%9Frendim&action=haber_detay&module=nuce&authorName=%C3%96nder%20ELALDI




Yorumlar kapatıldı.